Pazartesi, Ağustos 27, 2007

Basılmamış romanımdan bölümler (yazarlık) 2

Milan Kundera “Roman Sanatı”nda Tolstoy’un Anna Karenina’yı ilk yazdığında Anna’nın trajik sonunu hak eden bir kadın olarak çizildiğinden söz eder. Ama romanın son hali bundan çok farklıdır. Anna o kadar antipatik değildir artık. Tolstoy’un roman yazma sürecinden ahlaksal düşüncelerini değiştirdiğini düşünmez Kundera. Daha çok yazma sürecinde kişisel ahlaksal inancından farklı bir sesi dinlediğini düşünmektedir. Bunu “roman bilgeliği” diye adlandırır: “Bu da büyük romanların her zaman yazarlarından daha akıllı olduğunu açıklar.”

Şimdi biraz ara verin...

Şimdi şunu okuyun.

Bu da işte, büyük yazarların çoğu kez eserleri kadar akıllı olamadıklarını açıklar.

Kundera beni duymamış gibi devam eder: “Yapıtlarından daha akıllı olan romancılar meslek değiştirmek zorundadırlar.”

Ona en iyi cevabı, Stefan Zweig, Tolstoy için şu dedikleriyle vermektedir: “Yaratmış olduğu kişilerden çok daha acıklı durumlara düşen yazarlar yaşamayı bırakabilirler...”

Şimdi Tolstoy ne yaratmış; hayatın tasarımını bulabileceğimiz bir eser; büyük eserler için böyle denebilir değil mi? Peki bu Tolstoy’un ne işine yaramış? Kendi yazdığı ve diyelim “roman bilgeliğine” eriştiği eseri Tolstoy’da birşeyler değiştirmediyse ne okumuza yaradı? Tek başına bir ok, sağlam, dengeli, usta işi; ama... yaysız.

“Roman bilgeliği”ne tamam ama hayat bilgeliği nerede? Hayat bilgeliğine yaramayan roman bilgeliği yaysız ok değil mi? Bir oku mızrak gibi atmaya çalışan bir insan değil mi “bilge” Tolstoy yaşamda.

Hayatın tasarımını yakaladıkları konusunda da şüphelerim var ya, neyse!

“Kendime rağmen bir yazı geliştirecek halim yok.” diyordu bir yazar. Hali yoksa bir şey denemez tabii ama tam da yazar hayatı budur; kendine rağmen bir yazı geliştirmek ve böylece kendini geliştirmek. Yazarlık yaparak kendini büyütmek.

Yazdığı eserin kurgusunu, dilini, vesairesini kusursuzlaştırmaya çalışıp kişiliğini kusursuzlaştırmaya çalışmayan, öyküsünden fazlalıkları atmaya uğraştığı halde zaaflarını azaltmaya çalışmayan insanın sadece ortalama bir değeri vardır. Edebiyat yazarlarının diğer meslektekilerden daha fazla şey biliyor olmalarının da çok önemi yoktur; eğer tümü de hayatın içinde birbirine benzer hatalar işliyor ve bunu da insanilikle açıklıyorlarsa... Kutsal olmaya çalışmak gerek, çünkü kutsal var...

Edebiyat, sanat müthiş bir anahtardır ama her kapıyı açmaz... Sanat hayat içindir. Asıl deha bunu başarabilmektir.

Yazarın eserini her şeyi gören bir Tanrı gözüyle anlatmasına bir anlatım tarzı olarak itiraz edilir. Tanrı yazar öldü, denir. Ama üslubu bir kenara bırakırsak ben şunu derim: Bir yazar Tanrı gibi düşünmeye çalışmıyorsa, yazar gibi de düşünmeye çalışmıyordur. Tabii derdimiz yazarlık olmadığından: Bir insan Tanrı gibi düşünmeye çalışmıyorsa, insan gibi de düşünmeye çalışmıyordur.

Oysa çoğu yazar kendi yazdığını bile düşünmez kendi kitaplarını, kahramanlar kendilerini yazdırmıştır yazara! İlham perisi girmiştir yazarın içine! Nerden biliyorsak peri olduğunu, ya şeytansa... Geçelim! Böylece bu yazar da kendinin değil yapıtının önemli olduğunu düşünecektir, gereksiz bir kendine güvensizlik ya da yapıştırma bir alçakgönüllülükle.

-Alçakgönüllülük insanı yüceltir ama!
-Yücelmek için mi alçakgönüllü davranıyorsun!

İlham perisinin içine girdiğini söyleyen yazar da aynını yapıyordur. Alçakgönüllü gibi gözükerek yüceltilme isteğini saklıyordur, ya da bu yolla ima ediyordur…

(Devam edecek)

Çarşamba, Ağustos 22, 2007

Basılmamış romanımdan bölümler (Yazarlık) 1

Yazar birşeyleri var etmek için yazar; kendini ya da yazarlığını. Yazarlığını var etmek için yazıyorsa ve başarısız olursa kendine dönebilir. Başarılı olması ise daha tehlikeli bir çıkmazdır. Tehlike kendini başarı maskesi altına gizlemiştir, olumlunun arkasına. Artık yazar olmak, kendi olmaktan baskın hale gelebilir. Birçok iyi yazarın çıkmazı bu olabilir...

Bir genç yazar şöyle demişti ilk kitabımdaki bir ressam karakteri ile ilgili olarak:
-Ressamda senin kişiliğin ortaya çıkıyor, “Ünü istemem, yan cebime koy.” diyor ya ressam!
Ne diyeceğimi bilememiştim...
-Beni yanlış okumuşsun, çünkü tam tersi karakterde biriyim; bu önemli olmasın diyeceğim; ama... Sen öykümü de yanlış okumuşsun! Çünkü ressam da tam tersi karakterde biri. Okuduğunu iyi okumadan yazar olmak tek şartla mümkün olabilir; insanları iyi okuyorsan. O yüzden beni yanlış okumana sitem etmeden edemeyeceğim; iyiliğin için. Umarım sadece benle ilgilidir, bana olan önyargınla. Korkma, önyargılı olmak sadece iyi insan olmaya engel, iyi yazar olabilirsin hâlâ. Hatta önyargının üzerine gidersen; çözmek için değil tabii ki daha da yoğunlaştırmak için, daha iyi bir yazar olma olasılığını da artırabilirsin. Tek riski var; insan olmaktan uzaklaşabilirsin; bazı iyi yazarlar gibi...

Bazı iyi yazarlar bu tavizi vermişler midir. Şeytanla mı anlaşmışlardı yoksa, bazı iyi yazarlar...

Tolstoy’a “Kardeşiniz de bir yazarı yazar yapan tüm erdemlere sahipti o neden yazar olmadı.” diye sormuşlar. “Haklısınız ama kardeşim bir yazarı yazar yapan zaaflara sahip değildi.” diye cevaplamış Tolstoy. Yorumcu şöyle diyor: “Tolstoy’un kastettiği yazarın bir zaaflar reçetesine gereksinim duyduğu değildir. Yazar kimliğini taşıyabilecek kişinin kendi kimliğine bütün artılarıyla ve eksileriyle sahip çıkabilecek kişi olabileceğini vurgulamaktır. Sanat tarihi kişiliğinde taşıdığı tüm zaaflara rağmen sanatçı olabilmiş büyük sanatçılarla doludur, ama kişiliğini yadsıyarak sanatçı olabilmiş kimseye sayfalarında yer vermemiştir.”

Güzel laflar, sanırım doğru laflar. Ama Tolstoy’un cevabından bir şey daha çıkıyor! Tolstoy tüm zaaflarına “rağmen” yazar olabilmekten söz etmiyor, tam da zaafları “sayesinde” yazar olabilmekten söz ediyor.

Zaaftan arınma düşüncesi yok. Zaaflardan arınmak ve daha iyi bir insan olmak için gereken çaba, yazma eylemine harcanan çabadan çok daha gerilerde kalmaya mahkum... İyi yazarların karakterli insanlar olamaması bundan değil mi?

Yazarın zaaflarıyla yazar olduğu düşüncesi, insanın zaaflarıyla insan olduğu düşüncesinin, bu gerici kabullenişin bir eşi...

(Devam edecek)

Salı, Ağustos 21, 2007

No fear, good year


Kaş'ta gördüm. Yıllar önce.
Üzerime olmadı.
Alacağım dedim, duvara asarım.
Kapıya astım güzel durdu.
Annem gelip bunun ne işi var burada diye sanırım, indirdi, ben yine astım.
Sonra kütüphanenin bir katına perde gibi koydum, üzerinde ağırlık olarak birkaç kitapla.
Arkasına bakıyordu millet oraya kitaplar sakladım diye.
Gizlenen kitaplar devrini yaşamadım ben, neyse.

(Bir foto fikri daha geldi aklıma kitapları işlevsel olarak kullandığım, onu da bir dahaki gönderiye koyayım.
Yani kitaplardan epeyce sıkılmışım görün, eşya niyetine kullanıyorum onları, artık dağıtıyorum dostlara.
Paul Auster'in bir romanında yatağı kitap yığınının üzerinde olan bir kahraman, belki kendisi, belki hayalindeki kendisi, vardı, hatırladım.
Benim fetişistliğim yok kitaplarla bu tarz, hatta küçümsüyorum onları, yazarları küçümsediğim kadar.)

Neyse konuya dönelim.

Tişörtte okuduğunuz cümlenin altında da şu yazıyor:
"Cause others have problem with loosing..."

Coco.
Çevirir misin.
Çevrilmiyorsa yeniden yazar mısın Türkçe'de...
Sana zahmet, bana konu…

Evde kitap

Ne zormuş kitap fotoğrafı çekmek. Fotoğraf makinem iyi değil tabii ama yine de sırtları okunacak şekilde çekerim diye düşünmüştüm. Fotoları kalırdı böylece hatıra. Bu kadar net çıkabiliyor anca.

Öndekiler kim?

Soldaki “saçma” saçlarını okşayınca dileğini gerçekleştiren cin…
Ortadaki “amca”, böyle bir bilgeliğe ulaşmamı dileyen bir arkadaşımın hediyesi…
Sağdaki “kardan adam” arkasında “seni yazar yapıcam sohtorik” yazılı bir başka hediye.
Başaramadı...

Pazartesi, Ağustos 20, 2007

Muradiye Kütüphanesi


Kitap bilincine sahip arkadaşlara 2 yıllığına kitap ödünç veriyorum. Hiç geri istemeyebilirim de. Not: Bu hizmet self-servistir.