Milan Kundera “Roman Sanatı”nda Tolstoy’un Anna Karenina’yı ilk yazdığında Anna’nın trajik sonunu hak eden bir kadın olarak çizildiğinden söz eder. Ama romanın son hali bundan çok farklıdır. Anna o kadar antipatik değildir artık. Tolstoy’un roman yazma sürecinden ahlaksal düşüncelerini değiştirdiğini düşünmez Kundera. Daha çok yazma sürecinde kişisel ahlaksal inancından farklı bir sesi dinlediğini düşünmektedir. Bunu “roman bilgeliği” diye adlandırır: “Bu da büyük romanların her zaman yazarlarından daha akıllı olduğunu açıklar.”
Şimdi biraz ara verin...
Şimdi şunu okuyun.
Bu da işte, büyük yazarların çoğu kez eserleri kadar akıllı olamadıklarını açıklar.
Kundera beni duymamış gibi devam eder: “Yapıtlarından daha akıllı olan romancılar meslek değiştirmek zorundadırlar.”
Ona en iyi cevabı, Stefan Zweig, Tolstoy için şu dedikleriyle vermektedir: “Yaratmış olduğu kişilerden çok daha acıklı durumlara düşen yazarlar yaşamayı bırakabilirler...”
Şimdi Tolstoy ne yaratmış; hayatın tasarımını bulabileceğimiz bir eser; büyük eserler için böyle denebilir değil mi? Peki bu Tolstoy’un ne işine yaramış? Kendi yazdığı ve diyelim “roman bilgeliğine” eriştiği eseri Tolstoy’da birşeyler değiştirmediyse ne okumuza yaradı? Tek başına bir ok, sağlam, dengeli, usta işi; ama... yaysız.
“Roman bilgeliği”ne tamam ama hayat bilgeliği nerede? Hayat bilgeliğine yaramayan roman bilgeliği yaysız ok değil mi? Bir oku mızrak gibi atmaya çalışan bir insan değil mi “bilge” Tolstoy yaşamda.
Hayatın tasarımını yakaladıkları konusunda da şüphelerim var ya, neyse!
“Kendime rağmen bir yazı geliştirecek halim yok.” diyordu bir yazar. Hali yoksa bir şey denemez tabii ama tam da yazar hayatı budur; kendine rağmen bir yazı geliştirmek ve böylece kendini geliştirmek. Yazarlık yaparak kendini büyütmek.
Yazdığı eserin kurgusunu, dilini, vesairesini kusursuzlaştırmaya çalışıp kişiliğini kusursuzlaştırmaya çalışmayan, öyküsünden fazlalıkları atmaya uğraştığı halde zaaflarını azaltmaya çalışmayan insanın sadece ortalama bir değeri vardır. Edebiyat yazarlarının diğer meslektekilerden daha fazla şey biliyor olmalarının da çok önemi yoktur; eğer tümü de hayatın içinde birbirine benzer hatalar işliyor ve bunu da insanilikle açıklıyorlarsa... Kutsal olmaya çalışmak gerek, çünkü kutsal var...
Edebiyat, sanat müthiş bir anahtardır ama her kapıyı açmaz... Sanat hayat içindir. Asıl deha bunu başarabilmektir.
Yazarın eserini her şeyi gören bir Tanrı gözüyle anlatmasına bir anlatım tarzı olarak itiraz edilir. Tanrı yazar öldü, denir. Ama üslubu bir kenara bırakırsak ben şunu derim: Bir yazar Tanrı gibi düşünmeye çalışmıyorsa, yazar gibi de düşünmeye çalışmıyordur. Tabii derdimiz yazarlık olmadığından: Bir insan Tanrı gibi düşünmeye çalışmıyorsa, insan gibi de düşünmeye çalışmıyordur.
Oysa çoğu yazar kendi yazdığını bile düşünmez kendi kitaplarını, kahramanlar kendilerini yazdırmıştır yazara! İlham perisi girmiştir yazarın içine! Nerden biliyorsak peri olduğunu, ya şeytansa... Geçelim! Böylece bu yazar da kendinin değil yapıtının önemli olduğunu düşünecektir, gereksiz bir kendine güvensizlik ya da yapıştırma bir alçakgönüllülükle.
-Alçakgönüllülük insanı yüceltir ama!
-Yücelmek için mi alçakgönüllü davranıyorsun!
İlham perisinin içine girdiğini söyleyen yazar da aynını yapıyordur. Alçakgönüllü gibi gözükerek yüceltilme isteğini saklıyordur, ya da bu yolla ima ediyordur…
(Devam edecek)
Pazartesi, Ağustos 27, 2007
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder