Perşembe, Eylül 27, 2012

KİNYAS VE KAYRA VE İSA

 
“Kök, şöhreti küçümseyen çiçektir.” Halil cibran
 
“Gözlerim ile beynim arasından geçirdiğim son kavram o kadar saçma geldi ki.”
“Bütün bunları kendime tekrarladıktan sonra terk etmeye çalıştığım bana çok uygun bir yanıt verdim.”
“Boynundan süzülen alkolün bir bölümünü midesine indirdi.”
“(...) kalemi sağ eline geçirip her gerçek solak gibi neredeyse felçli sayılacak kadar hakim olamadığı hareketlerle(...)”
“Futbol takımı taraftarlığından farksız o günlerde(...)”
Kinyas Ve Kayra’nın (Hakan Günday) Doğan Kitap’tan yapılan 13. baskısının ilk sayfaları daha; 13’ün uğursuzluğu ile ilgili olabilir mi yukarıdaki sözcükler...
 
Ve davamında, yaklaşık 100’üncü sayfaya kadar, altını çizdiğim bazı hatasız, güzel ve anlamlı cümlelerin yanına, hatalı olanlarla karışmasın diye “artı” işareti koyarken, bu “artı”lardan bir tanesi yanlışlıkla “haç” gibi göründü. Ordan aklıma geldi, hatasız ve güzel cümlelerin hatalı olanların günahını çektikleri, İsa gibi. Hatalı hatasız (ve güzel) ayrımı yapmadan alıntıladım aşağıda; küçük bir oyun da olur okuyan için. Yüzde 80’den fazlası hatalı.
 
“”(...)benden çok ama çok seyrek yaptığı bir şey yaparak sigara istedi.”
“İntihar nefsi müdaafaydı.”
“Platon’un Mağara İstiaresi’ne karşılık, ben de Kuyu istiaresi’ni yazdım: Doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişebilmek için yaptıklarını anlattım. (...) Ve sordum, Tanrı’nın yukarıda mı yoksa aşağıda mı olduğunu.”
“(...) ama bu tabanca çığlığı solumda oturan Kinyas’ın elinden geliyordu.”
“Neden Türkçe yazıyorum? Neden dört dilde birden düşünebilmeme rağmen bu lisanda anlatıyorum hikayemi?”
“On dört yaşımdayken gittiğim okulda bir kız vardı. Adı Efla. Siyah büyük gözleri bana bakardı. Ona birkaç hikayemi anlattım.”
“Dünyanın en iyi kitabı ve tek kitabı olduğuna inandığı hikayeler bütününü bitirmesini kutluyordu.”
“Ve saçı sarı olduğu halde boya olmayan bir adam.”
“Bir sabah hayallerimde uyanıp hiçbir şey hatırlamayacağım. İşte o günü bekliyorum yeniden doğmak için ama o kadar çok var ki ölmeden reenkarnasyona.”
“Cehennemi de kundaklarım.”
“Kabul etmeliyim ki, altı milyar insanın yerine düşünüyorum. Altı milyar insanın adına yaşıyorum. Ben öldüğümde altı milyarı da ölmüş olacak.”
“Gerçekten de birbirlerini hiç sevmiyorlardı. Ama yine de birbirlerine girmelerini engelleyen arada çok insan vardı.”
“Dieudonne ile Melina o işi ancak bir şekilde yapabiliyorlarmış. Meline ölü taklidi yapıyormuş ve Dieudonne ancak o zaman tahrik olabiliyormuş. Bir düşünsene, senin gibi gerçek bir beyaz centilmenin cesediyle karşılaşınca kim bilir neler yapar! Bana sorarsan, öldükten sonra bile canın yanar.”
“O da, kendi ülkesi vatandaşlarının bir özelliği olan muhasebeci gözüyle bakıyordu hayata.”
“Bardaki beş kişi Afrika’nın biraz da özetiydi.”
“İnsanoğlunun çekebileceği acı ve yapabileceği tiksinti veren davranışlarının sınırını saptamak için yapılan bir deney.”
“Mucizeler bitti. Doğmak yeterince mucizevi. Başka bir tane daha beklemek aptalca.
“İhtilaller çıkartılabilir, birileri aşık oldurulabilir ve hatta intihar ettirilebilirdi.”
“Yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya. Ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum.”
“Birileri pişman olmalı beni hayal ettiğine.”
“(...)kadını döveni bulup aynısını ona da yapmayı, böylece birbirlerine benzeyeceklerinden daha iyi anlaşacaklarını düşündüm.”
“Yüzlerin hepsi birbirine benziyormuş gibi geliyordu bana. Bir zencinin beyazları birbirine, bir beyazın sarı ırktan olanları birbirine benzetmesi gibi. Tabii onların bir özrü vardı. Ne de olsa farklı ırklardandılar. Ama ben de bütün insanlıktan farklıydım. (...) Hepsi de aynı cinsten köpek gibiydi. Farkları tasmaları, ayakkabılarıydı.”
“Sabahları erken kalkıp gitmem gereken okul yıllarında bile bir çalar saatim olmamıştı.”
“Ve şimdi de viskilerimi benimle paylaşmanızı istiyorum.”
“Uyuyan bir katil ile uyuyan bir aziz farklı olmadığından.”
“Kayra’yı Miguel’le konuşurken dümenin orada buldum.”
“(...)böylesine cinsel hayali ve dünya görüşü yüksek birini.”
“Ve aşçı yamağının kalçaları başkalarının da ilgisini çekmeye başladı. Bu sefer kimse linç girişiminde bulunmadı çünkü yamağı düzenlerin sayısı ahlakçılık oynayanların sayısını geçmişti. Kanıksanmıştı çocuğun kalçalarının lezzeti. Ama ilk hareketi yapıp dişleri paramparça olan adam, tabuyu yıkan kişi olarak, bütün insanların günahlarına karşılık çarmıha gerilmiş İsa gibi, yolculuk boyunca hücresinde tutuldu.”
“BMW. Black Magic Woman”
 

KAVRAM KARMASUTRASI

 
DOĞRU SÖZE NE DENİR (2008)
 
“La terre est une orange bleue”
“Dünya mavi bir portakaldır.”
Melih Cevdet Anday:
 “Mavi bir portakal olduğunu Eluard’dan duyduğum günden beri dünyamızı daha güzel buluyorum, daha seviyorum. Ama Aragon bakın ne yazdı da bu sevinci yarıda bıraktı. “Bu bir doğru sözdür” dedi. Çünkü portakal da yuvarlakmış, dünyamız da; sonra portakal hamken mavi olurmuş… Anlaşılmaz bir yanı yok diyordu Aragon bu dize için. Oysa bu dizenin doğru olup olmadığını araştırmak aklımın ucundan geçmemişti benim. Portakalın hamken mavi olduğunu bilmeden, düşünmeden de sevmiştim onu.”
Anday, sonra bir yanlışlık yaptığından söz ediyor: Eluard’ın dizesi de çevirisi de farklıymış. Çevirinin doğrusu:
“Yeryüzü mavidir portakal gibi.”
Ben de bu çeviriyi biliyordum, ve bu bana daha şiirsel gelmişti -portakalın hamken mavi olduğunu bilmeden.
Dünya mavi bir portakaldır, demek, şeklen portakala benzeyen, ama mavi renkte olan bir şeyi tasvir ediyordu ve bu da çok özel durmuyordu.
Halbuki “Yeryüzü mavidir portakal gibi.” dendiğinde kafam alkol almışım sevişmişim çıplak yatıyormuşum ve bu ne yahu diye düşünüyormuşumdaki gibi oluyordu ve Eluard’ın -yani şair olarak kabul edilen birisinin- söylediği bir cümle olarak da kabul ettiğimden daha özel geliyordu bana.
Portakalın hamken mavi olduğunu da Anday’ı okurken öğrendiğimde, güzelliğin biraz yana çekilmiş, başka bir özelliği davet etmiş olduğunu düşünüyordum: Anlam...
Olmamıştır daha dünya, diyordu şair.
Güzel diyordu; doğruyu da kapsayan gerçek güzelden söz ediyorum.
Yani aslında Aragon’a katılıyordum, bu bir doğru sözdür diyen. Bazı şeylerin açıklanmasını sevmeyen şairlerin ve yazarların “kadınsılıklarını” düşünerek ve bunun da onların özelliği olduğunu unutmadan.
Deniz kabuğunu kulağımıza dayadığımızda duyduğumuz dalga seslerinin bedenimizdeki kan dolaşımının sesi olduğunu öğrendiğimde, dalgaları duyma mucizesinden birkaç kat daha müthiş bir mucizeyle karşılaştığımı düşündüğümü de asla unutamam. (Bedenimizin de doğa olduğunu ne çok unuturuz!)
Mantık, duyguların yokluğu değildir. Ne yazık ki bu ikisinin -mantığın ve duyguların- bir arada bulunmasına mucize olarak bakmaya “geriliyoruz” çoğu kez. Dünya mavi gerçekten de portakal gibi.
 
 
DOĞRU SÖZE NE DENİR (2012)
 
Doğru Söze Ne Denir 2008’deki konuya Mehmet Rifat’ın Gösterge Avcıları adlı kitabında rastladım. Om Yayınları’ndan 2000’de yayımlanmış.  
“La terre est bleue comme une orange
Jamais une erreur les mots ne mentent pas”
 
“Dünya mavidir bir portakal gibi.
Asla bir yanlışlık (yok) sözcükler yalan söylemez.”
 
Dipnotta iki farklı çeviriye de yer vermiş Mehmet Rifat:
“Yeryüzü mavidir portakal gibi
Yok yanlışı sözcükler yalan söylemez”
(S. Maden)
 
“Dünya portakal rengi dünya mavi
Sözcüklerde yalan yok yanlış falan arama”
(A.  Kadir – A. Bezirci)
 
İkinci dizeyi de öğreniyorum bu sayede ve 2008’de yazdığım metne inancım güçleniyor. “Dünya mavidir bir portakal gibi.”, “Yeryüzü mavidir portakal gibi.”, “Dünya portakal rengi dünya mavi.” çevirilerinin yanında “Dünya mavi bir portakaldır.” çevirisinin Melih Cevdet Anday’ın da belirttiği gibi yanlış bir çeviri olduğunu görebiliyorum, Fransızca bilmeden...
 
Aragon’un açıklamasıyla ilgili bir değini yok Gösterge Avcıları’nda... Ama kitabın daha sonraki, Oktay Rifat’ı konu alan bölümünde, “Uzay Gemisi Yolcusu” Paul Eluard ve “Gerçeküstücü Şair” Yuri Gagarin, adlı yazıda yine benzer bir konu var:
“Dünya mavi bir portakal gibi
Yok yanlışı sözcükler yalan söylemez.”
(Bu çevirinin kimin olduğu yazılmamış.)
 
Gagarin:
“Yer çekiminden kurtuldum
Ağırlığımı yitirdiğime üzgün değilim”
“Dünyayı geminin lombozundan seyrettim
Güzel bir ayla seçiliyordu çevresinde
Atmosferi delen güneş ışınlarını bir bir gördüm
Uzay kapkaraydı, yıldızlar pırıl pırıl.”
 
Mehmet Rifat’ın alıntıladığı metninde şunları diyor Oktay Rifat:
“Gemisinden uzayın kapkara, dünyanın masmavi göründüğünü söylüyor Gagarin. Toprağı hala toprak rengine, gökyüzünü hala gök mavisine boyamaya çalışan sümsük, tasvirci ressama ne büyük ders.”
Şu da dikkatimi çekiyor: “Gagarin’in gerçeküstücü şairlerinin şiirlerini akla getiren sözleri...”
Ve “Gerçeğe ozanca bakış işte budur.” diye de bitiriyor yazısını Oktay Rifat.
 
Halbuki Gagarin’in cümleleri bence harika bir deneyimi güzel anlatıyor sadece; bunda bir şiirsellik göremiyorum...
Yuri Gagarin’i “Gerçeküstücü Şair” olarak göremiyorum; Paul Eluard’ın -bu şiirinde- uzay gemisi yolcusu olmakla ilgilendiğini düşünmediğim gibi...
Çünkü: “Yok yanlışı sözcükler yalan söylemez.”
 
Şu alıntıyı bir yerde kullanmak istiyordum, belki de yeri burasıdır:
“Şair filozoflarmış! Bu, tıpkı, deniz resimleri çiziyor diye ressamı gemi kaptanıyla karıştırmaya benzer.” Paul Valery
 
Buradan artık Magritte’e geçebiliriz.
Magrit yazarsam kızmaz umarım, suratına da söylerim…
Bilirsiniz bir pipo resmi çizmiştir, sonra da piponun altına, “Bu bir pipo değildir.” yazmıştır…
“İnsanlar beni nasıl da suçladılar.” diyor Magrit. “Ama yine de soruyorum size. Pipomu doldurabildiniz mi… Hayır, o sadece bir simgeydi değil mi… Öyleyse ben resmimin üzerine bu bir pipodur yazsaydım, yalan söylemiş olacaktım…”
Öyleyse...
Resimde pipo bir simgeyse, sözcükler de simgedir. Piponun pipo görevini yerine getirmesini beklemezsek, sözcüklerin de görevini yerine getirmesini beklemememiz gerekir; pipoyu doldurup tüttüremezsek, resimdeki sözcüklerden de bir anlamları olmasını beklemeyebiliriz. Öyleyse Magrit, resmindeki piponun altına “Bu bir pipodur.” yazsa da olurdu.
Hayali bir konuşma:
-Bir pipo resmetmiş ve onun altına “Bu bir pipodur.” yazmışsınız, ama bunu zaten biliyorduk, tam olarak neyi resmetmek istediniz?
-Bu bir pipo değildir. Yoksa onu doldurabiliyor olmamız gerekirdi di mi. Bu bir resimdir.
-Peki o zaman, neden altına “Bu bir pipodur.” cümlesini yazdınız?
-Cümlenin altına da “Bu bir cümle değildir.” yazmamak için. Çünkü biliyorsunuz ben ressamım yazar değil.
Kısaca: Bir resimde bir cümlenin altına “Bu bir cümle değildir.” yazabiliriz.
Ayrıca: Bir resim yapıp üzerine “Bu bir resim değildir.” de yazabiliriz.
Çünkü: Bir resme bir cümle “yazmazsınız”, cümle “çizersiniz”.
(Çizdiğiniz cümle mantıklı da olabilir tabii, nitekim Magrit “Bu bir pipo değildir” ile mantıklı bir cümle çizmiştir.)
Bu arada: Magrit’in resminin üzerinde “Bu bir pipo değildir” yazmıyor, bunun Fransızcası yazıyor ama ben Fransızca bilmiyorum… Bir ressamı sözlük olmadan “okuyamıyorsam”...
 
Şuradan devam edelim:
“Ben üç şey diyorum;
Dinlemekle dört kılana anlatacağım.”  Özdemir ASAF
 
Bu metne Adnan BENK’in yorumu:
“Bundan çıkan: Ben üç şey biliyorum; bu üç şeyi dinleyerek dört şey bilmemi sağlayacak kişiye o ilk üç şeyi anlatacağım. (...) Benim o üç şeyi dört kılabilmem için dinlemem lazımsa, benim dinleyebilmem için de Özdemir’in bildiği üç şeyi bana anlatması şart değil midir? Şu halde mısranın sonundaki o “anlatacağım” sözünün ne manası var?”
 
Adnan Benk’inki aşırı yorum mu acaba?
Asaf, dinlemekle dört kılacağına “inandığıma” anlatacağım demek istemiyor mu?
 
Şununla bitirebiliriz...
Bir günümüz yazarının kullandığı Osmanlıca kelimeleri eleştirerek “Genç yazar, kullandığım dil benim dilim, dilediğim gibi yazarım, diyebilir. Kendine inandırıcı gelen bir savunma biçimi, oysa epeyce tuhaf. Çünkü kullandığı dil, benim de dilim.” diye bitirmişti bir yazısını Semih Gümüş.
Eleştirideki endişeyi anlamış, ama söylemi biraz amacını aşmış bulmuştum; değil mi ki, diye düşünmüştüm, yazarın kullandığı dil, sadece yazarın dilidir…
Sonra da şunu yazmıştım: Kelime herkesindir ama cümle, yazarının…
Ferit Edgü’nün Yeni Ders Notları’nı karıştırırken, Barthes’dan alıntılanan şu cümleye rastladım:
“Sözcükler herkesin malıdır, ama cümle, yalnızca yazarın.”
Oysa Ferit Edgü bu cümleden başka bir şey anlamış:
“Sözcükleri yalan-yanlış kullanan, cümle bozukluklarını üslup diye savunan yazarlar için: ‘Sözcükler herkesin malıdır, ama cümle, yalnızca yazarın.’ (Barthes) ”
Barthes’ın cümlesini, cümle bozukluğunu üslup diye savunan yazarlar (haksız yere) haklı çıkmak için kullanabilirler tabii; ama bu cümle bence esasen, özgün bir yazar, keşif cümlelerini savunsun diye keşfedilmiş...