Salı, Eylül 30, 2008

Öğretmen çocuklara zormuş

Öğretmen çocuklara sormuş:
- Söyleyin bakalım bu sene eylüle kalmadan kim sınıf geçmek ister?
Herkes parmak kaldırmış, biri hariç.
- Sen geçmek istemiyor musun?
- Bu sadece bana bağlı değil ki hocam. Ne yaparsam yapayım siz uygun görmedikçe geçemem.
Hoca bu cevaptan çok etkilenmiş. Böyle bir öğrencinin sınıf geçmeyi nasılsa hak edeceğini düşünmüş:
- Peki sana söz veriyorum, ne yaparsan yap seni sınıf geçireceğim.
Öğrenci muzip bir ifadeyle sınıfa dönmüş ve sormuş:
- Kim ne yaparsa yapsın sınıf geçmek ister?
Kimse parmağını indirmemiş.

Saramago

“Körlük” romanı gibi unutulmaz bir toplumsal hicvin yazarı olarak size şunu da soralım: Dünya nereye gidiyor? Körlük sürüyor mu?

Bu körlük fikrinin ortaya çıkışı çok basit aslında. Bir lokantada oturuyordum, ne yiyeceğime karar vermiştim ve bekliyordum. Bir anda kafamda bir soru oluştu: Ya hepimiz kör olsaydık, dedim. Hemen kendi kendime cevabı da buldum, zaten körüz dedim. O roman öyle doğdu. Hepimiz körmüşüz, sağduyumuz kalmamış gibi davranıyoruz. İnsanlar zeki olmaya tahammül edemiyorlar. İnsanlığın ilk dönemlerinde zekâyı keşfettiklerinde bile zekâya tahammül edemediler. Onun için de delirdiler. Hâlen de o delilik sürüyor. İnsan dediğimiz yaratık akıl hastasıdır. Eğer öyle olmasaydı, dünya şu anki durumda olmazdı. Bu dünya düzenini ortaya çıkaran, herhalde aklı başında bir ruh hali değildir. Mesela egoizmi düşünelim, hırsı, batıl inançları düşünelim. İşte bütün bunları düşündüğümde insanoğlu akıl hastası bir yaratıktır, diyebiliyorum. Bir de şöyle bir şey var: Biz mantığımızı mantıklı olanın karşısında kullanıyoruz. Hayata karşı kullanıyoruz. Biz hayatı hak etmiyoruz esasında.

Bu denli birbirine yabancılaşan insanların yaşadığı dünyada edebiyatın işlevi ne olacak?

Yok yok, edebiyat dünyayı değiştirmez. Tersine, dünya edebiyatı değiştirir. Çok şükür ki böyle oluyor çünkü bu, edebiyatın canlı bir varlık olduğunu gösterir. Yazarların da diğer bütün insanlar gibi hayat hakkında farklı görüşleri vardır. Fark şudur: Yazarların bir yeteneği vardır ve bunu yazıya dönüştürürler. Okurlar da onlara katılırlar ya da katılmazlar. Ama dünyayı kurtaramayız!


Not: Kötümser olmasına rağmen, içimi rahatlatan bir konuşma. Saramago'nun okumasını isterdim beni...

Cumartesi, Eylül 27, 2008

Bilmeden konuşuyorsun MART 94

-Bilmeden konuşuyorsun.
-Bilmeye konuşuyorum.
-Susup dinlesen...
-Sadece bana öğretilmek istenenleri öğrenmek istemiyorum.
-Öğretmen olmadan dersi anlatmaya çalışıyorsun.
-"Belki de"lerle, "neden olmasın"larla başka tarzda sorular oluşturmak istiyorum.
-Sordukların bilgini belli ediyor; sen bilmeden soruyorsun.
-Bilmek için soruyorum.
-Ama tahminler yapıyorsun, doğru yanlış.
-Öğrenmenin bir yolu da bu değil mi?
-Kitap okusan...
-Hep konuşan birisini dinlemek istemiyorum, arasıra lafını kesmek istiyorum.
-Anlatmasına engel oluyorsun.
-Kafasındakini anlatıp tatmin olmasını değil, benim sorularıma cevap verip beni tatmin etmesini istiyorum. Konuşana değil dinleyene göre şekillenmeli sohbet.
-Daha bilgili dinleyicileri engelliyorsun.
-Belki de bir alt sınıftan başlamam gerek.
-Sadece dinlemen gerek konuşulanları, hiç konuşmadan.
-Teşekkürler ben kitap okuyayım.
-Bitirince sınıfımıza bekleriz yine.

Bir zaman sonra

-Hâlâ bilmeden mi konuşuyorsun?
-Okudum, ama senin bildiklerini değil kendi merak ettiklerimi öğrendim. Kendi "neden olmasın"larımı, "belki de"lerimi...
-Yanlış kitapları okudun herhalde.
-Senin okuduklarını başka bir bakış açısıyla okudum belki de.
-Hâlâ bilmeden soracak mısın?
-Sorduklarımı sen bilebilecek misin?
-Daha bilgili dinleyicileri engelleyecek misin?
-Kafalarındaki sorulara farklı bir açıdan yaklaştığımda, onları engellediğimi düşünecekler mi...
-........
-Bir alt sınıftan devam etmem gerektiğini mi düşünüyorsun hâlâ?
-Düşündüğüm, belki de başka bir bölümde devam etmen gerektiği... Belki de başka bir okulda...
-Ne! Beni kovmayı mı düşünüyorsun?! Neden?
-Neden olmasın? Belki de kendi sınıfını oluşturman, kendi okulunu kurman için seni serbest bırakmak istiyorum.
-Bir bildiğin var ki konuşuyorsun.
-Bilmeye konuşuyorum.

Perşembe, Eylül 11, 2008

Sizli özne 2

(Romandan)

Hem, hayatının adamı, senin sevdiğin kadar sevmeyince seni, hayatının adamı olmaktan çıkabilir mi? Sen benim hayatımın adamısın ama ben senin hayatının kadını değilim! Ne saçma. Bazı durumlarda belki iki tarafın sevgileri de hemen hemen eşittir, ama birçok durumda iki sevgilinin ortak yanları ikisinin de birini, içlerinden birini sevmesi değil midir; sen beni, ben de beni, ne güzel, birbirimize bakmak değil aynı yöne bakmak, bana… Ben senin hayatının baş köşesine oturuyorsam hem, sen ancak benim kucağıma oturabilirsin…

Sizli özne

(Romandan)

Hayata sahipleniyorum ben, ve sadece hayatın beni sahiplenmesine izin veriyorum. Ama aşk. İlk tanışmanın heyecanıysa, birbirine duyulan ilginin platonik aşamasının gizemiyse, ilk öpüşmenin, sevişmenin yakıcılığıysa... işte bu kadar. Özneye niye yöneliyor ki... Bu saydıklarımın gerçekleşmesi... İşte, hayatın tatlarının... Yemeğe âşık olur musunuz? Kalamarla aşk! Hah! Kalamarla yaşadığımız yaz aşkıymış, beyaz şarapla daha uzun bir ilişki yaşadık ama o da bitti... Yoksa ona giderek bağlanıyordum... Hah!

Salı, Eylül 02, 2008

Babayasa


Bu ilanın önemi şu:
Maddeler orijinal Anayasa maddelerinden esinlenilerek kurulmuşken
4. madde Anayasayı "aşmış" bulunuyor.
Çünkü Anayasa'nın 4. maddesinde, 4. maddenin de değiştirilemeyeceği yazmıyor!
4. maddeyi değiştirdiğinizde, o maddenin güya koruduğu ilk üçünü de rahatlıkla değiştirebilirsiniz yani...
Esquire ilanı yaparken bulduğum şeye bakın!