Cumartesi, Ocak 31, 2009

Bencil Özür

1. Mektup

Şimdi yazsam sana yazmak istediğim aklımda olanları, o derenin üstüne çok sular aktı boş ver eskiyi yok hiçbir şeyin önemi diyebilirsin(?)... Teşvike mi ihtiyacım var ne... Bildiğim murat; ince ve ayrıntılara önem verirdi…

Sendeki duygusallık belki de benim içimde seni unutturmadı. Hep o yüzden suçluluğum geçmedi sana karşı. Sebeplerim çoktu kendimce senden ayrılmak istememde. Ama zalimdim. Seni kötü hissettirdim özür bile dilemedim. Çok klişe gelecek ama sevmeyi gerçekten sevmeyi çok geç öğrendim.

Seninle ayrılma sebeplerime rağmen, bana verdiğin değerin değerini bilmedim. Belki de hak ettiğimden senden sonra; kendini olduğundan çok başka gösteren ve neden böyle bir şeye ihtiyacı olduğunu anlayamayacağım iğrençlikte bir adamla oldum... Kullanılıp hemen arkasından bırakınca, o acıyla (sana büyük haksızlık ederek hatta terbiyesizce) seni aradım.

Murat, beni o yağmurda evime bırakıp tam arabandan çıkmak üzereyken "çık hayatımdan!" dediğinde çok sinirlenmiştim. Tabii haklı olduğunu sonra anladım.

Keşke affını dileseydim. Tekrar benimle olman ya da hayatına girmem için değil sadece beni affetmen için.

Affedersin...(?)

(Muhtemelen artık umurunda değil, fakat yine de sormaya ihtiyacım var, kendim için.)



2. Mektup

Ben senin hislerini o zamanlar hiç hissetmemiştim. Belki gençtim belki İstanbul’un keşmekeşi, belki benim için her şeyden önemli sorunlarımı halletmek yaşamımın önüne geçmişti.

Maalesef dünya tatlısı bir insan olmana rağmen sorumluluk duygun yoktu. Benim ne durumda olduğumu bırak anlamak göremedin.

Kesinlikle yargılamıyorum senin hayatın senin hayatın.

Sen özeldin. Beni güldürüp mutlu ederdin. Bana en ufak kötülüğün olmadı. Olduysa da -benimleyken başka kadınlar olduysa da- bunu hissettirmeden yapıp beni üzüp kötü hissettirmedin. Terk ettiğim tek kişi tabi ki değilsin. Ama içimde seninle abuk kıstaslar yüzünden yaşamadıklarım için pişmanlık duyduğum tek kişisin. Her negatifliğinle, megalomanlığına, ayaklarının yere basamamasına, ütopyalarınla, bencilliğinle beraber iyi bir insansın. O yüzden senden özür dilemek istemiştim. Çünkü bin sene önce de olsa acı çektirmiştim.



3. Mektup

Seni sinirlendirdiğim için sorry. Gece hiç uyuyamadım. Eğer tarzım gereğinden fazla absürd kırıcılıktaydıysa sorry.

Ben kendi hatalarımı kabul ediyorum. Çok hata yaptığımı pişman olduğumu yazmışım. Ama belki de sen çok daha haklısın. Sevgiye tam değer vermiyorken seninle beraber olsaydım o zaman sana daha büyük haksızlık olurdu.

Ama ben yine de seninle daha fazla zaman geçirip beraber olmak isteyecek kadar sevdiğimi düşünüyordum...

Üzgünüm ki bana hala kızgınsın. Negatif bir insan demedim senin için negatif yanların demek istedim. Hepimiz insanız kimse mükemmel değil.



4. Mektup

Of murat cidden seni incitmek değildi sana o sıfatları söylememin nedeni. Ben zaten bildiğini düşünmüştüm.

Sana bunlara benzer şeyleri daha başka birçok kadın da söylemiştir değil mi... Benim söylediklerime benzer sıfatları daha önce de duyduğundan zaten kendini biraz biliyorsundur sanmıştım. İnsanları çileden çıkartıp sonra garip suçluluk hissettirerek sana özür dilerim diye dönmeleri hep senin insanlarla ilişkilerin yüzünden.

Bana cevap mektubunla hep kendini, kendi haklılığını, uzuuun uuzzuzuuun anlatan seni, benmerkezciliğini hatırlayarak söyledim söylediklerimi. Hayatta tek katlanamadığım kendisini öven insanlardır. Alçakgönüllülük mükemmel bir meziyettir. Keşke sen de biraz edinebilseymişsin.

Bana hala kırgınsın demek ki dememin sebebi (müthiş akıllı yazar olmana rağmen) yok canım affettim tabii seni deme nezaketini gösteremediğindendi. O sıfatların seni böyle deliye çevireceğini (senin deyiminle nemli beynim tahmin etmedi)…

Açıkçası sadece özrümü diler belki söyleyemediklerimi söylerdim, nasıl olduysa mektup suçlar tarza dönüştü. Zaten herkes bana böyle dönüyor şeklindeki yazın, senin insanlarda yaptığın kötü etkinin sonucuymuş ben de demek ki böyle hissetmişim diye düşündürdü.

Üzgünüm aramızdaki yine kırgınlıkla bittiği için… Bu görüşmeler maalesef amacımın tam tersi senin beni affetmenle değil, senin, kaba tepkinle nasıl biri olduğunu tekrar hatırlayıp senin asla beraberliğimin olamamasını kanıtladı. Keşke o zamanlar akıl edip konuşsaymışım seninle bunca zamanlar sonrasında böyle şeyler olmasına gerek kalmasaydı…

Bu mektubumu cevaplamasan daha iyi olur. Yeterince gereksiz zaman harcadık zaten…

Pazartesi, Ocak 26, 2009

Sıkı 2

"İkiyüzlülük, kötülüğün erdeme saygısıdır." La Rochefoucauld

Yakın zamanda sıkı iki -hemen başlığı buldum bakın- sıkı iki 200lülük örneği yaşadım... Örnekleri diyeyim, çünkü 200lü bunlar, barındırdıkları örnekler de fazla haliyle...

Barındırdıkları... Bu da güzel oldu, barındırdıkları, bedeninde mikrop besleyen insanları düşünsenize, beyninde haşarat, duygularında tarla faresi...

LARA diyeyim bu yukardaki adama, adını tekrar tekrar yazamayacağım, bu dünyada kıskandığım birkaç laftan birini söylemiş (Herhalde ben ölene kadar bir 10 tane daha çıkar karşıma)...

Acaba 200lüler bu lafı bilseler hemen atlar mıydı üzerine, üzerime...

Bak ben saygılı biriyim diye hahaha

Tam yakışırdı onlara, 200lülük kanıtı...

Burdan ilan olunur... Adam gibi 200lülük -kötülük- yapın... Hitlerleşin, ki herkes farkınıza varsın; harcanıyorsunuz...

Cuma, Ocak 16, 2009

Bir yastıkta kırk yıl

Anna Karenina Vronski’ye tutulur. Evlidir. Vronski de ondan hoşlanıyordur. Ama Anna sonunda intihar edecektir. Vronski’den hoşlanan Kiti ise adamın Anna’ya ilgi duyduğunu görünce kendisiyle ilgilenen Levin ile evlenir. Zaten amacı aşk değil evlilik olan bir kızdır Kiti. Tüm kitap oyunca Levin’e olan aşkından da söz edilmez. Sadece Levin’in Anna’yı görünce duyduğu hayranlık Kiti’de bir kıskançlık duygusu oluşturur, o kadar. Birçok yorum Anna ve Vronski’nin yasak ilişkilerinin ve kötü sonlarının (Anna’nın kötü sonunun) yanında Levin-Kiti ilişkisine neredeyse ideal ilişki olarak bakar!

Levin-Kiti ilişkisi kadının şımarıklıklarına karşı adamın hep karısını koruyucu tavırlar takındığı, alttan aldığı bir tek taraflı olgunluk (ya da kadın egemen evlilik) ilişkisidir. Yaşlanınca adamın kadının dizinin dibinden ayrılmadan hep ona hayranlığını dile getireceği, kadının da bu hayranlığın tadını çıkaracağı, arada sıkıldığında (üzerini örterek geride bıraktığı gençlik-kadınlık tutkuları aklına geldiğinden olacak) adamı azarlayacağı bir ilişkidir.

Birçok bu tarz ilişki gibi yaşlılıklarından birbirleri için yaratıldıkları yalanını söyleyeceklerini düşünebiliriz: Kendini anlattığı Levin karakterinin aksine, yaşlılığında karısının zulmünden kaçmak için onu terk eden bir Tolstoy karakterini unutmayalım (artık ünlü yazarın her hastalanışında yazarın sağlığından çok, yazılarını koyduğu çekmecenin anahtarıyla ilgilenmektedir Kiti, pardon karısı)… Ki kitabın başındaki, mutlu ailelerin birbirine benzer yaşamları olduğu, mutsuz ailelerin ise her birinin farklı farklı yaşamları olduğu lafına bağlı bir sondur, kitaptaki son da, Tolstoy’un sonu da: karısını terk ettikten birkaç gün sonra bir tren istasyonunda –hayır trenin altında kalarak değil- donarak ölür Tolstoy…

Aşka, tutkuya ve mutluluğa inanmazsanız işiniz kolaydır: Bir yastığa baş koyar uyursunuz, yüz kırk yıl bile geçer böyle…

Peki neden bu metni yazdım şimdi?

Şundan: Mutluluğun Romanı, kod adı olabilir, yeni “romantik” metnimin… Büyük ve mutsuz yazarlara adanabilir...

Perşembe, Ocak 08, 2009

Sohtorik

Umarım seni istediğin şekilde anlayıp, özümseyip anlatan birileri olur Sohtorik. İnan bana bunu gerçekten çok isterim. Seni anlamak, anlatmak, gerçekten çok zor, insan hata yapmaktan korkuyor öncelikle. Birçok insanı karşına almak adına -ki bu her zaman bilinçlice ve sadece beynine ve düşüncelerine olan güveninden aldığın güçle, çevreyi gerçekten incelemenin artısıyla- doğru bildiklerinden şaşmayan tavırlarını, bu tavırları etrafındaki insanlara anlatmada gösterdiğin çabaları, çoğu kez örneklerle yazarak asıl doğru nedir, nasıldır sorularına verdiğin tatlı-sert ama çoğu zaman sert cevaplarını, bazı bazı kaba kuvvete kadar gitmeni sağlayan, seni buna zorlayan ve bu hareketinden sonra, sana suçlu insan damgası vurarak asıl kendi zayıflığını zafere çevirdiğini sanan insanlara karşı gösterdiğin sabrı, Al kocayı vur sopayı kitabını neden kendine yakın hissettiğini, hayatını etkileyen ve birçok davranışı ile seni sinirlendiren babana karşı haklı ve dik duruşunu, bundan ödün vermeyişini, pes etmeyen belki bir şeyler görür ve beni anlamaya çalışır düşüncesinde ki çabalarını, seni karamsarlığa götürdüğü anlar olsa dahi yazarlığında gösterdiğin yılmayan yazma isteğini, bu sektördeki zorluklara karşı azimle ve inatla kitaplarını yazmaya devam edişini ve bastırmanı, insan davranışlarında herkesin doğru bildiği yanlışları -İtalik anne ve italik kadın yazında ki gibi-, aile, anne, çocuk, baba, abla, eş kelimelerinde bildik tanımlamalarının dışında sende uyandırdığı tanımı ve bu tanıma neden ulaştığını, kibarlık adına gösterilen sahtelikteki yol göstericiliğini, erkek-kadın ilişkisinde yaşanan çıkarcılığa, anlamamalığa ve direnmeye karşı duruşunu, aşka bakışını ve tanımını, bu anlamda aşka bağlanmak yerine hayata bağlanışını, tabakta her zaman görmekten hoşlandığın beyaz peynir, barbunya ve köfte üçlüsünü, kadın görselini izlemedeki doyumunu, soyadının sana yüklediği aileden gelen misyona karşı tavrını, ailene olan haklı kızgınlığından dolayı bazı dönemler bu soyadı değiştirmek düşüncesinin aklını kurcaladığını, seni tek başına bırakışları ve babana karşı seni haksız damgası ile suçladıkları için geçici bir düşünüş bile olsa ailene karşı bir tepki ve onları cezalandırmak adına intihar etmeyi bile düşündüğünü, tüm bu davranışlarınla "tek başıma kalsam da mücadele edeceğim ve ben haklıyım" demendeki savunuculuğunu
------------
------------
yazmakla bitmeyecek. Bu saydıklarım herkesin göze almaya cesareti olmayacak başlıklar, tekrar seni ne sıkmak nede yanlış anlaşılmak isterim.