Cumartesi, Mayıs 26, 2007

Çapkınlığın Dayanılmaz Ağırlığı

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde iki tür çapkından söz edildiğini söyler Milan Kundera: “Lirik çapkınlar (her kadında kendi ideallerini ararlar) ve epik çapkınlar (kadınlarda kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ararlar.)”

Epik çapkının tek bir kadın yönelmiş halini düşünelim... Kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini tek bir kadında arıyordur bu adam. Montaigne’in “Bir insanda insanlığın tüm halleri mevcuttur” lafından hareketle böyle yapıyordur herhalde ve doğru yerde, insan ırkının ruh çeşitliliği konusundaki en verimli örneğinde dolaşıyordur. Seçtiği kadının o balta girmemiş (ya da girmiş) ruhunda bir gezgin, bir kaşif gibi ilerliyor, farklı (t)avlama yöntemleri geliştirerek kendi avcı ruhunu da tatmin ediyordur… Bu tarz bir çapkınlık kadınlar için tapılası bir şeydir herhalde. “Kadınlığımın en gizemli taraflarını ortaya çıkartıyor…”

Ama olmayabilir de… Kadının değişik ruh durumlarının ortaya çıkarılması ve farklı hayat olasılıklarının keşfedilmesi, bir hazinenin gün ışığına kavuşturulması olarak önce çekici gelecektir, evet; ama kadının bir zamandır, belki bir hayattır kafasında oluşturduğu belli bir kadın tipi vardır, ya da adamın ortaya çıkarttıklarından birine daha fazla yakınlık hissetmiştir… İdeal bir kadınlık durumu olmayabilir bu, ama kadının “ben buyum” dediği bir durumdur. Seçimidir kadının. Seçen cins olduğundan, seçimlerinde daha inatçıdır kadın; değişmez, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemezdir seçimleri, anayasadır… Bundan uzaklaşılmasını, farklı olasılıkların araştırılmasını hakaret kabul edecektir…

Başka birine kur yapılmasına nasıl çapkınlık deniyorsa, seçtiği ruh halinden başka bir haline kur yapılmasına da çapkınlık diyecektir kadın.

Şeytani şımarık…

Yani bu derinlemesine çapkın, ruh gezgini, karakter kaşifi… de mutlu etmeyecektir kadını.

Şu metin şimdi buraya uyar:

Her seferinde yeniden kur yapıp
her seferinde yeniden tavladığım
her seferinde farklı taktikler uyguladığım halde
hep aynı şekilde teslim oluyordu.

Pazartesi, Mayıs 21, 2007

Sen onu uyurken seyrettin mi hiç?

Usulca yaklaştım yanına. Kışın bile çıplak yatardı, ama yazın bile yorganla... Yorgana sarılır sevişirdi sanki. Pike vereyim derdim sıcak yaz gecelerinde, terlersin. İstemezdi. İç gıcıklayıcı bulduğunu söylemişti terlemeyi. Sevişmeyi hatırlatırmış. O en anlaşılmaz, en yoğun, akıl çelici heyecanı. Ruhun kokusuymuş ter. Sarılıp yastığından alırdım kokusunu gelmediği geceler. Yorganı yalnız yatardı.

Gecenin bir saati. Konu komşunun sabah olunca onu böyle mal meydanda uyuyor görebilecek olmalarına aldırmayarak gün ışığıyla uyanmak için perdelerini örttürmediği pencereden girip sırtına vuran dolunay ışığının altında benimle değil de yorganıyla sevişmiş de rahatlamış uyuyor. Poposuna bakıyorum... İki yuvarlak et parçacığı... Tam avuçlarıma göre. Gidip geliyorlar. Bana zevk vermek için uğraşıyorlar. Bize demeliyim! Diğerleri nasıl avuçluyordur acaba? Diğerlerininkini nasıl avuçluyordur?

- Havanda değilsin?
- Başka biriyle seviştiğini düşündüm bir an...
- Yapmaa...

Poposundaki elimi çekmemden anlardı. Yine de işine devam eder, rahatlardı boşalarak... Belki de o anlarda, boşalmasını sağlayabilmek için kurardı diğerlerinin hayalini... Belki en başından beri...

- Sen benim için bir şey yap!
- Söyle nedir?
- Başka birisiyle seviştiğimi düşün.
- Bunu düşünmediğimi mi sanıyorsun?
- Peki? Ne hissediyorsun?
- Tahrik oluyorum... Bazen, havamda olmadığımda, böyle tahrik oluyorum...

Gülen suratına bakardım. Dalga geçip geçmediği belli olmazdı hiç. Ya duygularını çok iyi saklardı ya da duygusuzun tekiydi tek kelimeyle... Ama tam ona hissettiklerimi anlatacağım bir yol bulduğumda böyle sıyrılması beni deli ederdi...

Sonra sırtındaki yara izine kaydı gözüm. Eski bir sevgilisinin yaptığını söylemişti.

- Nasıl?
- Nasıl olsun, bıçakla...
- Hayır, niye yaptı?

Kötü bir anıyı değil de bir başarısını anlatacakmış gibi duruyordu...

- Onu aldattığın için mi?
- Yok canım! Bir tartışmaydı sanırım. Basit bir şey!

O basit şeyi tahmin edebiliyordum... Haksız olduğu ender durumlarda bile yine kendini haklı çıkaran mantıklı söylemleriyle kadını çileden çıkarttığı bir an... Doğru gözüken ama duygudan uzak, aşağılayıcı, size bir sinek kadar bile değeriniz olmadığını hissettiren sözlerini akıtmış, karşı koymaya çalışmanıza aldırmayarak arkasını dönüp gitmeye kalkmıştır. İşte tam o sırada... arkadan, sırtına! Helal olsun kadına... Bıçağın sadece ucu girmiş olmalı, çok büyük bir yaraya benzemiyor. (Ay ışığının altında çok etkileyici duruyor. Ondan bu yüzden de nefret ediyorum. Yarayı bile kendine yakıştıran adam!) Eminim o acıyla geri dönüp kadına haddini bildirmiş olmalı. Bir tokat... Ve kadını kendine bir kat daha âşık etmiştir, bilmeden. Bilmeden âşık eder. Anlamazsınız bile ne olduğunu. Aşkın özelliği değil bu, onun özelliği. Bir erkek hem şefkat hem saygınlığı nasıl uyandırır bir arada... Hem çocuğunuz hem babanız nasıl olur aynı anda... Ona bu yüzden mi kızamıyorum? Ona bu yüzden mi kızamıyoruz?

Sonra yaranın ameliyatla alınmış önemsiz bir çıban olduğunu söyleyip katıla katıla gülüyor; kaleciyi ters köşeye yatırmış futbolcu gibi seviniyor...

- Yine de iyiydi senaryon...

Yine de bilemezsiniz hangisinin gerçekten yaşandığını, hangisini o an kurduğunu... Bu belirsizlikte saklanıyor işte... Elde edilemezliğinin, tahmin bile edilemezliğinin kalesi bu belirsizlik... Dokunulmazlığı onun...

- Ne çok benin var.
- Sen onlara ‘sen’ demelisin!

Ben dokunacağım ama ona! Öncekilerden daha derine hem de... Kalbine! Arkadan bıçaklayamam onu, hayır... Bu hainlik olur.

- Seni hiç aldatmadım!

Doğruydu bu. (Onu haklı bulmaktan nefret ediyorum!) Gerçek her zaman gözümün önündeydi. Ne yalan söyledi, ne saklamaya çalıştı. Doğruyu söyledi her zaman; ama arada, doğru olmayanlarla birlikte. Çoktan seçmeli bir sınav gibi. (Beni sınama hakkını ona kim verdi?)

Ama o bir hain değil... Duygularıma istediğim gibi karşılık vermemesi onu bir hain yapmaz. Kendi hayatını yaşaması onu bir hain yapmaz.

Ve ben de hain değilim... Ben de kendi hayatımı yaşadım. Onun sadece benim olması için çalıştım... Bunun için her şeyi yaparım... Evet her şeyi... Kendi hayatımı yaşamaya çalıştığım için de ona ihanet etmiş sayılmam...

Hain olmam... Eğer onu sırtından değil de kalbinden bıçaklarsam tabii...

******

İnanabiliyor musun? Onu öldürecektim... Ona sahip olabilmek için onu öldürecektim... Aşkımı öldürecektim... Dünyadaki biricik aşkımı... Ama ölmemesi gerekiyordu. O kadar çok yapacak şeyi var ki! Onu öldürseydim beni asla affetmezdi! (Onun gibi konuşuyorum değil mi?) Katil olmayı umursadığım yoktu ama ona kötülük yapmış olacaktım...

Neden fikir değiştirdiğimi de biliyorum. Çünkü yüzünü döndü! Hayır hayır, uyandığından değil, uykunun arasında öyle öbür yana dönmüştü, benden yana, ay ışığından yana... Onu kalbinden bıçaklamak istediğim için bana yardımcı olmaya çalışıyordu sanki. O mu yardımcı olmaya çalışıyordu, yoksa Tanrı mı? Tanrı bir insana katil olması için yardım eder mi? Biliyorum, ona sorsan, eder, derdi... Katil olmak kötü bir şey değil, derdi... Kötü dediğimiz şey kötü bir şey değil, derdi... Kötü, bir sıfat sadece, derdi, iyi’den hiçbir farkı yok. Tek farkı daha az tercih ediliyor olması...

O zaman benim yapacağım şey de kötülük değildi! Onu öldürdüğüm için beni kötü olarak göremezdi... Görüyor musun, onun tezini ilk defa ona karşı kullanabileceğim bir yerdeydim, ama ölüm döşeğinde! Bunu söylesem mi diye bile düşündüm uyandırıp... Öyle elimde ekmek bıçağıyla... Gülmeme bakma, delirmiş falan değilim... Gerçekten! O olsa, delirmek sarhoşluğa benzer bir açıdan, derdi, kimse deli ya da sarhoş olduğunu söylemez... Bir iş yaparken, ya da düşünürken bile, kendine dışardan baktığını, sadece düşünmediğini, düşündüğünü düşündüğünü, bu yüzden kendi kendini engellediğini, bu yüzden bazen deli ya da sarhoş olmazsa çalışamadığını da söylerdi... Şuraya baksana... Onun felsefeleri gelmiş aklıma. Ölen o, hayatı film şeridi gibi gözleri önünden geçen benim! Delirmeyeceksek içelim, derdi o yüzden... İntihar etmeyeceksek sarhoş olalım... O yüzden içiyorum işte, delirmemek için. Yoksa intihar etmemek için mi? Öyle elimde ekmek bıçağıyla arkamdan ay ışığı vururken gölgem sevgilimin üzerine düşmüş... Üzerine serilmiş... uzanmış... yatmış... Onunla sevişmek istedim... Boşalırken suratındaki o ifade... Benim orgazmım da bu işte... Böyle uyuyan bir insanı nasıl!!! Küçük burnu, kocaman kafası, çenesi, o harika profili... Öyle güzel ki... Öyle mutlu... Melek gibi... Sen onu uyurken seyrettin mi hiç?

Hiç uyudun mu onunla!?

Herkes uyurken melek gibi midir böyle... Bebek gibi... Bebeğim gibi... Nasıl yaparım... Nasıl yapabilirdim...

Onu öldüreceksen, bak söylüyorum, kesinlikle arkadan vuracaksın... Hain desinler... Yılan karı desinler... Ne derlerse desinler... Yüzünü dönmesini beklemeyeceksin. Kesinlikle arkadan... Hain olmadan ona zarar veremezsin çünkü!

Ha şunu da söyleyeyim, tavsiye verir gibi konuşmama bakma, böyle bir şey yaparsan, benim için en büyük hainsin... Gözümü kırpmam...

Onun kılına dokunursan... Anladın mı!

Pazar, Mayıs 06, 2007

Aptallar ve âşıklar

Bir zamanlar birbirleri için çarpan yürekler vardı ama hiçbiri diğeriyle aynı hızda çarpmazdı.
O zamanlar rasgele dolaşan iki insan -biri erkek biri kadındı- bu yüreklerden ikisine rastladı.
İkisi de rasgele birisini aldı.
Artık yürekliydiler, o yüzden aşka cesaret edebildiler.

Bir süre mutlu yaşadılar.
Sonra biri, yüreğinin daha hızlı çarptığını fark etti ve daha fazla âşık olduğunu anladı.
O günden sonra da elinde bile olmadan, tamamen yüreğinin dikine, her şeyi diğerinden daha fazla yapmaya başladı:
Tüm fedakarlıkları, tüm ince düşünceli hareketleri, tüm iyilik ve güzellikleri...
Diğeri durumdan hoşnuttu.
Keyfine baktı.

O günden sonra herkes bu keyfi yaşamaya çalıştı.
İnsanlar hep az sayıda üretilen, o daha hızlı çarpan yüreklerin sahiplerini aradılar.
Yeri geldiğinde yüreklerini daha az hızlı çarpan bir başkasıyla değiştirmeye çalıştılar.
Seninkinden daha hızlı çarpan bir yüreğin sahibini bulmak aşktı, sana olunan aşk.
Yüreğini daha az hızlı çarpan bir başkasıyla değiştirmek ise olgunlaşma…
O günlerden bugüne hiç aptal âşık kalmadı.
Herkes âşık, kimse aptal değil…

(Devam edebilir...)