Perşembe, Mayıs 14, 2009

Ağzını öptüğümünün

Nuray Mert:

"Son olarak, kadın yazarlardan gelecek tepkileri düşünerek çekinerek de olsa, söylemek zorundayım.

Bence, artık, birçok durumda söz konusu olan, kadın yazarların tüm erkeklerin içlerinde gizli bir ‘maço’ olduğunu düşünüp, bunu ifşa ettikleri anı yakalama gayreti.

‘Entelektüel ama maço’, ‘solcu geçiniyor ama maço’, ‘liberal ama maço’ ve nihayet ‘işte yakaladık!’ tavrı, bana ikna edici gelmiyor.

Maşizme, cinsiyetçiliğe karşı kadınların en yakın müttefiki olacak vasıfta adamları bu kadar kolay harcama hevesini hiçbir şekilde anlamıyorum.

Sanki, artık amaç, maço bir dil veya tutumla mücadele değil, bu tavra en uzak olabilecek olanları enseleyerek bu mücadelede güya çıtayı yükseltmek.

Sonuçta tam tersi oluyor, adamlar, fıkra bile anlatamaz hale geliyor."

Cuma, Mayıs 08, 2009

SAMAN

SAP kod adıyla tanımladığım Siyah Atlı Prens adlı sonunda yayımlanacak kitabımdan ayrılanlar…

Siyah Atlı Prensin kılıçtan geçirdikleri…

Siyah zemin üzerine S şeklinde bir kılıç yırtığı düşünün… Kapak fikri belli, ama bu da dursun.


*
“Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz.” demiş biri.
Peki doğru bir hayat, nasıl doğru yaşanır (ve anlatılır), herkes yanlış yaşıyorken…


*
Kramazof: “Özgür düşünceliliğinden gelen alaycılığı bir öfkeye dönüşmek üzereydi...”


*
Tanrıyı kırabilir misiniz? Hayır… Peki kızdırabilir misiniz? Kesinlikle…


*
-Koçların en rahatsız olduğu şey başkalarını rahatsız etmektir bunun için kendi istediği şeyleri bile ifade etmeyebilirler
-Atıyorsun...
-Hayır ciddiyim
-E iktidara böyle sahip olunmaz ki...
-Gerektiğinde dediğim dediktir canım
-Gerektiğinde dediği herkesin dediktir)))
-J


*

Sadece bir uzaylı olsa sorun yok.
Dünyada doğmuş ve eğitimini uzayda yapmış biri...
Urfa’da yaşadığı halde Oxford eğitimi almış biri.
İnsanların, yanında İT gibi kaldıkları biri.


*
Dünyanın en orijinal adlı müzik grubu:
THE THE
The Lonely planet:
If you can't change the world change yourself.
If you can't change the world change yourself.
If you can't change the world change yourself.
If you can't change the world change yourself.
But if you can't change yourself, then change the world

“Herkesin, ben de, ben de diye atlamaması gereken laflar serisi” diye bir seri yapılabilir bu ve benzerlerinden.


*
A. Gide: Günlükler
“Şair olabilmek için insanın kendi dehasına inanması, sanatçı olabilmesi için de dehadan şüphe etmesi gerekir. Gerçekten kudretli adam birinin öbürünü arttırdığı insandır.”

MS: Demek ben yaşamda şair ve işimde sanatçıyım...
(İkinci cümleyi anlayamadım! Daha da harika bir şey söylemiş gibi. Ya da çeviri hatası)


*
“Şair filozoflarmış! Bu, tıpkı, deniz resimleri çiziyor diye ressamı gemi kaptanıyla karıştırmaya benzer.” Paul Valery


*
“Sanatçı sanatına karşı sorumludur sadece. Felsefeci ise dünyaya, insana karşı sorumludur. Nietzche ile Wagner arasındaki kavga da bu yüzden çıkmıştır.”


*
Kierkegaard: “Filozofların gerçeklik hakkında söyledikleri çoğunlukla bir eski eşya satıcısının dükkanında görülen “Burada ütü yapılır” yazısı kadar aldatıcıdır. Çamaşırlarınızı alıp ütülemeye götürdüğünüzde aldatılmış olursunuz; zira tabela satılıktır.”


*
Baudlaire’de hayal gücü hemen hemen hiç yoktur, diyor biri.
Oscar Wilde da şöyle diyor: “Hayal gücü taklit eder, yaratan eleştirici kafadır.”


*
“Sohbet bilgiyi artırır, dahilerin okulu ise yalnızlıktır.”


*
Desteklenmek bazılarının yaratmaları için gereken yalnızlık ruhunu bozar.


*
"Eliade ve Cioran... Biri öğrencilerin ortaya çıkmasını seviyor, öteki erişilmez kalıyordu."


*
Kara izahçı:
Felsefede öznellik aynen şöyle aşağılanabilir: Edebiyat yapma!


*
Bir dolu gereksiz şeyle uğraşmış insanoğlu. Yanlış yönlere sapmış. Kavramlara boğulmuş. En usta filozoflar için bile geçerli bu. Artık söylenecek yeni bir şeyin kalmadığına inanılan günümüzde yeni birşeyler söylenebileceğine inanıyorum. Bir ana felsefe... Değilini de içinde taşıyan bir fikir, kendi antitezini içinde taşıyan bir tez, doğuştan sentez!


*
Yazara 3 şekilde bakılabilir: Öykücü, öğretmen, büyücü. (Nobakov)
Yazara 3 şekilde bakılabilir: Öykücü, öğretmen, öcü. (MS)

Büyücü olmanın yazarın en önemli ve karakteristik özelliği olduğunu da söylüyor Nobakov.


*
Edebiyat, söylemeden söyleme sanatı.

Buradan hareketle...

Resim, göstermeden (gözüne sokmadan) gösterme sanatı.
Müzik, bağırmadan dinletme sanatı.

Sanat, anlatmadan anlatma edebiyatı!

Resimde ve müzikte tamam da edebiyatta bir sorun buluyorum ben.

Değiştirelim o zaman: Edebiyat, anlatmadan anlatma edebiyatı!

Amaç söyleneni gizlemek midir?
Söylenenin ötesine geçmek midir yoksa?

“Biraz çaba göstersin, zorlansın okuyan”!!!

Benim bildiğim ama ona vermediğim anlama ermek için mi zorlansın yoksa yoksa yoksa benim ona verdiğim anlamın onu götüreceği yerler konusunda mı zorlansın...

Yoksa benim bile bilmediğim bir anlam konusunda mı zorlansın…

Edebiyat, anlatmadan anlatma edebiyatı,
değil o zaman,
anlamadan anlatma edebiyatı.
Aptal sarışın edebiyatı.
Kaltak edebiyatı.

Bilmek için anlatmak...
Bu ilk aşama.
Bildiğini anlatmak... kendini göstermek...
Bundan sonra başlıyor demek edebiyat...
Ve
Bildiğini anlatmamak... Yemeği yedirmemek kokusunu koklatmak... Acıktırmak... Gösterip vermemek... Kaltak edebiyatı...

Benim bildiğim ama ona vermediğim anlama ermek için mi zorlansın yoksa benim ona verdiğim anlamın onu götüreceği yerler konusunda mı zorlansın...

Hatta oraya gitmekte de zorlanmasın ama orada çıkmakta zorlansın.


*
Hamurabi ya da MS 2008
………..
James Wright: “Yalnızca dille fiyaka yapmaktansa insanca önemli bir şey söylemek isterim.”

Güzel.

Güzel, çünkü genelde zekasıyla fiyaka yapmak eleştirilir…

Ali Nesin’in bir “fiyakası” geldi aklıma: “EQ (Duygusal Zeka), IQ’ları eksik olanlar tarafından uyduruldu, hiç değilse EQ’muz yüksek diyebilsinler diye. Ama aklın yolu birdir…”

Bence de, ikisi bir fidanın güller açan dalıdır.

Zaten şöyle bitiriyor denemesini Adam Philips: “Psikanaliz tasarısı bu ayrım hakkında, böyle bir ayrım olup olmadığı hakkında düşünmek olmalıdır.”

E düşünsene be Adam…

Tüm kitapta bu konuda düşünüleduracağını, pek bir sonuca varılmadan düşünülüp durulacağını tahmin ediyorum, yüzde yetmişi bittiğinden, şimdiden. (Ama orası “ceza” sahası, girmeyelim, diyen bir futbolcu geldi aklıma.) olmayacak duaya amin demek...

Böylece “edebiyat sorular sorar, cevaplar vermez” takıntısının, psikanalistlere de bulaşmış olduğunu düşündürüyor Adam Philips…

Düşünmek, bunlar için, sadece sorular sormak demek.


Kitap sıktı. Hava kapalı ama çok güzeldi.

Nasıl olur!

Edebiyatta, bunalımlı havayı tasvir ettiğinizde karakterinizin sıkıntılı ruh durumunu tasvir etmiş olursunuz!

İşte bir edebiyat takıntısı daha…

Böylece, hava kapalı ama çok güzeldi, deyişimi de kanıt yaparsak, ben asla bu edebiyatçılarla aynı hamurdan yapılmamış oluyorum.

En önemlisi de, şu “acı” konusunda asla anlaşamıyor olmamız.

“Acıdan geçmemiş insanlar biraz eksiktir” mi diyordu Sezen Aksu, şarkısında…

Ama “Deneyim didaktik-öğretici değildir” yazıyor Adam Philips, kitabında. (Acıdan geçenler daha çok eksik çıkıyor.)

Deneyim öğretmez.

Edebiyat öğretmez.

Felsefe sonradan yalanlanmayacak, yanlışı ortaya çıkarılmayacak hiçbir şey öğretmez.

İnsan (insana) öğretmez.

Hoş geldin M.S. 2008!

Edebiyat, kendisini sevdiğim halde eleştirmekten başka çare bırakmayan bir sevgili gibi…

Edebiyat buysa çünkü (tümü değil, biliyorum), insanları eleştirmenin bir anlamı yok: Hepsi haklı çünkü, tüm insanlar. Ben sizin edebiyatınızdan bir şey anlamıyorum, derken bir yerde ne kadar haklılar…

“Edebiyat yapma!” derken ne kadar haklılar? (Soru cümlesi!)


“Kimse, bir duygunun kendine özgü tadını, tam niteliğini –o duygunun titreşimlerini, gelgitini, en kısa anını-; bir bakışın, bir düşüncenin, duygusal bir sızının, özel bir durumunkinden, tüm bir döneminkinden, bireylerin hayatlarınınkinden, ailelerinkinden, cemaatlerinkinden, bütün bütün uluslarınkinden hiç de aşağı olmayan iç ve dış dokusunu anlatmakta Tolstoy kadar mükemmelleşememiştir.” (Isiah Berlin)

Anna Karenina’yı ilk okuduğumda
Uzun zamandır bozuştuğumuzdan konuşmadığım birini anladığımı düşündüm
Ama sonra dışarı çıkıp
Zaman geçip bakınca
Gerçeğe döndüm…

Edebiyat bizi böyle kandırıyor olabilir mi.

Yani sizi rehabilite ediyor, ama size hatalı davranan insanı rehabilite etmiyor.



*
Neden yazıyorsunuz?

Ionesco: Bunu beni okuduğunuza göre siz bilmelisiniz? Neden okuyorsunuz?

Manganelli: Yapmamak için yazıyorum.

Barthes: Cinsellikle alakalı bir gereksinim olduğu için...

MS: Neden okuyorsunuz…


*
“Gerçek bir yazar öğrendiği bir dilde değil çocukluğundan beri bildiği dilde yazar...”


*
Bukowski: Yazdıklarımı değerli değil de gerekli şeylermiş gibi yazdım. Yazma yeteneğimden kuşku duyduğumda bir başka yazarı okur ve endişe etmek için hiçbir neden olmadığına emin olurum.


*
-Sizi etkileyen müzisyenler hangisi?
-O evreyi geride bıraktığımı düşünüyorum. Kişiliğimin oluştuğu yıllardaki gibi bir etkilenme söz konusu değil. Fikirlerim kendi kendine doğuyor şimdi. Daha önce yaptığım şeylerden ilham alıyorum. (Nick Cave)


*
“Genç şairler mükemmeliyeti ararken kişiliklerini yitiriyorlar.” (Turgut Uyar)


*
“Bunların hiçbiri yazar olmaya yetmez. Çiçek de botanik bilmez ama ne güzel açar.
Başka yazarların hayatını incelemiş adamdan çıkar yazar.” (Çetin Altan)


*
Calvino’nun o güzelim Görünmez Kentler’i kesinlikle anlatılamaz, Buzatti’nin Tatar Çölü anlatılır, ama sonunda herkes kendi tatar çölünü aramaya gider, Suç ve Ceza’yı anlatırsınız ama okumadan olmaz, kimse bana onu neden bu kadar sevdiğini bugüne kadar anlatamamıştır, ben de Kundera’nın Ayrılık Valsi’ni Suç ve Ceza’dan daha çok sevilesi olduğunu bilmem kime anlatabilirim, ki içinde Raskalnikof da anılarak, ondan daha ilginç bir katil bulunur, Anna Karenina’yı da anlatacağım başka bir yazımda, sanırım kimsenin anlatmadığı gibi, bu size belki de Anna Karenina’yı başka türlü okutacak, ve belki birisi filmini başka türlü çekecek. (Oooo uçtum.)

*
Güven Turan: “Kimi yeniyetme yazarlar, okurlarsa etki altında kalıp kendi ürünlerini veremeyecekleri yanlış kanısına kapılsalar da okumak hem kimin neyi çözmüş olduğunu gösterir hem de yazara herkesin yerini yurdunu belirledikten sonra kendi yerini belirleme olanağı verir.”

“Genç herkesi öyle kolay kolay usta kabul etmez nedense...”

“Asıl cefalı olan ustalıktır.” (MS: Niye her şeye kendi tarafından bakıyor bu adam.)


“Bilgili” bir kalemin hatası işte: Edebiyat kişisel olabilir ama felsefe asla, diyorum ve şunu kanıt gösteriyorum: Witgenstein Kierkegard’ı fazla okuyamamış “bir başkasının düşüncelerini sonuna kadar yutmak istememiş. Bir iki sözcük yeterli oluyormuş bazen.”

W’nin istemediği K’yı fazla okumak mı yoksa kendi düşünceleri üzerine fazla K yutmak mı?

Başkasını fazla okumak, insanın kendi düşünceleri üzerine düşünmesini olumsuz etkiler.


*
İlhan Berk: Yaşam, ölümündür.
MS: Ölüm, yaşamındır.

İB: Yüzümü yıkıyorum. Öyleyse kimse öldüğümü söyleyemez…

Çok güzel ama çok güçsüz… Edebi anlamda güçlü, ama çok güçsüz…


*
Danaidler.
Syshipos’a rakip:
Yine mitolojiden.
Kuyudan su çekmekle cezalandırılmışlardır Danaidler.
Su çektikleri kova deliktir. Çektiklerinde kova boşalmış oluyordur her seferinde.
Kova giderek boşalıyordur, evet, ama bu, giderek hafiflemesi de demektir bir yandan.
Bu da, bence, Danaidlerin olayının yaşamı daha iyi açıklamasıdır; Syshipos’un yukarıya ittiği kayanın giderek ağırlaşması ve hep geri kayması durumundan.
Hayatın saçmalığı varsa, illa olacaksa; bunun güzelliğini bulmuştur Danaidler.

Kayadan daha ağır gelirdi bu, Syshipos’a.


*
Pavese:
Bir insana yapılacak en büyük kötülük onun acı çektiğine inanmamaktır...

Ya da:
“Pavese şöyle yakınır: Bir insanı küçük düşürmenin en korkunç yolu onun acı çektiğine inanmamaktır.”

MS:
Peki ya acı çektiğine başkalarını inandırmaya çalışan insan kendini küçük düşürmüş olmuyor mu?

Ya da:
Ben de şöyle yakınırım: “Bir insanı küçük düşürmenin en korkunç yolu onun acı karşısında güçlü olabileceğine inanmamaktır.”


*
Cioran “Aşağılanmış bir hayvan, bir alt hayvan düşünmek olanaksız.”

Aynı şekilde, bir üst hayvan düşünmek olanaklı mıdır.


*
“Genet, onu aşağılayanların ve dışlayanların karşısına aşağılanma ve dışlanma nedenlerinin tümünü benimseyerek ve bunları gururunun öznesi yaparak dikilir.”


*
Çetin Altan: “Büyükler küçüklere saygı göstermeli mi?”
Karşıdaki: “Tabii ki!”
Çetin Altan: “Hayır. Büyükler küçüklere ancak kibarlık edebilirler. Zaten büyükler kibarlık ederek de küçüklerle kendilerini eşdeğer gördüklerini belirtmiş olurlar.”


*
"Bu dersi Goethe'den aldım. İnsan sabah saat beşte kalkıp yedi-sekize kadar çalışmalı, yani günün kaymağını yemeli, ondan sonra Weimer'ın sarayına gidebilir, politikayla uğraşabilir, hizmetçi kızlarla cilveleşebilir ya da isterse mineroloji kitapları okuyabilir."


*
John Fowles: Büyücü: (İlk düşündüğü ad: Godgame)
-Eğer planlarınızı bozduysak gerçekten üzgünüm.
-Planlarım her ne oluyorsa odur.


*
M. Sadık Aslankara:
“Babamın ve amcamın, dövüşür gibi tartışıp sonra da karşılıksız bir bağlanmayla, gönüldenlikle birbirine sarılışları hiç mi hiç gitmiyor gözümün önünden... Tanrım, kimsecikleri görmüyorum bugün böyle, oysa yaşadı bu insanlar, biliyorum...”

*
Bertrand Russell:
“Bizler çok zekiyiz, belki de fazla zeki; fakat etik açıdan baktığımızda yeterince iyi değiliz. Bizlerin şansızlığı, zekamızın etik bilincimizden daha hızlı gelişmesidir.”



*
Evlat Edinmek İstediğim Kitaplar:
İsa’ya göre İncil.
Saramago

İsa’nın karşısına bir bulutun arkasından gelen ses şeklinde tanrı çıkar çölde.
Konuştuktan sonra:
-Huzurundan nasıl ayrılacağım.
-Fark etmez, benim için ön arka yoktur o yüzden kimse bana sırtını dönemez…
-Peki sürüyü güden çoban, melek mi şeytan mı…
-Sana dedim benim için ön arka yoktur.

Sonra çoban şeytan, İsa’ya:
-Koyun nerede. (Koyunu bulmaya gitmişti çöle İsa)
-Tanrıyla karşılaştım.
-Sana Tanrı ile karşılaşıp karşılaşmadığını sormadım, koyun nerede diye sordum.

*
Ernesto Sabato: Tünel: “Benim resimlerime gülen o iğrenç yaratıkla o resimleri yapmama ilham veren o narin varlığın yaşamlarının belli bir anında yüzlerindeki ifadenin aynı olması! Allahım insan doğasında Brahms’ın soneleriyle bir lağım arasında gizli ve kasvetli geçitler olması ne kadar üzücü!”


*
Ya da Ruhani yaratıkların her şeyi bildikleri halde bedensel hazları tadamadıkları, insanın Tanrının bedeni arzulamış ve böylece ölümlülüğü kabul etmiş hali olduğu mantıklı gelmiştir bir zaman ona, ama acıyla karşılaştığı ilk anda caymıştır bu düşünceden.


*
"Babamı severim beni dövmez"(!)


*
Pınar Kür:
Kardeşimle bana sorarlardı “hanginiz daha güzelsiniz” diye, ben hemen “ben” derim, o, “pınay daha güzeeel” deyince “ah canım, sen ne şekersin, pınay daha güzel diyor” diye onu severlerdi.


*
Yani aşk mesela, mutluluk mesela bir sihir midir? Bu kadar insan mutsuzken belki de öyledir. Barış sihir midir? Savaş çıkacağı için şimdi sihirdir, daha önce sorsanız değildi! Hayatın içindeki bir şey sihir midir, hayat sihir olarak algılanmazken? Ya da hayatı sihir olarak algılıyorsanız içindeki hangi şey sihir değildir? O yüzden Uğurlu 13’ün sihirle ilgisi, hayatın gündelik sihirlerinden haberiniz varsa yok, yoksa var.


Bana sorarsanız onlara önce siz takılmadığınız sürece hiçbir takıntınız olamaz. Başlatmadığınız hiçbir şey başınıza gelmez. Ya da başlamasında katkınız olmuştur.


Gelecek görülebilir mi? Babam benim el falıma baktı ve 85 yaşıma kadar yaşayacağımı söyledi. (Hayat çizgim gerçekten uzundur.) Ben buna inandım, ama inanmak istediğim için. Bu, içimde güçlü bir hisse dönüşürse benim 85 yaşına kadar yaşamamı kimsenin engelleyebileceğini sanmıyorum, ne bir depremin, ne bir başka insanın, ne de Tanrının. Tabii hayata zıt bir şey yapmayacaksam. Tabii buna inanmamak için de nedenlerim var, çünkü babama da bir falcı 85 yaşına kadar yaşayacaksın demiş, bilirsiniz babalar kendilerini oğullarında görmek isterler, yani babam muhtemelen kafadan attı. (Ya Hayat çizgim?) Ben zaten babamın bana böyle bir kehanette bulunmasından sıyrılıp kendi kehanetimi kendim için söylemeyi tercih ederdim, zaten böyle yaptım, ben inanıyorum artık, 85 yaşına kadar yaşayacağım. Ha, hayat çizgin uzun diyeceksiniz, baban da 85’ine girmek üzere bugünlerde, sizin ailede var diyeceksiniz, ben de olsam ben de inanırım, içimde böyle bir inanç oluştururum diyeceksiniz. Ama beni ikna edemeyeceksiniz. (Babam kötümserdir, ben iflah olmaz bir iyimserim.) Çünkü ben uğuru yok ettim hayatımdan demek ki uğursuzluk beni etkilemez. Zaten kahinler sizi söyledikleri şeyin gerçekliğine inandırabilirlerse söyledikleri şey gerçekleşir, siz gider ve yaparsınız söylediğini. Bu anlamda en iyisi kendi kendinin kahini olmak.
(Son not: babam 92 yaşında, 93 de diyebiliriz, halaL)


Size son keşfettiğim bir şeyi açıklayayım: Bir radyo programında Nursel Duruel benim öykülerimin temel yaklaşımlarını oluşturduğunu düşündüğü üç öykümden söz etti, şans eseri bunlar kitabın en başında, en sonunda ve tam ortasındaydı. (Sonundaki Uğurlu 13) Tam ortasında diyorum, 27 öykülük bir kitabın tam ortasındaki öykü kaçıncı öyküdür? 14’üncü. Baştan ve sondan 14’üncü hem de. (Öykülerin sayısı ve sıralaması birkaç kez değişmişti.) Yani o öykü, 13’lerin uğursuzluğunu aşamayan, 14’e geçemeyen ve böylece yaşamına devam edemeyen Uğurlu 13 öyküsündeki kahramanımın tersine, bunu başarmıştı. Ve o 14’üncü öykünün adı da Kısa Çöp’tü, kitaba sonradan koyulan ve kitabın adı olmasının daha doğru olduğuna, hem de önceki ad Uğurlu 13’ü eleyerek (13’ü bir kez de burada geçerek) karar verilen Kısa Çöp öyküsü. Buyrun bakalım. Bunu öykü yazmalarıma devam edeceğim konusunda bana verilmiş bir işaret olarak yorumlayabilir miyim? Peki ya tersi, olumsuz, uğursuz bir işaret olsaydı ne olacaktı.


*
Penaltıyı atacak oyuncunun hangi köşeye atacağını boşuna anlamaya çalışma. İstatistikçilerin tavsiyelerine uyup rastgele bir köşeye de atlama. Gözlerinin içine bak rakibinin ve telepatik mesajını ilet ona, şöyle de: “Benim atlayacağım köşeye atacaksın...”


*
-Ben hiçbir konuda sizinki kadar kesin cümleler kurmamaktan yanayım.
-Bu kesin bir cümle oldu ama…


*
Freud: “Mazoşist herkesten daha uysal, kibar ve yardımsever bir kişidir...”