Perşembe, Haziran 25, 2009

KİTAP GİBİ ADAM

(...)
ADAM: Egoist kadının çocuk doğurmasına karşıyım, benden çocuk doğurmasına tamamen karşıyım.

KADIN: Ben de düşüncesiz erkeğin baba olmasına. Biliyorum ki beni nasıl düşünmüyorsa ilerde çocuğunu da düşünmeyecek. Böyle bir erkek tohumlarını asla içime bırakamayacak.

ADAM: Karnında çocuk varken ya da daha sonrasında seni aldatana kadar çoğu erkek senin için kendi hislerini yok sayabilir. Kendine güvenen ve çocuğuna da bu güveni verecek bir erkek istiyorsan, o erkek sana kendi duygularından söz edecektir. İleride çocuğunun babası olacak kişinin duygularından.

Perşembe, Haziran 18, 2009

Kristal Alma

2. kitabımın kitap kapağımı yapan, güvendiğim, bu yüzden, 3.ve 4. kitabımın kitap kapağını yapması için aylar önceden konuştuğumuz (fikri her şeyi söylemiştim, basit, ama yaratıcı, kaliteli bir iş olabilirdi) arkadaşım aylardır hiç haber vermediği halde nasılsın dedi, msn den. İdare ediyorum, şu sorunlarım var, diye 2 kısa cümle kurduğum halde, hiç ilgilenmeyip hayatımda ilk olan bir şey yaşadım, dedi, Kristal Elma aldım…

BRAVOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOO

Zaten sen bu dünyaya Kristal Elma almak için geldin……………….

Durdum ve kutladım. Sadece kutladım…
Yıllar önce, yeni ayrıldığım ajanstan bir arkadaş bende davetiye var gelebilirsin Kristal Elma törene demişti, benim de bir işim yarışacaktı…
Sonra aramadı, ödül gecesi, evde tv seyrederken, yanındaki bir arkadaş aradı ve senin işin Elma aldı dedi sevinçle, kutlarım.

Allahım nasıl güzelllllll insanlar eğleniyorlar orada

DadA
DAD

AD
A
D
A
D
A
A


Yine yıllar önce, sabah yatakta çıplak yatarken işe gideceği için kalkıp giyinip beni öpen, beni hatırla diye espri yapmama seni hatırlayacağım diyen, beni biraz önce günlüğümü okuduğundan terk ettiğini sonradan öğrendiğim sevgilim, bir kristal elma töreninde, yüzlerce kişilik gösteri salonunda numaralı koltuklarda tam önümde oturuyordu…

Tüm gece orada önümde hiç konuşmadan muhtemelen rahatsız oturdu, muhtemelen diken üzerinde; aylar önce, siken üzende (Çok kadınsıdır edebiyatımız, benim bildiğim: Sik kelimesi geçmeyen bir edebiyat olur mu yahu!!!)

Bu sene 2009 Kristal Elma alanlarını toplu halde gördüm gazetede en önde ortada duruyordu...


Yıllar önce yurt dışına büyük bir reklam ödül almaya giden bir arkadaşıma tek tavsiyede bulunmuştum; uyuşturucuya bulaşma…

Yüzlerce ödül aldı; ama ilk ödülün aldıktan sonra döndüğündeki söyledikleri hep aklımda; kumsalda sanırım tüm kadınların kucağına atlayacağını düşünmüş: “Bişi de değişmedi pek abi ya…”

Türkiye’nin en iyi reklamcılarından biri şu anda…

İlk ödülümü aldığımda, ki sadece 2 senelik falan reklam yazarıydım ve reklam yazarıyım demezdim; telefonla arayıp yine haber vermişti ajans patronumuz, ben evdeydim; fazla bütçesi olmadığından küçük ajansımızı, davetiye satın alınamamış diye düşünmüştüm (davetiye niye satın alınır ki!) ama başka bir ders vermeye çalışıyorlardı belki de; değilse de ben o gün almıştım…

Alacak olan alır sadece; diğerleriyle ne kadar uğraşsanız beyhude…

Bir Kristal Elma daha iyisiyle kötüsüyle böyle geçti benim için… Bu kadar kaliteli, gerçekten yazartıcı işlerin yarıştığı ödüllerde, işler hariç bazı insanları düşününce… Erovizyon geldi nedense aklıma…

Dostlar bile oy vermiyorsa…

Salı, Haziran 16, 2009

Şeytan iyiliğinizi versin!

Tanrı, meleklere Adem'in önünde diz çökmelerini emrettiğinde Şeytan şöyle demiş: "Önünde diz çökülecek tek şey Tanrı'dır. Eğer biz bir varlığın önünde diz çökersek Tanrı'yı küçültmüş oluruz."

Bence nereye gitmek istediği çok açık; ama şöyle yorumlayan birini okudum: “Şeytan Tanrı'nın kudretini, Tanrı'ya rağmen savunuyor…”

Ve: “Halbuki Tanrı kudretini verdiği emirlere uyulmasında görüyordu."

Sonra da “Şeytan’ın vicdanındaki iyiliğe” kadar gidebileceğini ima ediyor konunun.

21. yüzyılda sanki Tanrı, Adem, Melek, Şeytan, İnsan kavramlarını doğru algıladık da, Şeytan acaba o kadar da Şeytani değil mi gibi sorular sormaya başladık!

Bence Şeytan’ın diz çökme “felsefesi”; ince ama hince bir zekayla Tanrı'yı kendi silahıyla vurmaya kalkışmaktır…

Tanrı’nın silahı Tanrı’ya karşı işler mi ki…

Ve “Tanrı’nın kudreti verdiği emirlere uyulması.” ise Tanrı’nın silahı da, otoritesi! Tanrı’nın silahı, zorbalığı!

İşte tipik Şeytan... Siz “kötücül insan” da diyebilirsiniz...

Tabii, ancak, kanarsanız…

Ancak kanarsanız Şeytan’ın silahlarını Şeytan’a karşı değil de Tanrı’ya karşı kullanmış olursunuz…

Ve Şeytan’ın istediği olur.

Oysa Şeytan’ın "Tanrı haricinde kimsenin önünde diz çökülmesin" derken demek istediği, "Tanrı haricinde ve Şeytan dışında kimsenin önünde diz çökülmesin"dir.

Kendine rakip istememektedir Şeytan…

Kimdir Şeytan’ın rakipleri; Şeytan’a külahını ters giydirenler; şu an bahsettiğimiz durumda, tersine çevirdiği mantığı, doğrultanlar.

İşte bunu yapan kişiler de Tanrı’nın silahları-değil-ilahlarıdır; onların önünde saygıyla eğilmek, ne bizi ne Tanrıyı küçültür.

Dehaya gösterilen saygı, dehadandır…

(Baltalı İlah gibi algılayalım ilahları, Kızılderili dilinde, Za-gor-te-nay; batıl inançlarına çalışıp, soluk benizli olduğu halde Kızılderililere lafını dinletebilen, bunu onları soluk benizli “kardeşlerinin” zulmünden korumak için yapan, Kızılderili haklarının koruyucu ilahı, çizgi roman kahramanı Zagor; Kızılderililer önünde eğildiklerinde onları yerden kaldıran, saygıları kabul ettikten sonra kendine saygı duyanları onurlandıran, onlarla bağdaş kurup tütün tüttüren...)*

Bu ilahları-Şeytan’ın rakiplerini bulma-tanıma konusunda bugüne kadar çok yetersiz kalmış insanoğlu.

Şeytan iyiliğini vermiş!

İşte neymiş: Şeytan Tanrı'nın kudretini, Tanrı'ya rağmen savunuyormuş!

Halbuki Tanrı kudretini verdiği emirlere uyulmasında görürmüş!

Postmodern denen çağımızda, sıkı postmantık örnekleri; bildiğimiz kafa karışıklığı…


Kimle arkadaşlık edeceğimize dikkat etmeliyiz;
kimin hangi söylediğini baz alacağımıza da;
(diğerleri asittir):

1. Mevlana: “Yüz binlerce halkta, yüz binlerce ileri gelenlerde bulunan gönül değildir. Gönül, bir tek kişide olur. O tek kişi hangisidir, hangisi?

Sen, o kırık dökük, parça buçuk gönül kırpıntılarını bırak, asıl gönlü ara da o kırık dökük gönül de onun sayesinde dağ kesilsin.”

2. Charles Manson: “Bana tepeden bakarsanız, bir aptal görürsünüz. Bana aşağıdan bakarsanız, tanrınızı görürsünüz. Bana tam karşımdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz”


*Çocukluğumda ve gençliğimde Dostoyevski okuyacağıma Zagor okuduğum için milyon mutluyum. Bu konu, ayrı bir metindir.

Cumartesi, Haziran 13, 2009

“Boydanboya yatan bir hata” Oruç Aruoba Murat Sohtorik

1.


İPUCU


Henüz orta yaşa dayadığı merdiveni çıkıyordu. Kimilerinin asansörle çıktığı için “Hayatının Baharı” olarak adlandırdığı bir mevsimi yaşıyor; ama çocukluğundan ve gençliğinden, hayatının resmini bir sonbahar tablosuna çevirecek kara bulutlar yollanıyordu hep.

İpin ucunu kaçırmaktan korkuyordu. Çok geç olmadan bir şey olmalıydı, bir şey... O şey, neyse, onu bulma umuduyla yaşıyordu.

Bir gün hayallerini kurduğu o şey gerçekleşti: İpucunu buldu...

İpucu, bir ipin ucuydu. Hayatın karmaşık anlamını çözmesini sağlayacak bu ipucu, acılarından tek kurtuluştu ona göre. İpucu, hayatının bundan sonraki yönünü belirleyecekti. O nereye götürürse oraya gidecekti artık. Yaşadığı sonbahar tablosunun karamsarlığını gölgede bırakacak parlak bir çerçeve bulma umudu sardı içini. Belki “Hayatın Baharı”nı artık o da keşfedecekti.

Elinde ipin ucu, ayakta öylece duruyordu. Öncelikle bu mutlu anın tadını çıkarmak istiyordu. Hayallerine ulaştığını düşünüyordu artık. İpin yalnızca ucunu tutuyor olması; hayallerine ipucunu ancak sonuna kadar izlediğinde tam olarak ulaşacak olması, onu fazla düşündürmüyordu açıkçası. Nasılsa bir şekilde yolunu bulurdu. İpucunu bulmuştu ya...

İpi izleyerek yürümeye başladı. Uzun bir yolculuk olacağının henüz farkında değildi...

Önce öylesine yürüdü. Adımlarını büyük bir güvenle atıyordu. Tuhaf bir insanüstülük hissediyordu. Hani birisi size hazırlanmak için çok çaba harcamış olduğunuz önemli bir yarışmayı kazandığınızı çıtlatır. Bunun gizli bilgi olduğunu söyler, henüz kamuoyuna açıklanmamıştır. Bunu ondan duyduğunuzu kimseye söylememenizi ister. Siz artık onu duymuyorsunuzdur zaten. Etrafınızdaki hiç kimseyi görmüyor, hatta yaşamdaki hiçbir varlığı önemsemiyorsunuzdur. Dünya artık sizin etrafınızda dönüyordur. Hatta ve hatta dünya siz olmasanız dönmeyecek gibidir. Ama siz bu sorumluluğunuzun bilincinde var olmuşsunuzdur... Var olmuş ve bir şeyler yapmışsınızdır. Önemli bir şeyler hem de... Vasat insanların beceremeyeceği şeyler.

Kaç insan hayatın anlamını keşfedeceği ipucunu bulmuştur... Kaçı hayatın anlamına erişmeyi başarabilmiştir...

Artık daha dik yürüyordu. Ve tabii daha dikkatliydi. Hayatın anlamı bir anda karşısına çıkabilirdi. Temkinsiz yakalanmamalı, o anda bedenen ve ruhen tam anlamıyla hazır olmalıydı. Sürprizlere karşı da gözünü açmalıydı. Ne de olsa hayattı bu... Karşına ne çıkacağı bilinmezdi. Bütün hamlelerini önceden bilen bir oyuncuyla satranç oynamak gibi bir şeydi yaşamak. Baştan haksızlıktı yani... Ama o emindi; her defasında doğru hamleyi yapıyordu: ipin yolunda, onun doğrultusunda, bir adım... sonra bir adım daha... bir daha... bir daha... Ve böyle sürüp gitti yıllar boyu... Hep umutluydu...

Hayatının kışında, 85 yaşında, hâlâ ipi izleyerek yürüyordu. O kadar yıl, ipin yolunda, aradığı şeyi bulamadan yürümekten, sadece elleri değil, kalbi de çatlaklarla doluydu. Kalbinin tam olarak kırılması için bir şey daha olması gerekti: Vücudunu yıllarca, umutla peşinden sürüklediği ip birdenbire bitti. Yıllar önce bir ucundan yola çıktığı ipin öbür ucu, şu an ellerindeydi.

Hesaplarına göre hayatın anlamını bulmuş olması gerekiyordu. Sanki ağır bir yükü kaldırırken kopmuş gibi gözüken ipin ucuna baktı: Hiçbir şey yoktu... Hayatın anlamı yok muydu..? Hayatın anlamı “hiçbir şey” miydi..? İkisi de aynı şey demekse, hayatını bir hiç için mi harcamıştı...

Bir an kafasını toplamaya çalıştı. Göreceği, anlayacağı, çözeceği bir şeyler varsa, şimdi yapmalıydı bunu, tam şu anda... Tüm yaşamı boyunca bunu bir olasılık olarak düşünmüştü zaten: Hayatın anlamı ona uzun bir süre içerisinde parça parça da görünebilirdi, bir anda da karşısına çıkabilirdi. 85 yıl sonunda -giderek daha az zamanının kaldığını düşünerek yaşarken- artık hayatın anlamının bir anda karşısına çıkacağına daha çok inanmaya başlamıştı. 85 yıl boyunca o bir anı beklemişti. 85 yıl ve bir an... Koca bir 85 yıl ve küçücük bir bir an...

Ya da küçücük bir 85 yıl ve kocaman bir bir an... Ama ne kadar kocaman olursa olsun, onu hâlâ göremiyordu...

Belki de çile çeken Hint Fakirleri gibi çilesini, ipi yaşamı boyunca izleyerek doldurmuştu... Belki ipucu sadece bir kelime oyunuydu... Belki de ipin elindeki bu diğer ucunda başka bir ipucu saklıydı... Evet evet öyle olmalıydı. Başka bir ipucuydu bu ipin ucu...

Bu doğru olsa da, artık yaşlı vücudu, ne yeni bir ipucu bulacak, ne de onun peşinden gidecek durumda değildi. İpucu elinde, yere çöktü. Bütün hayatını yolunda harcadığı ipe baktı.

Yıllar sonra ilk kez bu kadar dikkatle bakıyordu ipe. Ve yıllar sonra ilk kez ipin üzerindeki yazıyı fark etti. Yazının, ipe boylu boyunca yazılmış ve ipin elindeki ucunda bitmiş olduğunu anladı. Son kelimeleri başa doğru okuyarak, yıllar boyunca geldiği yönün tersinde gitmeye başladı bir süre. Arasıra durup okuduklarını kavramaya çalışıyor ama başaramıyordu bunu. Yine de deli gibi takip etti ipi. Bu yeni ipucunu değerlendirmeli, onun yolunda gitmeliydi.

Sonra durdu. Mantıklı düşünmeye çalıştı. İpin üzerine yazılan metin -hayatın anlamının yazılı olduğu metin- baştan okumadıkça, hiçbir şey ifade etmeyecekti. Genç değildi, gençliğine dönemezdi, metni baştan okuyamazdı. Ama yaşının verdiği olgunlukla, gençliğinin aksine, bu defaki ipucunu daha mantıklı değerlendirebilirdi...

Artık hayatın bir anlamı olduğuna inanmıyordu...




2.


"kişinin yaşamının anlamı”ndan


59.
Kişinin yaşamının anlamı, çok önceleri olmuş, oluşmuştur zaten- yaşamının en başında: pek de anlayamadan, kavrayamadan duymuştur kişi onu- ama, neyi bulduğunu bilmeden; yani aslında bulamadan…

Neyi bulamamış olduğunu en sonunda bulduğunu bulur, anlamını, yaşamının, kişi-


72.
Kişi yaşamının anlamını aramağa çıkar; ama belki de o, hemen yanıbaşındadır, kişiyle birlikte yürüyordur -- kişi dağlara tepelere tırmanır, denize güneşe bakar, arar yaşamının anlamını -- oysa kafasını bir çevirebilse, görecektir ki, hemen oradadır o : kendine kendi gölgesi kadar yakın; ama onun kadar da uzaktır, anlamı, yaşamının, kişinin.


118.
Kişi, yaşamının anlamının hiçbir gözdengeçirilmesiyle yetinmemelidir : yaşamının anlamı, hep yeniden, hep yeniden ve yeniden, hep en baştan ve yeniden, ve yeniden, gözdengeçirilmesi gereken bir şeydir –- hiç yetinmeden –
-- savsaklanmağa – gözardı edilmeğe – gelmeyecek bir şeydir, anlamı, yaşamının, kişinin...


120.
Kişinin yaşamının anlamı –en azından görünümü—çok küçük şeylere bağlı olarak değişir : öyle ki, yıllar boyu yavaş yavaş sürüp gelmiş bir değişimi, o yıllar boyu hiç anlayamadan; ya da, hep yanlış anlayarak, yaşar kişi de –
--sonra, tek bir günde, farkediverir nasıl değiştiğini, yaşamının anlamının…
Yavaş yavaş –-yıllar boyu--, ve, birdenbire –tek bir günde--, değişir, anlamı, yaşamının, kişinin...


123.
Kişinin yaşamının anlamı, işte, temel bir yanılgı olarak gösterebilir kendini : kişinin bütün yaşamında boydanboya yatan bir hata olarak.
(…)



144.
Kişinin yaşamının anlamı, tam doluluğunu bulduğunda, garip bir ikilik gösterir : hem, öteden beri, en başından, hiç değişmeden, hep aynı yoğunluğuyla varmış, oradaymış gibi olur; hem de, daha şimdi ortaya çıkmış, henüz yepyeni, oluşması da artık boyuna sürüp gidecekmiş gibi olur –
-- başı ve sonu olmayan bir bütündür, anlamı, yaşamının, kişinin...


145.
Kişinin yaşamının anlamı hep tamdır –
-- ama, hep, sanki, gıdım gıdım, yavaş yavaş oluşur, anlamı, yaşamının, kişinin...



3.

“İpucu”nu 1992-1998 arası bir tarihte yazmış olmalıyım… “Kısa Çöp” adlı kitabımda, 2001’de yayımlandı.

“kişinin yaşamının anlamı” 1994-98 arası yazılmış; 2003’de yayımlanan “Olmayalı” adlı kitabında bulunuyor Oruç Aruoba’nın.

2009’da, sanırım 10 ya da 11 Haziran tarihinde okudum. Sabah 5.55, nasıl derler, sularındaydı.

Aynı zamanlarda yazmış olabileceğimizi düşünmek-görmek hoşuma gitti.

(Benimkinde şu anda yapmadığım yazım hataları bulunuyor; Gençlik Kitapevi Öykü Ödülü’nde 97’de mansiyon almış.)