Perşembe, Ocak 28, 2016

GÜDÜ'K



Okumadığımız kitaplar hakkında nasıl konuşuruz diye bir kitap yazmış adam (Pierre diye biri). Güzel (ve tabii ki eski) bir saptaması (nasıl saptama olur o zaman?) var: “Kültürlü olmak şu ya da bu kitabı okumuş olmak değil, kitapların bütünlüğü içinde kendini bir yere konumlandırmayı bilmektir, yani onların bir bütün oluşturduğunu bilmek ve her unsuru ötekilerle olan ilişkisine göre bir yere yerleştirebilecek bir durumda olmaktır.”


Neden eski, yıllar önce bir şair demişti çünkü, yabancı: Bilinen edebiyatın tamamı ortak aklın diliyle yazılmış.


Ben de diyorum ki: Ortak da, acaba akıl mı…


Kadın erkek ilişkileri için tabii ki kendimden yola çıkarak bir saptamam var:


Bin adam tanır bir kadın, sonra bir gün biri farklı çıkar ve kadının kafasındaki erkek tanımını değiştirir. Buraya kadar hiçbir şey aslında, çünkü şuraya gelinmeli: Bu adam kadının kafasındaki kadın tanımını da değiştirir.


Budur bin bir gece masallarının gerçeği, bin gece masal, bin birinci gece gerçek…


Ya o erkeği, gerçeğini, ilk gece tanımışsan…


O zaman da sonraki bin geceyi boşa geçirmemeye bakmalısın, o erkekle hoşa, yoksa başka erkeklerle zaten boşa…


Konumuz gereği bunu şöyle uyarlayalım: Bin bir hece…


Bin hece kurmuşsun, aklına bin birinci hece geliyor; hemen anlıyor ve siliyorsun, ya da yakıyorsun; çünkü yalan, saf edebiyat, olmamış anlamında, mavi portakal... Ama senin aklına gelmeyip de Kafka’nın aklına gelince, işte… (Kafka çağdaş sayıldığı için onu örnek veriyorum çok daha gerilere gidebilirim)… Yıllar sonra, yollar sonra, önünde bin bir hece, hepsi yalan gelmiş o kadar zaman, dolan gelmiş, doldur boşalt yapmak lazım, bin birinci heceyi kurman gerekiyor, doğru heceyi, aydınlatman gerekiyor geçmişi…


Evrimsel sapma, yani raydan çıkma, çığır açmış denenlerin aslında çığırından çıkmış olması, bir doğru sapmaya ihtiyaç var…


Çünkü diktatörler neden idam ediliyor da Kafka’nın eserleri yakılmıyor… (Şunlar aynı şeyler: böceğe dönüşmek ve birinci olmak, birinci ölmek gibi bir şey ikisi de…)


Ayırmak lazım tabii: Kafka’nın yazdıkları edebiyatın korumasında: Kitabının arka kapağı kadar önemlisin demiştim Bay K’ya…


Kafka’nın kendisi akıl hastanesinin korumasında: Yazdıklarının yakılmasını istediyse beni hissetmiş olmalı, neden kendi yakmadığını itiraf ettirecekler yattığı yerde, rahatlayacak…


Peki Kafkaesk’i ne yapacağız; işte orada geliyoruz, bilinen edebiyatın tamamının ortak aklın diliyle yazılmış olmasına: Ortak da, akıl mı… Tüm dünya sınırları fazlasıyla geniş bir akıl hastanesi değil mi…


O yüzden yazıyorum, son 6 kitabım kaldı diye, yoksa 7 mi… Mahşerin 7 altılısı... Red kit'te cenaze levazımatçısı vardı, düello edeceklerin boyunun ölçüsünü alırdı tabutlarını hazırlamak için kıh kıh kıh gülerek... Yaşayan ölüler.


Çünkü uymuyor kötülük adamın iyi vicdanına… (Kötülük eşittir: Kötü hissetmek (birisi sana kötülük yaptı diye düşündüğünden, muhtemelen baban) artı kötülük yapmak (yani bariz olanlardan bahsediyorum, yoksa kötü hisseden de kötülük yapıyor hiç kimseye yapmıyorsa kendine) Rahatsızlık burada… İyi vicdanının farkında çünkü, hayatındaki en güçlü sertlik bu. Bu uyumsuzluk rahatsızlık veriyor ona, yoksa kötü olduğundan değil; ama kötü işte artık: Günahtan korkarak günah işliyor, günahkarın da güdüğü olur mu demeyin, işte. Başkaları nasılsa işliyor diye de devam ediyor. Diktatöründen asılmaz çünkü hiçbir halk. Yüz almış öğrenci gibiyizdir hayatta sene başında. Ama kaldıramıyor bunu. Yüz ulan… (Yüzüyorum, yüzüyorum, sonra bir zamanlar yüzemediğim aklıma geliyor ve yüzmem bitiyor diyor Kafka, ben böyle edebiyatın…) Ama: Hayat sınavından 30 bile alamamış adamı edebiyat hocası yapıyor edebiyat...


Ve bu kadar suçluluk kompleksi üzerinden yürüyen -sürünen- bu edebiyat bu kadar asla suçlu olmama bilincinde (bilinçsizliğinde) insanlar üretiyor, tüketiyor… Bu edebiyatın gerçekten okunmadığından, algılanmadığından değil, gerçek olmadığından… Gerçek değiller, kurgu bile değiller, kurgu gerçekten beslenir, gerçektir, ironi bile değiller… Tek gerçeklikleri var, yalan olmaları, yalan demek bile iltifat sayılır çünkü ikiyüzlü, pis yani, böceğe dönüşmeden pis zaten… Beni içine hiç alamaması böcek gibi asla hissetmediğimden değil, böyle sanırdım gençken; ama aslında kendisinin hiç böcek gibi, asla hissetmemesi; en ufak bir aşağılık kompleksinin olmaması, tam tersi un ufak bir büyüklük kompleksinin olması…


Bunlar bir de Allahın bencilleridir… Yazar ama yakmaz, yazarak yakmıştır zaten… (Yazmadan yaparak yakana da diktatör diyoruz işte. İki ucu boklu…)


Cioran için demişti biri, Çürüme diye bir kitabı var ya, çok doğru: Çürümeyi ilginç bulur, çürüyenleri değil.


Yakılsa aslında başlayacak edebiyat, gerçek edebiyat:


Başarı, ahlaklı olduğun için değil ihtiyacın olmadığı için yalan söylememekmiş. Öyle bir sistem kuruyorsun ki yani, yalan söylemek gerekmiyor… Daha ilerisi de var ama, yine, sistemi şöyle de kurabilirsin, kurmalısın: Yalan bile söylenebiliyor; çünkü herkes anlıyor zaten yalan olduğunu… Kurgu değil ama yalan… Cemil Meriç’in dediği değil: Olmak istediğin gibi görün, olduğun gibi değil! Çünkü her yalan bir yaratış, bu değil… Bu cümlesiyle yalan ile kurguyu gereksizce eşitlemeye çalışıyor çünkü adam, işte kafkaesk…


Yalan ayrı kurgu ayrıysa, o zaman başlıyor işte edebiyat, gerçeği…


Kadınlara falan tecavüz etmiyor yani güdük erkekler, sevdiğiniz o güdük yazarlar tecavüz ediyor…


Anna Karenina mesela, tabii ki güzelliklerinin yanında, kadına çok zararlı bir metin; onu gereksiz pohpohlamasıyla…


Issız Adam adamdaki değil kadındaki sorunu gösteren bir film. İyisinde anlamayacak kadar pohpohlanmışsınız, onu diyorum, çok dedim, o yüzden şimdilik böyle çalakalem.





Hoşçakalayım, sizinle paylaşmak zorunda kaldığım bu hayatta…