Pazar, Temmuz 29, 2007

Yalnızlık umur boyu.

Barmenle ilgilenmem...










Kızla ilgilenmem...




Çek git sen de...












Yalnızlık umur boyu...

Cumartesi, Temmuz 28, 2007

Gazetelere dergilere çıktım!


Onlar reklam almışlardı, ben bira aldım.

Cuma, Temmuz 27, 2007

Basılmamış romanımdan bölümler 5

Hayatımdaki kadınların bana âşık olduklarını söylemesi sadece bir başlangıçtı. Kadının kendini feda etmesi gerekiyordu. Ama benim için değil, bana doğru, ama benim için değil. Kendi için. İnsan olabilmek için... Önce bana bir peygambere tutulur gibi tutulması sonra da bir peygamberi izler gibi izlemesi gerekiyordu. İlk aşama neredeyse her zaman gerçekleşti ama ikinci aşama... Bu benim henüz olmadığımı gösteriyordu...

-Tüm çevremde ben her zaman el üstünde tutuldum, hep bir numara, her zaman en iyi bilen bendim. Senin yanında tam tersi oluyor, diyordu bir kadın, tüm diğer kadınların yanımdaki hallerini açık yüreklilikle, ama yine de kızgın, dile getiriyordu. O güne kadar yaşadığı derya bir su birikintisi gibi kalıyordu benim yanımda, yine de suyuna gitmemi istiyordu.

Gerçeğin peşindeydim ben, kadınların değil. Çünkü gerçek kadınlara çıkmıyordu.

Aşkı anlayıp hayatı anlamadan kalırsanız, şaşkınlaşırdınız; ama hayatı anlarsanız aşkı aşar, aşkınlaşırdınız.

“Cennet Adamı” adlı bir kitap okumuştum yıllar önce. Giriş sayfasında şu yazıyordu; “O bir erkekti, kadınlar için yaşadı ve kadınlar onu bu yüzden sevdiler...” O zamanlar bu cümle beni anlatıyor, anlatacak diye düşünmüştüm. Oysa şimdi düşününce: Hiçbir zaman kadınlar için yaşamadım. Tabii o zamanlar yazarlık söz konusu değildi hayatımda. Kendimi kadınlara beğendirebilmek için her şeyi yapacaktım demek ki az kaldı, konu mankeni gibi. Diğer erkekler gibi...

Kendi çaplarında dört usta kişi birlikte yolculuk yapıyorlarmış. Konakladıkları yerde ağaç ustası gece nöbet tutarken vakit geçsin diye bir kız resmi çizmiş ağaca. Terzi ustası nöbeti sırasında “Bu şimdi sabah bunla övünür.” diye bir elbise dikmiş kıza... Kuyumcu ustası takı takmış nöbeti sırasında. Dördüncü aşçıymış, ne yapacağını bilememiş, Tanrıya yalvarmış: “Tanrım bu kıza can ver, beni küçük düşürme...”

Sabah hepsi hak iddia etmiş ve kendilerine almaya çalışmışlar kızı... Kralın oğlu geçiyormuş o sırada oradan, önce onları ayırmak istemiş ama kızı görünce o da hak iddia etmiş (ne güzel anlatıyor erkekleri)... Hakime gitmişler, onun da kızda gözü kalmış ve hak iddia etmeye başlamış o da... (oh oh)

Hikayenin sonunda kız usanıp tekrar ağaca girmiş. (Hikaye yazarı erkek değilmiş demek.) Laz atasözü oradan çıkmış: “Ağaç kesersen, ağaçtan akan su o kızın gözyaşıdır...”

Nasıl harcanmış güzelim fikir: Hikayenin sonundan önce ben girerim... “Gönlü kimi seçerse kız onun olsun.” derim... Hem akıllı, hem güzelim. Kız beni seçer.

Burada kız benim hak iddia ettiğim hikayeye girer ve haklı olarak hak iddia eder, bana şöyle sorar:
-Seni seçeceğimi nereden biliyorsun?
-Akıllı bir kıza benziyorsun.
Hem doğruyu söylemek ve kızdan yana olmak, hem kazanmak benim tılsımımdır...

Kıza güzel bir kız olduğunu söylemem.

Çarşamba, Temmuz 25, 2007

Basılmamış romanımdan bölümler 4

Netteki bir profilde kadın şöyle diyordu: “Beni anlayacak bir kişi yeterli. Gerisi mesaj atmasın lütfen. Ukalaları sevmem. Çünkü ben öyle değilim. Yalancı olmamalı. Ben yalan sevmem. Duygusal olmalı. Romantik olmalı. Çünkü ben pek değilim, bana öğretsin. İşi gücü iyi olmalı. Çünkü benimki iyi, eşit olmalıyız. İstediğini bilmeli ve almalı. Ne de olsa erkek. E başka ne isterim bilmem ki? Şişşt belanı mı demeyin sakın!”

Profile bakın: İsteyen ama ne vereceğini asla söylemeyen bir profil.

Duygusal olmalı çünkü ben değilim bana öğretir diyor. Ukala olmamalı çünkü ben değilim diyor; alçakgönüllü olmayı ona öğretirim demiyor, uğraşamaz bununla, doğrudan ukala olmayacak adam. İşi iyi olmalı çünkü benimki iyi, eşit olmalıyız diye de ekliyor. İşi iyi olmasa da olur, neyse ki benimki iyi ben ona bakarım çok seversem demiyor. Ne istediğini bilmeli ve almalı: Ne olsa erkek!

İstediğini bilmeli ve almalı!.. Oysa hayatta istediğini bilmek es geçiliyor ve almak yüceltiliyor. Böylece ne istediğini bilen değil ama birşeyler alan, almayı bilen, karakterli, ünlemli, dolu erkeğe rastlıyoruz. Aldıkları şey, istedikleri mi gerçekten? Ne önemi var, aldılar ya. Almak çok önemli. Almak! Onu istiyorum ve alacağım. Almak istediğim için istiyorum onu. Alınca daha iyi hissedeceğim için. Bu istek mi! Bu sevgi mi!

Birçok evlenme teklifi, teklifin kabul edilmesinden dolayı yaşanacak o üstünlük, hakimlik, becermişlik, isteğini onaylatmışlık, layık olduğu onaylanmışlık duygusuyla yapılır. Çoğu erkek, bu kadınla evlenmeli miyim? diye sormaz kendine. Bu kadınla evlenmeyi gerçekten istiyor muyum? Şu an yaşadığım hayatta en önemli amacım bu mu? Sormazlar erkekler böyle şeyleri kendilerine, onun yerine kadınlara sorarlar.

(Devam edecek)

Cumartesi, Temmuz 21, 2007

Her seçim bir kaybediştir!

Buraya uzun zamandır gelirim ilk defa görüyorum bu tür insanları.
Başörtülüler.
Başörtülüleri görmem ben.
Görmezlikten gelmek değil, görülecek bir şey görmem.
Şimdi Leyla’da, eski Leyla’da, önümde otururlarken fark ettim bu iki başörtülü kadını.
Mekanla yabancılıklarını, uyumsuzluklarını fark ettim.
Yakında bara da otururlar mı…
(Yakında biz bara oturabilecek miyiz? Büyükada’da, iskelenin yanındaki Mado’da bira içerken, garson çok kibarca “şu kenardaki masalarda içebilir misiniz” dedi. Başörtülüler rahatsız oluyormuş! “İçemem” dedim. “Siz bilirsiniz, lütfen kusura bakmayın.” dedi!)
Bunları düşünürken tekinin bana baktığını fark ediyorum, baktığımdan.
Biraz sonra diğeri de bakacak.

Birçok kadında yüksek bir olasılık olan bir şey var ki, bu başı kapalı kadınlarda daha da yüksek bir olasılık:
İlginizi çekip onlarla ilişkiye girdiğinizde sizi kendilerine benzetmeye çalışacaklarını bilirsiniz ya bazı-birçok kadının, başı kapalı bir kadınla ilişkiye girdiğinizdeki durumu düşünün…

19 Temmuz 2007 Perşembe Milliyet
“Bu küfür mü?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir çiftçiye söylediği ve büyük tartışma yaratan, "Ananı da al git" sözleriyle ilgili eleştirilere karşı kendisini, "Kabul ediyorum ama bu küfür mü?" diyerek savundu. Erdoğan, "Bu sözden ötürü üzüldünüz mü?" sorusuna, "olabilir" yanıtını verdi.
Erdoğan, Star TV'de önceki gece katıldığı programda, "'Ananı da al git sözlerini keşke söylemeseydim' dediğiniz, üzüldüğünüz oldu mu?" sorusu üzerine şunları söyledi:"Hayır, olabilir de. Allah aşkına nedir bu söz? Söyler misiniz? Ben bunu anlamıyorum. Bunun üzerinde bu kadar duruluyor. O kişiyle, hiç gündeme getirilmemesi gereken kişiyle... Çiftçi miftçi değil, provokatör. Tansu Hanım zamanında da Meclis'e gelmiş. Grup toplantılarında da bu tür şeyleri yapmış böyle birisi. Orada da yaptığı iş o.”

Tayip Erdoğan’ın söylediklerinin ilgimi çekmesi şu nedenden:
Yazıştığım birkaç forumda halktan kişiler de başbakanla tıpa tıp aynı lafları ettiler, aynı mantığa sahiptiler.

Küfür eden biri “o bir küfür değildir” dedi, hatta bir yandaşı da onu onayladı.

Aynen başbakanın hatasını kabul etmeye sadece yanaşması, “olabilir” lafıyla kabul edermiş gibi görünüp aslında yan çizmesi gibi, yazıştığım onlarca kişi kendi hatasını gösterince “evet belki de kaba davranmış olabilirim ama sizin söyledikleriniz kesinlikle çok kaba” dedi. Kendisininki belki de, benimki kesinlikle…

Aynen başbakan gibi, hoşlanmadığı bir konu açılınca, biri, beni provokatör olmakla suçladı.

Siyasiler ve başbakan beni çok ilgilendirmiyor, ama halkla aynı mantığa sahip, aynı cümleleri kuran bir başbakan yazılarımın konusu olabilir.

Esas konuya gelmeden önce CHP’nin “Yalanını da al git” başlıklı, bence etkileyici ilanlarını da hatırlatmak isterim.
Siyasete çok da “kayıtlı” olmadığımdan ilk anda algılamadım, ama sonra giderek hoşuma gitmeye başladı.

Böyle güncel ya da politik “şeylere” hayatta en az ilgisi olan benim gibi bir insan için, günlük konuşmalar haricinde üzerine yazılmak için fazlasıyla “güncel” bir yazı girişi.

“Güncel bana uzak” desem de, güncel konularda "bilgisiz" biri gibi algılanmamak için bir olayı anlatmam gerek:
Daha geçen gün beni çok da tanımayan biri geçmişimden biraz bahsedip, bundan sonraki “radikal” planlarımı açıkladığımda şöyle dedi:
-Ooo Secret okumuşuz.

Çok güldüm.

Belli bir olgunluktan sonra her şeyi okumuş gibi olmanın haricinde yaşamış gibi de oluyorsunuz.

“Olgunluk”u, yaşanmışlık ya da tecrübe anlamında kullanmıyorum.
Yaşanmışlık ya da tecrübe dediğimiz şey bilginin, bilincin gelişmesini kapsamayabilir, tecrübe ya da yaşanmışlık, bilinci, olgunluğu artıran bir şey olmayabilir... Yoksa tüm yaşamışlarımız olgun olurdu.

Neyse esas konuya gelelim artık, ama tabi bu girişten sonra biraz değişebilir akış, öne şunu almak istedim:

“Siyaset hızlıdır, düşünmeye fırsat bırakmaz, o yüzden siyasetçi kalıp yargılarla düşünür, kalıp yargılar beyni dumura uğratır, kişiliği yozlaştırır. Siyaseti etkileyen en önemli psikolojik durumlar zeka yetersizliği, kişilik bozuklukları, paranoyadır.” (Kaan Arslanoğlu)

Siyasetçi özelinde söylenmiş bu laflar günlük hayatın, iş dünyasının hızı içinde yaşayan herkese, halka da uyarlanamaz mı… Uyarlamak dedim ama bence bu laflar "keşme keş" herkese aynen uygulanabilir bile…

Bundan daha ağır laflar edenler de var:

“Halk da yalancı ve düzenbaz olduğundan hükümdarın her sözü vermesi ama bunları yerine getirmeyeceğini bilmesine aldırmaz. Fırsatçı ve fesat halk unutmaya ve yeni yalanları dinlemeye her zaman hazırdır.” (Machiavelli)

Fırsatçı ve fesat halk:

“İnsanın birşeyler edinmeye çalışması ruhunda var. Bir kitabın olur bir tane, daha istersin. Sonra kütüphane istersin sonra oda istersin. Sevgilin olur ev almak istersin. Liberalizm insanın ruhunda var. Mühim olan bunu namuslu bir şekilde yaşamak.” (Fatih Kaynak)

Bunu eleştiren bir alıntı daha:

“Proleterya (halk diyelim biz. MS) ihtiyaç duyduğu şeyden çok istediği şeyi keşfetmekte daha çok beceriklidir. Bu yüzden iktidarı onlara vermek onlara ihtiyaç duydukları şeyi görme nesnelliğini vermek değil, onlara istedikleri şeyi söyleme iktidarı vermek demektir. ...Olması gereken, yaşamın değersiz ıvır zıvırlarına duyulan arzuların yatıştırılmasıdır.” (John Fowles)

Bu kadar iyi paslaşmadan sonra gol olmazsa ayıp olur:

“Demokrasi, ya da en azından "klasik" anlayışla demokrasi tam bir vitrindir. Demokrasi, bütün eşitlikçi ve özgürlükçü olma iddialarına rağmen, azınlığın çoğunluk adına karar verdiği ve iktidarın azınlığın elinde yoğunlaştığı gerçeğini gizler.

Eğer demokrasi halkın halk için halk tarafından yönetilmesi ise, demokrasi yoktur, çünkü hiçbir yerde "halk" somut olarak iktidarda değildir. Eğer buna rağmen bunun bir demokrasi olduğu ve demokrasinin var olduğu ileri sürülüyor ise, bilgi inanca kurban ediliyor demektir; bu tür bir demokrasi anlayışı, sonuçta bazılarının egemenlik amaçlarının meşrulaştırılması için kullanılması demektir.

Demokrasi, tarihsel süreç içinde ortaya çıkmış, tarihsel olarak alternatifi bulunan, iktidarın meşrulaştırılma anlayışlarından sadece birisidir. Demokraside iktidar ortadan kaldırılmaz, belirli koşullara bağlanır…

Demokrasi güzel olan, gerçek olan, iyi olan değildir; arz ile talepten, arzda bulunan siyasi partiler ile talepte bulunan seçmenlerden oluşan bir siyasi pazardır.” (Anton Pelinka)

Alternatifinin ne olduğunu söylemiyor ama… Söylese kaçırmazdım kesin… Tabii sadece iktidarı meşrulaştırmaya yarayacaksa ne anlamı var...

Ama olayın başka boyutları var...

(Devam edecek)

Basılmamış romanımdan bölümler 3

Marquez, Tolstoy gibi bir erkek değildi, en azından Kolera Günlerinde Aşk’ta… İlginç bir karı koca anlaşmazlığıydı sözünü ettiği. Erkek bir haftadır sabunsuz yıkandığından yakınır banyodan çıktığında. Kadın hatırlar, 3 gün önce sabun olmadığını fark etmiştir ama 3 gün boyunca koymayı ihmal etmiştir. Ama süre kocasının söylediği gibi 1 hafta değildir... “Ama bir haftadır ben her gün yıkanıyorum,” diye bağırdı kendinden geçerek, “sabun vardı.”

“Kocası onun savaş yöntemlerini çok iyi bildiği halde bu kez katlanamadı.”

Adam evde kalmamaya başlar, sadece giysisini değiştirmek için uğramaktadır... Kadın o geldiğinde işi varmış gibi yapmaktadır.

“Doktor Urbino, karısı banyoda sabun olmadığını itiraf etmedikçe eve dönmeye razı olmuyordu; karısı da ona eziyet olsun diye, bile bile yalan söylediğini kabul etmedikçe, onu eve almaya yanaşmıyordu.”

“Sonunda Doktor Urbino, başpiskoposa gidip birlikte günah çıkarmayı önerdi; çünkü banyodaki sabunlukta sabun olup olmadığına karar verecek son hakem Tanrıydı. O zaman, kendini tutmayı çok iyi bilen karısı, kendinden geçerek tarihsel bir çığlık attı:

“Başpiskoposun canı cehenneme!”


Tolstoy’unki gibi davranmayı çok denemiştim ama olmuyordu, kadın-erkek, yaşlı-genç ayırmayan o adalet duygumdan…

Mazoşizmi sadece yatakta sevebiliyor olmam gibi, kıç yalamayı da sadece yatakta ve kadınlar söz konusu olduğunda kendime yakıştırabiliyordum.

Marquez’in anlattığı erkek tavrı bile bana çok yakın değildi.

Benim tavrım tam olarak…

Ben hayvan gibi davranıyordum kadınlara...

Kundera’nın Şaka’sında sözünü ettiği türden bir hayvan gibi: “Kadın düşüncesini çekip çevirmenin sarsılmaz kuralları vardır; bir kadını inandırmayı, onun görüşlerini güçlü savlarla çürütmeyi aklına koyan bir erkeğin, bu amaca ulaşma şansı azdır. Kadının kendi hakkında, ilkeleri, inançları, idealleri konusunda vermek istediği imajı saptamak, sonra safsata yoluyla, bu söz konusu imajla, onun, bizim istediğimiz biçimde davranışı arasında uyumlu bir ilişki kurmayı denememiz çok daha yerinde olur. (...) Erkeğin bir kadından ne olursa olsun istemeye hakkı vardır ama, bir hayvan gibi davranmak istemiyorsa, öyle bir ortam hazırlamalıdır ki, kadın, en içten hayalleriyle uyum içinde davranabilsin.”

Şunu diyor bence: Kadına bir kraliçe gibi davran, senin krallığını kabul edene kadar; gerekirse bir soytarı gibi bile davranabilirsin. Bekle... Roller değişene kadar bekle ve o ne istiyorsa onu yap. O istediğini aldıktan sonra sen de istediğini alacaksın...

Bir kraliçe atayıp, onun da sizi kral seçmesi...

(Devam edecek)

Cuma, Temmuz 13, 2007

Basılmamış romanımdan bölümler 2

“Erkekler sıkılıyorlar!” diye açıklamıştı yeni tanıdığım bir kadın eski sevgilisinin onu neden bırakıp gittiğini. Durup duruken sıkılıyor erkekler! Birkaç kişi evindeydik, iki olay hepimizin dikkatini çekti. Sehpanın üzerinde içecek altlıkları vardı ve aramızdan biri bu altlıklara değil de sehpanın üzerine bıraktı içkisini bir an; uyarı aldı, tatlı sert.

Bir ara yerdeki karoların üzerinde şöyle bir durdu ev sahibimiz mutfaktan dönerken, burayı kim çizdi? dedi. Ben yaptım her halde dedim; bir şey demedi.

Sonra bir gün kızgın olduğu eski sevgilisini, karşılaştıkları bir sırada çekmiş kenara ve, söyle bakalım, demiş, neden terk ettin beni? Adam geçen hafta bir parti verdiğinden söz etmiş evinde. Gayet keyifli bir şekilde sürmüş ve aynı keyifle bitmiş parti. Sen olsaydın, demiş adam, hep diken üstünde olacaktım.


Otobüste önümde iki genç sevgili oturuyor. Genç adam tamamen kıza yönelmiş, kız ara sıra dönüyor onla konuşuyor çoğu kez yola bakıyor. Bazen başını koyuyor omzuna genç adamın. Genelde kız konuşuyor genç adam dinliyor. Bir ara kız şöyle diyor:

-Saçlarını bir daha böyle kestirme.

Erkek bir şey demiyor. Sakin. Konu geçiyor. Kız erkeğin omzuna başını koyuyor bir süre sonra yine.


Tolstoy açıklıyordu yine bu durumu kendince: Levin “Kiti’nin kendini aynı anda hem kocasının karısı, hem evin hanımı olacağı, hem de çocuklarını karnında taşıyacağı, onları besleyeceği, yetiştireceği o sıkı devreye hazırlandığını bilmiyordu. Kiti’nin bunu içgüdüsüyle sezinlediğini, bu korkunç çalışmaya hazırlanırken, şimdi yuvasını neşe içinde örüyor, bir yandan da mutluluk dolu, kaygısız aşk dakikaları yaşıyorken buna hakkı olduğunu düşündüğünü anlayamıyordu.”

Kendisini anlattığı Levin karakterinde Tolsoy, zamanında hatalarını anlamadığı için günah çıkartıyordu!

Günah çıkarma, ortada bir günah yokken gerçekleşiyorsa, bu, insanın kendine karşı işlediği bir günah değil midir…

Kadının evini kurarken ve çocuk doğuracakken gireceği streslere karşılık, erkeğin üzerine yine ev, çocuk ve dışarıdaki hayatta girdiği stresler yetmezmiş gibi bir de âşık olduğu, evinin kraliçesi, çocuklarının annesi yapmaya çalıştığı kadın tarafından da stresler getirilmesi… Bu bahis geçiliyor, önemsenmiyordu...

Kimse erkeklerin duygularından söz etmiyor. Kendileri dahil. Erkek egemen bir toplumda yaşadığımız söylencesi erkeklerin ağzına bir parmak bal çalmak için söylenmiş bir yalan değil mi…

Zaten Levin’in böyle hep alttan alır şekilde davranmasını başta açıklıyordu Tolstoy: “O günden sonra Levin kendini daha az değer görmeye başlamıştı Kiti’ye, ruhsal yönden onun önünde daha çok eğilmeye, hakkı olmayan mutluluğunu gözünde daha yüceltmeye başlamıştı.”

Sizin kadınınızı yüceltme nedeniniz ne?

Levin’inki şuydu: Kiti başka bir erkekten etkilenirken, o erkek kendisiyle ilgilenmeyince Levin’i iyi bir eş olacağı için seçiyordu…

Cumartesi, Temmuz 07, 2007

Basılmamış romanımdan bölümler 1

Sadomazoşist bir hayat yaşanıyordu. Hem de sandığım gibi sadece yatakta değil, sokakta, işte, her yerde. Acıtma ve acı çekme, hükmetme ve boyun eğme ilişkisi cinsellikte oluşmuyor, sosyalliğimizde oluşuyordu. Çıplakken değil sadece, giyinikken. Cinsel hale getirerek katlanılır kılıyorduk sadece… Acıt tatlım diyorduk yatakta, ama dışarıda saklıyorduk acıtılma isteğimizi. Düzmekten zevk alıyorduk yatakta, ama kaba bir insan değilimdir diyorduk dışarıda, kibar davrandığımız yalanını söylüyorduk. Hakkını vererek sevişemediğimiz için mi sokaklarda iş yerlerinde giriyorduk birbirimize, inceden inceye, erkek kadın fark etmeden…
Banaysa yatak haricinde hiçbir yerde zevk vermiyordu sadomazoşizm.

Tolstoy’un bu işi çözdüğünü düşünmüştüm bir an: Anna Karenina’da şöyle düşündürtüyordu Levin’e: “Karısına yanlış düşündüğünü kanıtlayacak değil, onu avutacak sözcükler bulmaya çalışarak konuşmaya başladı. Böylesine haksız bir suçlamanın altında kalmak acıydı, ama kendini temize çıkarıp ona acı çektirmek daha kötüydü.”
Barışıyorlardı Levin ve Kiti.
“Kiti kendi suçunu anlayınca –ama bunu belli etmemişti kocasına- Levin’e karşı daha bir sevecen davranmaya başladı...”
Ama sonra yine kavgalar ediyorlardı...
Böyle devam ediyordu… Kadının hırçınlığına adam hep katlanıyor ama kadın adamın ne kadar olgun ve sevgi dolu davrandığını gördüğünde, kendi hırçınlığını ve gereksiz suçlamalarını fark ettiğinde susuyordu sadece, adamdan özür dilemiyordu.

Gerçek hayatında Tolstoy, karısını, artık yeter, diye terk ediyordu hayatının son günü… Hayatının son gününde terk etmiyordu tabii, terk ettiği için hayatının son günleri oluyordu; bir tren istasyonunda donarak ölüyordu Tolstoy…

Pazar, Temmuz 01, 2007

Ona nasıl acı çektirebilirim?

"-Ona nasıl acı çektirebilirim?
-Ona acı çektiremezsin..."


Ona acı çektirmek istemenin nedeni ne?
Onun sana acı çektirmesi…

Öncelikle o sana bilerek acı çektirmedi...
Acı çekeceğini tahmin ediyordu ama özellikle acı çektirmek değildi amacı.
Sen şimdi bunu özellikle yapacaksın, kasıtlı davranacaksın.

Acı çektirmek için normalde yapmayacağın, karakterine uymayan bir şeyi yapacaksın,
bu sana daha fazla acı verebilir, öyle değil mi?
(Bir acı daha büyüğüyle mi unutulur?)

Sana acı çektirmesini onun yanına bırakmaman gerektiğini düşünüyorsun!
Bu senin kinci olduğunu gösterir. İkinci olarak, acıyı hazmedemediğini...

Tabii esas şu sorulmalı:
Gerçekten acı çektirmek mi istiyorsun ona, yoksa onun sana yaptığı tarzda bir son hamle yaparak kendini göstermek mi?
Ne kadar kin ve hatta nefret içerse de bu hamle, belki de bir aşk hamlesi…

“Ona nasıl acı çektirebilirim?” “Ona nasıl gösterebilirim kendimi?”
mi demek?
Böyleyse, acı çekmediğini gösterebilirsin...*
Ya da acı çektiğini...
Çektiysen gerçekten.
Acı çektiğini gösterirsen, bu onu sevindirebilir,
o zaman ya kötü bir insandır
ya da yine kötü bir insandır ama seni de seviyordur bir olasılık,
aşıklar bazen alçak olur (senin de olabileceğin gibi).
Acı çektiğini gösterirsen ve bu onu sevindirmezse,
iyi bir insandır, senin ona yapmaya çalıştığın hainliği hak etmiyordur.


*
Acı çekmediğini öğrendiğinde onu önemsemediğini düşünecektir,
ve eğer sana değer veriyorsa işte o zaman acı çekecektir.
Ya da acı çekmediğin için onun için de bir sorun kalmayacaktır, zaten değer vermediği için;
bu durumda daha önce de dediğimiz gibi,
senin şimdi ona yaptığın gibi kasıtlı bir şekilde acı çektirmeye çalışmamıştır sana.
Ama ne olursa olsun bir hareket bekliyorsun sen, tarafların geri çekilmesini değil.
Hoş, sana değer vermiyorsa, zaten ileri bir adım atmamış oluyor ya o,
sen kendi kendine gelin güvey oluyorsun.