Salı, Ağustos 31, 2010

İyi, kötü ve aptal

3 yanlış 1 doğruyu götürmez aslında.

Önce 2 yanlış bir doğruyu görünür kılar, 3. yanlış götürür doğruyu.

İnsanların yüzde ellisi bilinçsiz kötülük yapar, geri kalanın yarısı da bilinçli iyilik ve bilinçli kötülük.

İyiler, kötüler ve bilinçsiz kötüler.

İyi, kötü ve aptal.

Salı, Ağustos 24, 2010

Fakizm, yok sakizim, neydi başizim, belki de kaşizim (kendi sırtını)

http://www.taraf.com.tr/rengin-soysal/makale-hitler-de-wagner-dinlerdi.htm

"Son Fenerbahçe çıkışıyla da birleşince, sezdiğim başka bir şey aslında. Müzikteki başarısı onu yeterince tatmin etmiyor sanki. Ülke meselelerinde de söylenecek sözü olan bir entelektüel olduğunu kanıtlamak istiyor. Biraz da bazı entelektüellerin popüler figürlere ve onların yaşam biçimlerine hissettiği kıskançlığa ben...zer bir şeyler buluyorum bu tutkusunda. Onu da sanatıyla ulaştığı mertebe ‘kesmiyor’, ‘fikir adamı’ olarak görülmeyi arzuluyor, olmayınca da agresifleşiyor. Kısacası sadece müzikteki başarısıyla anılmaktan rahatsızlık duyan asıl kendisi."

Bir müzisyenin serzenişine sosyolojik olarak temelsiz görme eleştirisi getiren bir gazete yazarı, "sezgilerini" yazmakta sakınca görmüyor!!!! Sezgileri de dikkat ettiyseniz, "yazma" demeye çıkıyor, "çıkışma", "tepki verme" "ülke meseleri seni ilgilendirmez" "popülellere saldırma" vs

Faşizmi sıkı bir gazetemizin yazarlarına bile öğretemiyorsak!!!!

Cumartesi, Temmuz 10, 2010

UZAK ADA’M

İstanbul’a gelenlerin haydarpaşada inme klişesi vardır ya, oooo ne büyük şeher derler, korkarlar ya da cem yılmazın esprisini yaptığı gibi sen mi büyüksün ben mü büyüğüm görücez bakalım diye meydan okurlar, ben sana okuyum bak meydanı: Haydarpaşadan üsküdara varan sahil yolunda 3 büyük viraj vardır, her virajda istanbul biraz daha açılır sana, biraz daha büyür, ilk, açık deniz ve bakırköy sahili uzaktan, ikincisi, eski kent, saray ve beşiktaşa doğru, üçüncü, Allahın hakkı; Boğaz, ki bir koy sanırısın, oysa bir koy bin al, yolunda başın gider, pardon döner, taaa karadenize kadar ki şu an benim bulunduğum yer. Haydarpaşadaki o, bu ne büyük şeher diyen saf vatandaş, bu yoldan gelse bir, büyük değil sadece, büyüyen bir kent görür ve büyüklüğün önemli olmadığını, devamlı büyümedikçe küçük kalındığını anlar, da kendini yutacağından işte o zaman korkar esas, çünkü kimse istanbul kadar büyüyemez, hem muhteşem, hem kurdeşen. İşte sen haydarpaşayı gördün daha henüz sadece arkadaş…

Hayatının adamı

Hem, hayatının adamı, senin sevdiğin kadar sevmeyince seni, hayatının adamı olmaktan çıkabilir mi? Sen benim hayatımın adamısın ama ben senin hayatının kadını değilim! Ne saçma. Bazı durumlarda belki iki tarafın sevgileri de hemen hemen eşittir, ama birçok durumda iki sevgilinin ortak yanları ikisinin de birini, içlerinden birini sevmesi değil midir; sen beni, ben de beni, ne güzel, birbirimize bakmak değil aynı yöne bakmak, bana… Ben senin hayatının baş köşesine oturuyorsam hem, sen ancak benim kucağıma oturabilirsin…(Romandan)

Sarımsaklasak da mı saklasak

-Yusuf Bey geçen gün sarımsağı ne kadar sevdiğini anlatıyordu, yemek yaparken mutlaka katar, ellerimdeki sarımsak kokusunu çok severim, diyordu ağzı da kokuyor, o fark etmiyor. Anlattığı müşteri eşiniz-sevgiliniz ne diyor bu işe dedi, biraz da asılıyordu, bir şey demiyor dedi, anlamadı Yusuf Bey, kadının asıldığını anlamadığı gibi, ki anlasa da önemsemez, ağzı sarımsak kokan bir erkeğin eleştirilebilir olduğunu da anlamıyor, demeyeyim, bilmiyor, hiç bilmemiş, anlasa, sevgilim de seviyor derdi her halde, sevgilim beni sever...

-Sevgilim yok niye demedi.

-Konu bu değildi ki... Ağzı sarımsak kokuyor diye doğru insanı eleyen biri oldunuz mu bilmem ama sanırım sarımsak kokusuna rağmen doğru insanı seçebilecek birisiniz, ama sonra şikayet etmeye başlıyorsunuz. Alışana kadar siz de bir sarımsak atabilirsiniz ağzınıza, katılabilirsiniz sarımsağa, ve öpmek istediğiniz o ağza. Ama neye alışana kadar? Eşinizin ağzındaki sarımsak kokusuna değil sarımsak kokusunun kendisine. Sarımsağın gerçekten güzel bir kokusu olduğuna... İnsan sevmeye sarımsaktan başlamalı...

Pazar, Haziran 27, 2010

PORNO

http://www.haberturk.com/yazarlar/527072-porno-ile-ozgurluk-savunusu-yapmak
"Toplumlar bir kadını istemenin hakkını verebilen ve kadına layık olabilmek, onun gözüne girebilmek için kendini ehlileştiren, şiir yazıp icat yapan erkeklerin katkısıyla ilerlerler."

Bu hariç diğer söyledikleriyle asla anlayamayacağı bir konuda güzel konuşmuş-yazmış diye düşünebilirdim sayın hanım yazar için, ama bu yukarıdaki cümleler bir erkeklik aşağılamasıdır, bilmem pornoyo girer mi (ben gayet duygusal bir porno izleyicisiyim, giren çıkana bakmam), ama günümüzde porno kadar seyredilmeye başlandı. Erkeklerinkinden yüz kat daha tehlikeli bir kadın mastürbasyonu!

Salı, Mayıs 04, 2010

Kadınlar Anna Karenina’yı neden sever!

http://www.taraf.com.tr/rengin-soysal/makale-erkekler-anna-kareninayi-nicin-sever.htm

Hemen söyleyeyim, eksik ve yanlış okuduklarından…

Çoğu yazar ve eleştirmen gibi…

“Sevmekten ziyade sevilmeye olan ilgileri” diyerek erkeklere roman üzerinden taş atılacaksa, ancak benzer karakterdeki Kiti yok sayılarak başarılabilir bu. Kiti kendine aşık bir adamla, evlenmek için evlenen bir kadındır.

“Erkekler, ne kadar çok kadın tarafından, ne kadar sevildikleriyle alakadarlar daha fazla.” diyebilmek için, Anna’nın flörtçülüğünü görmezden gelmek gerekir. (Nobakov, Anna’nın aşkının cinsel bir aşk olduğunu, Tolstoy’un cinsel aşkın yürümeyeceğini anlatmak istediğini boşuna yazmamıştır.)

“Geçtikleri o sevgi yollarının nicesini tarumar ettikten, kim bilir ‘kaç Anna öldürdükten’ sonra.” diye erkekleri suçlayabilmek için şu yukarıdaki “romantik” gerçekleri önemsememek ve Kiti’yi “yaşatan” Levin’i de atlamış olmak gerekir…

“Erkeklerin Anna Karenina’yı sevmesinin bir diğer nedeni, onun cesaretine hayranlıkları.” diyebilmek için Levin’in anaç, yapıcı, bilge “cesaret”ini görememiş olmak gerekir.

“Son sebep, Anna Karenina’yı çok iyi tanımaları. Hayatlarına girmiş hiçbir kadını böyle yakından ve derinden tanımaları mümkün değil sanıyorum. (…) Bu da Tolstoy’un başarısı.”

Bunu da diyebilmek için, Anna Karenina’yı, doğru okuyamadıkları her erkek gibi okumaları yeterlidir kadınların…

Zaten öyle yapıyorlar.

“Koca” yazar değildir Anna Karenina’da Tolstoy, karısıdır o yazarın, kadın yazardır, kadıncı bir yazar.

Anaçlık ise çok daha üstün bir durum; kadıncı yazar ve kitaplarda bulunmadığı gibi (bence bu aptal sarışın edebiyatıdır), kadıncı kadınlarda da olmuyor (bu da harika kötü bir romandır).

Pazartesi, Şubat 08, 2010

Kadın Aldatması Manifestosu

Eleştirdiğim yazının tamamı burada: http://taraf.com.tr/makale/9896.htm

Ben dikkatimi çeken kısımları alıntılayacağım.

“Filmde, Jane’in keyfinin en yerinde olduğu vakitler, iki erkek arasında henüz bir karar veremediği, kesin bir tercih yapamadığı dönem.

Yani hiç birine tam anlamıyla bağlanmadığı zaman dilimi.

Demek ki her zaman buna dikkat edeceksin. İlişkilerini, çok bağlanmadan yaşayacaksın, her an bir başkasını seçmeye hazır gibi.

Sadakatin kendi duygularına olacak, (…)”

Yıllarca erkeklerin kadınlar arasında karar vermeden (ve keyifleri yerinde), bağlanmadan, hep başkasını seçmeye hazır, yani sadece kendi duygularına sadık yaşayışlarını anlamaya çalışmadan hep sadakatsizlikle suçlayan kadınlar şimdi şimdi düşünmeye başlıyorlar kendine sadakat kavramını; ama onu da yine erkeklerin değil kadının kendine sadakati olarak!

Acaba erkekleri bugüne kadar yanlış, fazla ya da gereksiz suçlamış olabilir miyiz muhasebesi yok!

Bayan yazardan devam: “Yılların ‘susuzluğu’, adeta genlerine işlemiş o yoksunluk, birdenbire maruz kaldıkları bolluk karşısında erkeklerde bir tür “davranış bozukluğu” olarak gösterdi kendini.”

Gülüyorum…

Bu yakıştırmalara gerçekten de gülüyorum… Çünkü cümlenin doğrusu rahatlıkla şu da olabilir, ve günümüzü daha iyi açıklar: “Yılların ‘susuzluğu’, adeta genlerine işlemiş o yoksunluk, birdenbire maruz kaldıkları bolluk karşısında KADINLARDA bir tür “davranış bozukluğu” olarak gösterdi kendini.


“Hiçbir şey eskisi gibi kalmayacak fakat mutlaka yeni değerler, yeni bir ahlak anlayışı alacak yerini. Böylesi daha hayırlı olacak belki de; ikiyüzlü kurallar kalkacak.”

Önce bir kadın ikiyüzlülüğü döneminden geçeceğiz, görüldüğü gibi geçiyoruz…


“Gelecekte, hâlâ sadakati öğrenememişse erkekler, sanıyorum kadınlar da mutsuz olmamak için farklı arayışlara girecekler.”

Gülüyorum!

Erkeklerde sadakatsizlik denen o “şey” kadınlarda olunca adı, “farklı arayışlar”… Ve kadınların haklı nedeni de var, “mutsuz olmamak için”!


“O durumda her kadın, yaşamında ihtiyaç duyduğu iki veya üç tip erkeğe yer verecek. Kendilerini seven, güvenilir, sadık, kafaca anlaştıkları, coşkuyu yaşadıkları...”

Nasıl bir kadın aldatması manifestosu cümlesi di mi…

Erkeklerin hakkı olmayan şeyler, kadınlar yapınca nasıl bir hak olarak sunulabiliyor!

Hem de artık erkekler aldatmıyor dikkat ettiyseniz, sadıklar!!!

Yani yıllardır şikayet ettikleri şeyi ortadan kaldırmaktan değil, erkeklerin yerine kendileri o şikayet ettikleri şeyin coşkusunu yaşamaktan söz ediyorlar…

Gülüyorum…

Tersine dünya diye bir film vardı, erkekler kadın kadınlar erkek mekanlarında, yer değiştiriyorlardı bir çeşit. Çok güzel diye düşünmüş, nasıl bir dünya kurmuş bakalım diye merak etmiş, ama biraz bakınca seyretmemiştim; bir dünya kurulmamıştı, sadece espri yapıyordu film: Küfreden, orasını kaşıyan, yere tüküren vs bir erkek yerine hoş bir bayanı o halde görmek komikti sadece…

Şu ise çok zekice komik: Dikkat edin de tahtıma ben ordayken oturmayın, demişti bir gösterisinde Cem Yılmaz; yerine geçmek isteyen acemiler için.



“Kadınlar için önemli olan yalnızca tensellik, sayı ve çeşitlilik olmadığından, bu kaliteleri taşıyan partnerlerle ve fakat birini diğerinden saklamadan bağlantılarını sürdürecekler.”

Birini diğerinden saklamadan…

Yazar hanımefendinin ne önerdiğinin farkında olduğunu sanmıyorum!

Gülüyorum…

Kadınlar yaparsa daha ahlaklı yaparlar demeye getiriyor sayın yazar…

Hadi yapın bakalım, ahlaklı yapabiliyor musunuz!

Yapamazsanız:

Bence kadınlar erkek aldatmasına, onu kendileri deneyimledikten sonra, bir daha bakmalılar. Uzaktan bakamadılar, anlayamadılar bunca yıl. Bunu bir hastalık gibi görürsen ilacını bulmaya çalışırsın; bunu erkelerin doğal hali diye düşünürsen suçlamazsın, bir ırkı doğallığından dolayı suçlayamazsın. Şu anki durum olabilecek en kötü durum bence: Siz yaparsanız biz de yaparız!!! Uyuşturucu baronlarını yakalamak için çeteye sızıp uyuşturucu bağımlısı olan bir polisin hikayesi gibi (RUSH idi sanırım filmin adı.) Bu kötü dönemin sonunda akıl sağlığını koruyabilmiş kadın kalırsa, erkeklerden sıkı bir özür dilemelerini bekliyorum.

Kadınların erkeklerden özrü.

Ve kadınların hemcinslerinden özrü: Cinsel özgürlüğü savunan, yani aldatma diye bir şeye inanmayan kadınları hariç tutacağız tabi ki, ama günümüzde erkekler yaptığı için biz de yaparız diyen (postmodern mi demeli) kadınlar, erkekler için hemcinslerinin yıllardır yaptıkları eleştiriye ihanetten fazlasını yapmıyor.

Salı, Ocak 26, 2010

“Feminist” manifestom

Yazının orijinali burada: http://taraf.com.tr/makale/9653.htm
Ben sadece bazı alıntılar yapacağım.

“Kadınlar sanat, siyaset ve ticaret alanlarında, akademik dünyada, medya sektöründe daha etkin rollerde var olmak isteyince benzediler erkeklere...”

“Sanmıştık ki kadınlar ‘erkeklere ait’ ortamlara girince, onlar da daha nazik, daha kontrollü, daha anlayışlı olmaya dikkat edecekler, en azından öyle görünmeye özen gösterecekler.”

“Ortaya çıkan sonuç, beklenenden farklı oldu. Kadınlar erkekleri ‘dönüştüremedi’ ama galiba kendileri değişti.”

“Maçları stadyumda izleyen kadınlar çoğalırsa, erkeklerin daha az küfredeceği öngörülüyordu, tribünlerdeki kadınların ağzı bozuldu.”

“Kadınlar içkili mekânlara gittikçe, erkeklerin aşırı içip sarhoş olmamaya itina edeceği varsayılıyordu, kadınlar ölçüyü şaşmaya, alkol duvarını aşmaya başladı.”

“Yönetim kademelerindeki erkeklerin, kadın meslektaşlarından, ılımlı, sakin ve olgun olmayı öğrenecekleri tahmin ediliyordu, kadınlar öfkeyi, acımasızlığı ve yırtıcılığı öğrendi.”

“Yoksa, bana kalsa, kadınlar erkeklerin özelliklerini taşıyacağına, erkeklerin bir parça kadınları taklit etmesini yeğlerim.”


******

“O zaman, insan davranışlarını belirleyen ve yönlendiren asıl saikin kadın veya erkek olmak değil, içinde bulunulan ortam ile şartlar olduğunu düşünmüştüm.”

Doğru bir yaklaşım ama ne yazık ki tüm metne yansıyamamış, taraf tutmuş sayın yazar, bariz kadınların tarafını tutmuş ve bu yüzden erkeksileşmiş…

Bence kadın manifestosu yazılacaksa şöyle bir yaklaşım gerekiyor:

“Sadece kendimiz de aynılarını çektiğimizde erkeklerin yüzlerce yıldır ne çektiklerini anladık!

Tüm bunlardan sonra hani o doğuştan getirdiğimize inanılan empati yeteneğimizi, o kadar da geliştirememiş olduğumuzu düşünmeye başlamalıyız…

Biz kadınlar, yakın bir gelecekte bu erkeksileştiren dünyayı gerçek kadınsı özelliklerimizle dönüştürmeyi öğrenmeli ve erkeklere de bunu öğretmeliyiz...

Çünkü kadınlar gibi olmamakla suçladığımız erkek milletinin yurdunda biz kadın olarak erkeksileşmekten kurtulamazsak, hiçbir erkeği erkeksi olmakla suçlamaya da hakkımız olmayacak. (Bu dünyada kendimizi kaybetmekten bahsetmeyelim bile, erkekler bu dünyada kendileri olamıyorlar bile!)

“Bizim kalemimiz çift cinsiyetli olmalı.” demiş Virginia Woolf… Sadece kadın bir yazar olmak istememiş; erkekleri de anlayan-anlatan bir yazar olmak istemiş; biz neden sadece kadını hisseden bir kadın-insan olmak istiyoruz? (Bu, erkeksi bir bakış.)

Neden sadece feministiz? (Bu, erkeksi bir duruş.)”