Çarşamba, Eylül 30, 2009

RETORİK

(ROMANDAN)


Russel Crowe, bir röportajda, bir sinema yazarına şunları söylemiş: “Ben sizin kahrolası film yıldızlarınızdan biri olmak istemiyorum. Ben sadece bir oyuncuyum. Tüm yaptığım, gerçekliği ve derinliği olan bir pozisyonda bir hikaye anlatmak. Son derece basit bir iş. Geri kalan tüm o fasa fisoları bana yutturmazsınız. Ve onları yutmadığım için de benden nefret edemezsiniz. Sırtımı sıvazladığınız için çok teşekkür ederim. Benden bir iş yapmamı isterseniz, vaktinde işe gelirim ve yapabileceğimin en iyisini yaparım. Size borçlu olduğum budur. Size iyi davranış borçlu değilim. Size günümün bütün anlarını borçlu değilim. Umarım bunları manyakça bir buhran olarak yazmasınız. Anlıyorsunuz değil mi, sesimin tonu, özel bir konuyu belirttiğim için böyle. Saldırgan olduğum için değil. Bu da bazen yanlış anlaşılıyor. Ben size şimdi meşru bir cevap veriyorum ama sanki şikayet ediyormuşum gibi duruyor. Etmiyorum. Mükemmel bir hayatım var. İstediğim şeylerin peşinden gidiyorum, kendime ait bir ailem olacak. Burada çok rahatım her ne kadar devamlı fotoğrafımız çekiliyor olsa da.”

Siz burada saldırgan bir insan görüyor olabilirsiniz ama ben özgür bir insan görüyorum, özgür bir ruh.

Crowe kaba değildir. O sadece kibar değildir. Kendisinin de söylediği gibi, kibar olmak zorunda değildir. Bu onu kaba yapmaz. Bir ara aşama var, kibarlıkla kabalık arasında, birçok şeyde olduğu gibi.

Evet “kahrolası” demese daha iyiydi Crowe; ama temel olarak ifade ettiği “bana sahip olamazsınız” haklı düşüncesi karşı tarafın zoruna gidiyor ve bir anda zor bir insan oluyorsunuz; çok iyi biliyorum.

Bizim gibi insanlarda retorik denen şey eksik. Doğru olduğuna inanmadığımız şeyi güzel ifadelerle süsleyip söylemeyi sevmiyoruz. Böyle güzel yalanlar söyleyebilmek için kendi içinden uzaklaşıp patolojik bir bölünme yaşayan birinin, rol yaptığı halde karşıdakine kendini sevdirmesi türü bir başarı(!) sergileyemiyoruz. Kendi içimizle uyumumuzu böyle koruyor; bu uyumun sağladığı iç gücümüze rağmen dış dünyayla uyum sağlamakta geri kaldığımız için kendi içimize çekiliyor, güçlü müyüz güçsüz müyüz bilemiyoruz…

Perşembe, Eylül 17, 2009

Without you we're nothing


ARİSTOS ya da iyi yazar ile doğru yazar arasındaki fark

“Mutlu aileler birbirlerine benzer. Mutsuzlarınsa her birinin kendine özel bir yaşamı vardır.” (Tolstoy ; Anna Karenina)

Uyanık olanlar (her bir Aristos) ortaklaşa bir dünyaya sahiptirler; uyuyanlar (çoğunluk) her biri özel bir dünyada yaşarlar. (John Fowles; Aristos)

(Aristos: Yunanca; en yüksek derecede iyi; türünün en mükemmeli olan bir insan ya da nesne)

Çarşamba, Eylül 16, 2009

Salı, Eylül 08, 2009

Yerçekimi diye bişi var

Ferit Edgü:

Sözcükleri yalan yanlış kullanan, cümle bozukluklarını üslup diye savunan yazarlar için:
"Sözcükler herkesin malıdır, ama cümle, yalnızca yazarın." (Barthes)


Burada her zaman bir çekincem oldu; Ferit Edgü ile Barthes acaba anlaşamamışlar mı diye...

Cümle yalnızca yazarındır, demesi Barthes'ın, cümle bozukluklarını üslup diye savunan yazarları eleştirmek için kullanılamaz diye düşündüm hep; tam tersi üslup oluşturan yazarlar için söylemiş olamaz mı bunu Barthes; bilmiyorum...

Örnekse Sait Faik'ten, Sinağrit Baba'dan; üslup mu, siz düşünün:
"Sonra hesapta bir gün pis bir Vatos'un, bir sırtı renksiz, yapışkan ve parazitli bir canavarın, dişine bir tarafını kaptırmak var."

BİR koydum ben bu alıntının adını...

Ki, şöyle de devam eder cümle:
"İyisi mi, muhteşem bir sofraya kurulmalı, bir zaferle dolu ömrün sonunu beyaz şarapla, suların üstündeki başka dünyada yaşayan bir akıllı mahluka kendini teslim etmeli."

Bu cümleler sıkı bir hoca-eleştirmen tarafından rahatlıkla sınıfta bırakılırdı...

Nobelli yazarımızın romanının (romanın adını vermiyorum çünkü umurumda bile değil adı) daha ikinci cümlesindeki hatayı gösterdiğim iki arkadaşım, bizi çok da rahatsız etmedi demişlerdi... Ondan sonra yazmıştım şunu; işe yaradı, yaradılar:

-Yerçekimi diye bişi var.
-Biz hissetmiyoruz!

Çekim herkesin malıdır, ama Yerçekimi, sadece Yer'in...

KISIR

“Ben buradayım sevgili okuyucum. Sen nerdesin acaba.” Oğuz Atay

Acaba Oğuz Atay, okuyucusunu aramıyor mu… Okuyucusunun varlığını değil de yerini aramıyor mu… Sen neredesin derken ortada değilsin demiyor belki de; ortadasın ama nerdesin, yerin neresi; benim yerim burası seninki neresi, demiyor mu…

Sevgili okuyucum demesinden, aslında olmayan bir okuyucuya değil, belli bir okura seslendiği düşünülemez mi…

Okuyucusuna varlığının kanıtını değil karakterini, duruşunu, yerini soruyor olamaz mı…

Pazar, Eylül 06, 2009

ZAFİYET KURAMI ya da bu soba bana niye kızgın?

Emre Kongar kendisiyle yapılan bir söyleşide Einstein'ın İzafiyet Teorisini açıklıyor: "İki tren, biri duruyor, biri gidiyor. Siz gidene baktığınız zaman, durduğunuz halde kendinizi gidiyor gibi görüyorsunuz. Yani hareket başka bir harekete göre değerlendirilir. Zaman da izafidir, kızgın bir sobanın yanında oturduğunuzda bir saniye size bir asır gibi gelebilir. Sevgilinizle geçirdiğiniz bütün bir gün size bir saniye gibi gelir."

Sonra da zamanı izafiyetten, insanı da zafiyetten kurtarıyor, kendince, ve farkında olmadan: "Ben onun için bütün mutlu anlarımda mutlaka saate bakarım. Çünkü zamanın sonsuz ve değişmezlik içindeki izafiliği, değeri, sizin ona verdiğiniz önemdedir. Sizin ona verdiğiniz önem ise anımsamak ya da anımsamamaktadır. (…) Ben bunun tersini uyguluyorum; yani bir şey beklerken zamana dikkat etmiyorum. Güzel bir şeyi yaşarken zamana çok dikkat ediyorum."

Daha sonra da esas saptamasını yapıyor, tokat gibi bir örnekle: "Bugün hala postmodernizme çok olumsuz bakmamın nedeni odur. Bence dışımızdaki gerçeklik en önemli belirleyicidir. Biz onu nasıl algılarsak algılayalım. Tabii kendi algılarımızı asla reddetmiyorum. Tam tersine idealist felsefe materyalist felsefe tartışmaları yapılırken ben hep ağabeyimin ölümünü derslerde bile örnek olarak kullanırım. Biz, ağabeyimin öldüğünü, o öldükten yaklaşık 5-10 gün sonra öğrendik. Trajik bir biçimde bir başsağlığı telgrafından öğrenmiştik ve bizim için ağabeyim 5-10 gün daha fazla yaşadı. Evet uzaktaydı, evet seyahatteydi. Daha yaşıyordu bizde. Ama acı ve nesnel gerçek değişmedi, o, 5-10 gün evvel ölmüştü."

Sobanın kızgın olmasından yıla çıkarak, zamanın “ona göre” geçmek bilmediğini, dışarıda herkes paltoyla dolaşırken havanın sıcak olduğunu düşünen biri, “bu soba bana kızgın yahu” diye de düşünebilir; bu ne yazık ki patolojik bir durum olmaktan çıkıp çağımızın “normal” “doğal” özelliği olmuştur. (Diyecektir ki “Neye göre anormal, kime göre patolojik!”)

Rahipler ve günahkarlar

Teklif

The Proposal


Yıllar önce seyretmiştim, notlarımda buldum…

Nick Cave’in aynı adlı yeni tarihli filmiyle karıştırılmasın.


*
Üniversiteden yeni mezun genç Roger, Arthur Berrat adlı zengin, tanınmış, otoriter, soğuk-hüzünlü bakışlı adamın (William Hurt) malikanesine iş görüşmesine çağrılır.

Bay Berrat’ın uşağı-yardımcısı işi kibarca açıklar: Bayan Berat döllenecek ve kısır Bay Berrat için bir varis dünyaya getirilmesine yardımcı olunacaktır.

Harvard mezunu Roger’ın şaşkınlığını ve kızgınlığını gidermeye çalışır uşak: “Bir açıdan bakınca Arthur Berrat’ın idolüsünüz. Sizi varisinin babası olarak seçti. Zekanızı, görünüşünüzü varisi için seçti…”

...

Uşak: “Hem bir kadınla birlikte olmak için para teklif edilseydi ben düşünür müydüm bilemiyorum…”

Roger: “Para mı? Bu fikrimi değiştirmez ama tam olarak ne kadardan söz ediyoruz?”

(Kulağına rakam söylenen Roger’ın gözleri açılır.)

Uşak: “Peki ne kadar güzel olduğundan söz etmiş miydim?”



Kadını Madeleine Stowe oynuyor. Ve kesinlikle kamera karşısında fotolarından iki kat daha güzel ve anlamlı bakıyor.


*
Roger hala şaşkın, düşüneceğini söyler…

Uşak onu kapıya doğru geçirirken, bir genç adam girer içeri.

Roger: “George sen burada ne arıyorsun?”

George: “Sanırım aynı işe başvuruyoruz… Yoksa pozisyon doldu mu?”

Roger: (Birkaç saniyelik bir tereddütten sonra) “Evet…” (Uşağa döner) “Eee… kabul etmeye karar verdim!”

Uşak: “Peki Bay George, sizi arayacağız, eğer Bay Roger’ın performansını yeterli görmezsek.”


*
Bay Berrat: (Roger’ı bahçede uşakla el sıkışırken pencereden izler.) “Sence daha önce yapmış mıdır?”

Bayan Berrat: “Bilemiyorum, özgeçmişini ben okumadım!”


*
Roger ve Bayan Berrat’ın tanışmaları:

Roger: “Hizmetinizdeyim… Aaa, şey… Onu kastetmedim…”

Bayan Berrat: "Neyi kastettiğini biliyorum…”


*
Roger ve Bayan Berrat yatak odasındalar. Soyunuyorlar.

Roger ereksiyon olmasından dolayı rahatsız hisseder…

Bayan Berrat: “Bizim istediğimiz de tam olarak bu; şimdi lütfen devamını getirelim.”


*
Orta yaşlı, yakışıklı, anlamlı bakışlı ve tabii ki hüzünlü rahip (Kenneth Branagh) bölgeye yeni atanmıştır…

Berratlarla tanıştırılır, nedense çok sevilir, Bay Berrat, rahibi 2 gün sonra eve çaya davet eder.

Yeni rahip: “Kilisemizin yoğun bir programı var, gelebileceğime emin değilim.”

Berratlar selam verip gittikten sonra, yaşlı rahip, yeni rahibe: “Kilisemizin programında Berratlardan aldığınız bu davetten daha önemli bir program olamaz.”


*
Döllemenin başarı garantisi amacıyla seanslar sürmektedir.

Roger’ın çekingenliğinden eser kalmamıştır, aşırı mutludur, egosu tavan yapmıştır, tuhaf davranmaktadır.

Yatak odasında:
Bayan Berrat: “Sana ne yaptık böyle Roger.”

Roger: “Kocan zengin yaptı, sen de mutlu yaptın.”


*
Bir sevişme sonrası, Roger: “Beni sevmeni beklemiyorum…”

Ama kendisi kadına aşık olmuştur.

İçmekte, sarhoş olmakta ve barlarda ağzından bazı şeyler kaçırmaktadır…


*
Bu sorun genç adamın kulağının çekilmesiyle halledilir ama Bayan Berrat’ın doğumundan bir süre sonra adam tekrar ortaya çıkarak aileyi tehdit etmeye başlar.


*
Yoksul ve kimsesizler mezarlığına kimliği belli olmayan bir ölü gömülür… Yeni rahip gömütün başındadır. Yaşlı rahip tarafından görevlendirildiği açıktır. Bay Berrat’ın kiliseye bağışlarının varlığı açık miktarı gizlidir.


*
Bay Berrat, durumu öğrenen Bayan Berrat’a: “Ne yaptıysam senin için yaptım…”


*
Anlatıcı (yeni rahip olduğu anlaşılır): “Sadece erkeğin yöntemlerini kabul etmekle kalmadı, onunla suç ortağı olmayı da kabul etti…

Gözlerini kapadı ve dişi tanrısına elveda dedi…”

(Bayan Berrat feminist bir yazardır.)


*
Eskinin yeni Rahibi, çocuğunu büyüten, kocasından soğumuş, içini dökecek ve günah çıkaracak tek kişi olarak kendisini gören ve boşanmak isteyen Bayan Berrata: “Dünyada Arthur Berrat’ın korkacak kadar saygı duyduğu, öldürecek kadar sevdiği tek kişi sensin…”


*
İkisi arasındaki giderek gelişen arkadaşlık Bay Berrat’ın gözünden kaçmaz.


*
Sonunu hatırlamıyorum ama Rahip-Anlatıcı’nın şu cümlelerinde bir çıkarım yapılabilir: “Rahiplerin tanrıyı arayan, günahkarların ise onu tanıyan kişiler olduğu söylenmişti… Elenor Berrat sayesinde ben tanrıyı tanıdım…


*
Son cümle: Rahip-Anlatıcı: “Yine bir kadının hikayesi erkekler tarafından anlatıldı ve sonu acıklı oldu.”