Salı, Haziran 24, 2008

Sihir

(Romandan)

Hayatı nereye, mucizeyi, sihri, büyüyü nereye koyuyorsunuz, diye sorayım, siz düşünün: Ben ikisini üst üste koyarım. Hayatın zaten sihir olduğunu düşünüyorum, çoğu insanın onu ‘sinir’ bulduğunun farkında olarak hem de.

Mesela baş parmağınız olmasa her zaman kavrayabildiğiniz kadar sağlam kavrayamazsınız. Başparmağınızın olması bir sihirdir. Değerini onu kaybedince anlarız ne yazık ki. Kimse de tapmaz başparmağına. (Sorumu cevaplamadınız.) Ben başparmağıma taparım. Sonra sırasıyla bedenimdeki her uzva tapmaya başlarım. Hayattaki her şeye taparım, ayrı ayrı ve bütün olarak...

Ve işte hayatı bir sihir haline getirir bu. Zaten bir sihir içinde yaşıyorsam, hiçbir şeye tapmamaya başlarım, hiçbir şeyi sihir olarak görmemeye. Hayat hem sihirdir hem değildir. Siz seçin.

Yani aşk mesela, mutluluk mesela bir sihir midir? Bu kadar insan mutsuzken belki de öyledir. Barış sihir midir? Savaş çıkacağı zaman sorun, sihirdir, daha önce sorsanız değildi! Hayatın içindeki bir şey sihir midir, siz hayatı sihir olarak algılamazken? Ya da hayatı sihir olarak algılıyorsanız içindeki hangi şey sihir değildir? O nedenle başparmaklarımızın sihirle ilgisi, hayatın gündelik sihirlerinden haberiniz varsa yok, yoksa var.

Cumartesi, Haziran 14, 2008

20'li yaşlarına gelmeden çocuğumu asla sokmayacağım pasajlar

Neden böyle bir başlıkla dünya yazarlarından örnek pasajlar...
Kafka'dan, Cioran'dan, Hume'dan, Schopenhaur'dan, Thomas Bernhard'dan, Kafka'dan...

İşte şu nedenden:


Istvan Örkeny
1 dakikalık Öyküler

"Evde olmak"

.....
-Ne güzel değil mi? Bak bu tren bizi evimize götürecek.
-O zaman ne olacak ki?
-Evimize kavuşacağız!
-Peki ev ne demek? diye sordu çocuk.
-Bundan önce yaşadığımız yer demek.
-Orada ne var?
-Oyuncak ayıcığını hatırlıyor musun? Belki bebeklerin de duruyordur.
-Anneciğim peki orada gardiyan var mı?
-Hayır yok.
-O zaman, oradan kaçabilir miyiz?..

Salı, Haziran 10, 2008

Cumartesi, Haziran 07, 2008

Arpa boyu

(Romandan)

İnsanlar hep doğru insanı arıyorlardı. Ama neye göre doğru insan? Hatalarınızı hiç eleştirmeyen, sizi olduğu gibi kabul eden bir insan: Buna doğru insan diyorlardı, onun yanında kendilerini güvende hissediyorlardı... Oysa iyi bir ilişki için iki şey gerekliydi ve ancak ikincisi doğru insanı bulmaktı.

İki kişinin ortak ya da paylaşılan zaafları o insanları mutlu etmeye gerçekten yeter miydi. Bu karşılıklı kişilik bozukluğuna aşk diyen vardı! İlişkiler bize kendimizi iyi hissettirdiği için değil kendimizi daha iyi bir insan yapmamıza olanak tanıdığı için değerli değil miydi. Doğru insanı tanımanın çok iyi bir kıstası vardı: Onu bulduğunuzda görürdünüz ki siz pek de doğru bir insan değilmişsiniz.

Peki o zaman ne yapardınız?

Doğru insana iftira atardınız.

“İnsanlar birbirlerini oldukları gibi sevmelidir. Değiştirmeye çalışmamalıdır. Değiştirmeye çalışırsa bu onun olduğu halini değil dönüşeceği insanı sevmesi demektir...” diyordu Eric Fromm. Hemen atlanırdı. “İşte bak: Sen beni sevmiyorsun, kafandaki başka birini seviyorsun ve ona dönüştürmeye çalışıyorsun beni.” Bu lafları alkışlamayacak insan yoktu! Oysa insanı olduğu gibi sevmek bir bebeği doğduğu gibi sevmek değil miydi. İnsan sadece çocukların geliştiğini, büyüdüğünü düşünüyordu. Bilmeden hata yapana, çocuk deniyordu, bilerek hata yapana da yetişkin. Yetişkinlikten daha üst bir aşamaya ihtiyacımız olduğu açık değil miydi? Ya da boyu uzadı, yaşı büyüdü diye insana yetişkin dememeliydik…

İnsanların karşıdakini olduğu gibi kabul etmesi, karşıdakinin olabileceği insandan nefret etmesindendir, diyordu Adorno.


Adamın biri aşırı ishalden hastaneye gidiyor, yanlışlıkla psikoterapiste gönderiyorlardı. Seans sonunda arkadaşı soruyordu: “Ne oldu sorununu hallettin mi?” Şöyle cevap veriyordu: “Hayır ama artık kafama takmıyorum.”

Bu bir fıkra değildi... Aynısını yaşamıştım. Aynı lafı etmişti bir sevgilim bana. Çünkü onun sorunları nedeniyle birlikte gittiğimiz psikolog, Eric Fromm gibi “İnsanları olduğu gibi kabul edeceksin” diyen biriydi.

Şimdi bu psikoloğun söylediği şuydu: “Evet sizin böyle bir kusurunuz var, ama ne yapalım böyle yaşayacaksınız!” Buna bir de para veriyorsun! Yani hoşgörü bazen bir şey yapamamanın doğal sonucu olabilir, kendini yıpratacağına kabullenirsin, bükemeyeceğin eli, asla öpmezsin, bükmeye çalışmazsın, ama yapabilecekken yapmamanın mazereti olamaz hoşgörü...