Hayatımdaki kadınların bana âşık olduklarını söylemesi sadece bir başlangıçtı. Kadının kendini feda etmesi gerekiyordu. Ama benim için değil, bana doğru, ama benim için değil. Kendi için. İnsan olabilmek için... Önce bana bir peygambere tutulur gibi tutulması sonra da bir peygamberi izler gibi izlemesi gerekiyordu. İlk aşama neredeyse her zaman gerçekleşti ama ikinci aşama... Bu benim henüz olmadığımı gösteriyordu...
-Tüm çevremde ben her zaman el üstünde tutuldum, hep bir numara, her zaman en iyi bilen bendim. Senin yanında tam tersi oluyor, diyordu bir kadın, tüm diğer kadınların yanımdaki hallerini açık yüreklilikle, ama yine de kızgın, dile getiriyordu. O güne kadar yaşadığı derya bir su birikintisi gibi kalıyordu benim yanımda, yine de suyuna gitmemi istiyordu.
Gerçeğin peşindeydim ben, kadınların değil. Çünkü gerçek kadınlara çıkmıyordu.
Aşkı anlayıp hayatı anlamadan kalırsanız, şaşkınlaşırdınız; ama hayatı anlarsanız aşkı aşar, aşkınlaşırdınız.
“Cennet Adamı” adlı bir kitap okumuştum yıllar önce. Giriş sayfasında şu yazıyordu; “O bir erkekti, kadınlar için yaşadı ve kadınlar onu bu yüzden sevdiler...” O zamanlar bu cümle beni anlatıyor, anlatacak diye düşünmüştüm. Oysa şimdi düşününce: Hiçbir zaman kadınlar için yaşamadım. Tabii o zamanlar yazarlık söz konusu değildi hayatımda. Kendimi kadınlara beğendirebilmek için her şeyi yapacaktım demek ki az kaldı, konu mankeni gibi. Diğer erkekler gibi...
Kendi çaplarında dört usta kişi birlikte yolculuk yapıyorlarmış. Konakladıkları yerde ağaç ustası gece nöbet tutarken vakit geçsin diye bir kız resmi çizmiş ağaca. Terzi ustası nöbeti sırasında “Bu şimdi sabah bunla övünür.” diye bir elbise dikmiş kıza... Kuyumcu ustası takı takmış nöbeti sırasında. Dördüncü aşçıymış, ne yapacağını bilememiş, Tanrıya yalvarmış: “Tanrım bu kıza can ver, beni küçük düşürme...”
Sabah hepsi hak iddia etmiş ve kendilerine almaya çalışmışlar kızı... Kralın oğlu geçiyormuş o sırada oradan, önce onları ayırmak istemiş ama kızı görünce o da hak iddia etmiş (ne güzel anlatıyor erkekleri)... Hakime gitmişler, onun da kızda gözü kalmış ve hak iddia etmeye başlamış o da... (oh oh)
Hikayenin sonunda kız usanıp tekrar ağaca girmiş. (Hikaye yazarı erkek değilmiş demek.) Laz atasözü oradan çıkmış: “Ağaç kesersen, ağaçtan akan su o kızın gözyaşıdır...”
Nasıl harcanmış güzelim fikir: Hikayenin sonundan önce ben girerim... “Gönlü kimi seçerse kız onun olsun.” derim... Hem akıllı, hem güzelim. Kız beni seçer.
Burada kız benim hak iddia ettiğim hikayeye girer ve haklı olarak hak iddia eder, bana şöyle sorar:
-Seni seçeceğimi nereden biliyorsun?
-Akıllı bir kıza benziyorsun.
Hem doğruyu söylemek ve kızdan yana olmak, hem kazanmak benim tılsımımdır...
Kıza güzel bir kız olduğunu söylemem.
Cuma, Temmuz 27, 2007
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder