Cuma, Mayıs 30, 2025

PROUST İLE ŞEREF ŞEREFE

Sanki Proust çağdaşlarına şöyle der gibidir :”Ben şimdi kadife kaplı geniş bir kanepenin üstüne, bol ipek sabahlığımla şöyle rahatça, kayıtsızca, bir sanatçı gibi sırtüstü uzanıp hafif bir sakinleştiricinin etkisiyle ge­len küçük çırpıntı nöbetleri içinde yaşamımı anımsayacağım; bir bardak suyu bir dikişte içer gibi yapmayacağım bu işi, tam tersine eşsiz tatları olan bir şara­bın bileşik kokusunun hakkını vermek isteyen bir adamın yoğunlaşmış dikkatiyle yudum yudum içmeye çalışacağım.”

Bana, koklayarak, bardağı elinde sallayarak, tarihini, markasını, menşeini sorarak, uzatarak uzatarak, tadından içilmiyormuş, içmeyip de yanında yatılması gerekiyormuş gibi yaparak, bir yandan da yudum yudum tadına vararak, ama BİR SUYU içmeye çalışıyormuş gibi geliyor...

Issız adaya düşsem Proust kitaplarını isterim yanıma. Böylece adaya daha olay ısınır, hatta eğlenirim, böylece adada hayatımı geçirebilirim.

Perşembe, Mayıs 29, 2025

DİLİM DİLİM

“Shakespeare'in 3. Richard'ı canavar olmasına canavardır, ama gör­kemli bir canavar; öylesine yetenekli, öylesine başarılı, öylesine yiğit, öylesine güvenlidir ki, Shakespeare bile ona hayrandır.”

3. Richard'ın Shakespeare'i canavar olmasına canavardır, ama gör­kemli bir canavar; öylesine yetenekli, öylesine başarılı, öylesine yiğit, öylesine güvenlidir ki, 3. Richard bile ona hayrandır.”

Bunu çoğaltabilirsiniz... (3. Shakespeare... 3. Canavar (okur), 4. Shakespeare (sonraki yazarlar) 5. Kanon) ... Ben yorgunum dostlar, yorgunum artık. Dilimde Shakespeare bitti.

DAHA DOKSAN 7


 

BANA NE


 

ZEVZEK

İdeal biçimler hastalıklı diyen zaten şeytan, kulağına çoktan gitmiş yani, seni de papağanı yapmış.



Virüsün başını yazarken ezeceksin! Yoksa sonradan yak, yasakla, göm... Şifa değil.

ERNST BLOCH / İZLER

Çarşamba, Mayıs 28, 2025

RÜYALARIN ABDULLAH EFENDİSİ

“Onun içindir ki Abdullah geniş, ağır ve kaypak halkalarını bütün vücuduna doladıktan sonra, zehirli dişini en can alacak yerine geçirmeğe hazır­lanan bir yılanın ayaklarının ucunda birdenbire uyuyup kaldığını gören bir çöl yolcusunun inanılmaz sevinci içinde kadeh kadeh üstüne içiyordu.”

Yılan bile benzetmenin ortasında uyuyakaldı...

“Sonra gözleri daha ileriye gitti, karşısındaki pencere hücre­sinde oturan kadınla erkeğe, salona ilk girdiği zaman gördüğü çiftlerden birincisine baktı. Bu, ufak tefek, zarif, her istediği zaman dudaklarının ıslaklığına ve gözlerinin parıltısına biraz daha mana koymasını bilen kadınlardandı. Esmer ve çok tatlı bir teni vardı.”

Çiftlere baktı; ve bu bir kadındı! Hem de çok tatlı bir teni vardı!

“Başı, dudakları, omuzlan, göğsü, velhasıl bütün vücudu onu dinliyor ve muhakkak ki, bacaklarında bile, dokunacak olursam, aynı dikkati ve mesut teslimiyeti bulurum.”

Dokunacak olursam mı dedi o! Kafa mı gidiyor, kalem mi; belli değil...

“Bu acayip tesadüf, lüzumsuz bir tecessüsle birdenbire yakaladığı bu sır, onda alkolün verdiği uyuşukluğu gidermekle kalmamış, büsbütün başka bir şey, adeta ifadesi güç bir değişiklik yapmıştı.”

Başka bir şey’i adeta açıklamamayı beceriyor Tanpınar: ifadesi güç bir değişiklik! İfadesi bu kadar mı güç!

“Abdullah kırkı çoktan geçmiş bir adamdı, çocuk değildi. Hayatını hiç de boşuna geçirmemişti. Çok, pek çok şeyler, harpler, yangınlar her cins ölüm, korkunç ve şifasız ıstıraplar; hepsini görmüştü. Daha çocuk denecek kadar genç bir yaşta çıplak ve sefil bir evde bütün bir kış gecesini bir ölüyle baş başa geçirmişti.”

Gördüğünüz gibi gerçekte tek gördüğü, bir ölü... Diğerleri çok, pek çok, her cins, korkunç ve şifasız, harp ve yangın süsü verilmiş... baştan savma edebiyat...

“Bir billur parçası, yahut bir tas su içinde en uzak, en gizli şeyleri hatta bir düşüncenin, henüz müphem bir tasavvurun daha tamamlanmamış halkalarını, kımıldanmağa yeni başlamış tohumlarını bile sezip gören bir eski zaman bakıcısı gibi, Abdullah Efendi de şimdi, kendi kafasında bütün hakikatleri çırçıplak bir kıyafette ve hazır buluyordu. O, doğrusu istenirse, bütün ömrünce bundan korkmuş, bir gün insanlar ve eşya ile olan münasebetlerinin, ihsasların sathi planından çok daha derin ve çok başka bir seviyeye çıkmasın­dan, kainatı saran ve ona güzelliğini veren büyük sırrın, ortasından kesilmiş bir meyve gibi birdenbire bütün çıplaklığıyla apaçık görünmesinden, korkunç manzarasıyla onda her nevi yaşama zevkini bir anda, tıpkı bir nefeste söndürülen bir mum gibi söndürmesinden korkmuştu. İşte şimdi, o kadar ürktüğü ve bununla beraber beklediği saat gelip çatmıştı.”

Kainata güzelliğini veren büyük sırrın korkunç manzarası! Tutunamayanlar kanonuna tıkılmış bir bitkin ve düşük profilli artist daha...

“O geceden beri kendisinde çok derin bir yerde saklı, esrarlı bir zembereğin harekete geçtiğini duydu. Kainat karşısında artık aynı adam değildi. Her şey onda sanki daha derine, daha esaslıya doğru gidiyor ve bu yüzden günlük manzara ve çehreler kendisi için zaman zaman değişiyordu. O artık etrafında bulunan her şeyi, küçük ve bazen çok şaşırtıcı uyanışlar halinde görmeğe mahkum­du; bir sisten sıyrılan tek bir ağaç gibi, bu zihnin bulanıklığına, mevcut olan her şey tek başına aksediyordu. Hayatın bütünlüğünü ve basitliğini kaybetmişti; Abdullah bunun böyle olmasından çok mustaripti. Omuzlarına taşıyamayacağı kadar ağır bir yük yüklenmiş zannediyor ve bu yüzden meyus oluyordu.

Derine, esaslıya gidiyor; her şeyi uyanışlarla görüyor; her şey tek başına aksediyor; ama hayat bütünlüğünü ve basitliğini kaybetmiş! Zemberek harekete geçmiş; ama omuzlarına ağır bir yük yüklenmiş!

Diyeceksiniz ki, bölünmüş bir kişilikten bahsediyor... Bana ama, bölünmüş bir yazar olarak, bahsetmeyi beceremiyor gibi geliyor... Yarısından sonrasını okuyamadım, o kadar bölünemedim. Sonuna baktım, o da bilinmedik değil; kaçırdığım şeyler varsa da üzülemeyeceğim: Bütünlüğünü ve basitliğini kaybetmiş.

Pazar, Mayıs 25, 2025

TUZAK DUA

“Biz istesek de istemesek de bize iyilik ver, biz istesek de kötülüğü bizden uzak tut.” – “Bu dua bana güzel ve doğru geliyor. Senin düzeltmek istediğin bir nokta olursa çekinme, söyle.” (Platon)




NÜTOPYA’DAN:

“ALLAH BELANIZI VERSİN.” ALLAH

Şeytan adice bir plan yaptı; günlüklerine bakarak yargılayacaktı insanları. Adinin adisi insan buna çok sevindi ve aynı zamanda aptal olduğundan gönlünce yazıp savundu günlüğünde kendini. Böylece sadece günahları için değil ikiyüzlülükleri için de yargılanmayı hak etti. Kendi hayatına yalancı tanık olarak.

Cuma, Mayıs 23, 2025

AKSAK ŞİİR YAZALIM / KUSMAYACAKSAK

Tırnak işareti neden var, mazeret olsun diye mi kötü dil'e? Yukarıdan bakabilirim "böylece" falan olmalıydı doğru kullanım, sulanım; düşük olmayan cümle, doğum yani, sakat olsa da, vs. Ki yukarıdan ancak kellerini görürsün insanların; dur mazeret de sunayım buna sana, şairsin ya çünkü, sekiz yaşında: "Ruhlarını arıyorum yükseklerde!"


MUTLAK PERSONELİ

E. Ionesco. Siyasal gerekçelerle, yedi yılını en yoğun yalnızlık içinde, kı­pırdayamadan, hücre hapsinde olmak üzere hayatının yirmi yılını ceza evinde geçirdi. Fakat bu başarısızlıktan hiç de yakınmadı. Altmış yaşında, sapasağlam, gençleşmiş ve dolu bir hayatla işe yeniden başladı. Bu yirmi yılda ne yazmaya ne de okumaya izin verilmişti. Sadece kendi iç dünyasıyla başbaşa, düşünerek geliş­me imkanı vardı. Matematikte yeni buluşlar yaptı.


M. Sohtorik. Sonra onu yazmaya zorladılar. Yoksa düşünceleri doğrudan gerçekleşiyordu.

Bazı yazarlar ne mutlu hiç işe yaramıyorlar.






Not: Madem okuyamıyorum, beğenmiyorum, sıkılıyorum, ben de onları, en büyüklerini, dolarım kalemime. Türk Güdük Edebiyatı’na bir katkı daha.

Bu en safı; deşeceğim metinleri, altını üstüne getireceğim, ağzını burnunu dağıtacağım, hak ettiklerini vereceğim.

Türk Güdük... yok ya bunu demiştim... Sizi tekrar edeceğim, harika bir şekilde!

YIKA YIKIL YAKIL


 

Salı, Mayıs 20, 2025

CEVHER. MÜCEVHER. MÜCELLA. (TİBUK. BİTUK. BUTİK.)

İş insanı Besim Tibuk: “İlk eşim mücevher istediğinde sahtesini alırdım. ‘Merak etme hiç kimse bunun sahte olduğunu düşünmez, sen Besim Tibuk’un eşisin. Kaybolsa da üzülmezsin.’ derdim. Çok Mutlu olarak takardı. İkinci eşim, ‘ben biliyorum ya’ dedi. ‘Eyvah, hapı yuttuk’ dedim.”

Pazartesi, Mayıs 19, 2025

İYİ’LER

Tüm Kötüleri yok eden en büyük İyi’nin en büyük Kötü’yü ne zaman yok edeceğini merak ediyordu herkes. Nasılını merak etmiyorlardı çünkü diğer kötülerin nasıl yok edildiğini de bilmiyorlardı, iz bırakmadan ortadan kaybolmuşlardı.

En büyük Kötü de aynı şekilde yok oldu...

Sorun, en büyük İyi’nin de yok olmasıydı.

En büyük kötü tanındığı halde, en büyük İyi’yi kimse tanımıyordu. Aynı kişi olabilecekleri söyleniyordu. Tek olmak istemişti, en büyük değil, tek; tek kötü. Herkes kötüyken kötülüğün bir özelliği kalmamıştı, diğer kötüleri bu yüzden yok etmek istemişti; bu süreçte ama, moda da değişmişti, sıradanlaşan kötülükle birlikte. Artık kötülük kol gezmiyordu, revaçta değildi, kötü olmak değil iyi olmak değer kazanmıştı. Bunu düşünmemiş olamazdı; ama yola çıkmaktan başka çaresi de yoktu, yerinde saymak yerine. Azalan kötüleri saymıştı, sonuncusu kendisi olmak üzere.

Ya ceza? Bunca kötülüğün cezası... Kendini yok etmek, artık var olmamak bir ceza sayılabilir miydi; yaptıklarını ödemeyecek miydi?

Tabii aslında bir belirsizliğe saklanıyordu; çünkü tüm bunlar sadece tahminlerdi, hikayeydi, kurguydu.

En büyük kötülük yanlış hikayeler kurmaktı.

Ama onlar da olmasa iyi hikayelerin değeri anlaşılır mıydı?

Belki de bir aşama daha vardı, iyi olmak yetmiyordu: İyi’nin, Kötü’nün karşıtı olmadığı gerçeğini anlamak, anlamlandırmak: İyi, bir denge durumuydu, az iyi ve çok iyi idi karşıtlıklar.

Büyük bir İyi gerekiyordu bunu göstermek, kabul ettirmek, yaymak için.

Son büyük kötülük bu olabilir miydi?

ORGAZM OLMAK İÇİN SEÇİLMİŞ

-Neden seçildiğini kabul etmiyorsun? Seçilmiş olduğunu!

-Kabul etmiyor değilim, ama ilgilenemiyorum... Çünkü hep sevişirken geliyor ses. Yanımdaki kadını bile kullanmaya kalkıyor. Ona da sesleniyor. Kadın kendini seçilmiş sanıyor. O bile aldırmıyor. Sevişiyoruz kardeşim; orgazm oluyoruz; seni mi dinleyeceğiz... Müziğin sesini yükseltiyorum o zaman da sevişme olmuyor. Sevinnnn Sevinnn diye bağırıyor.

-Sevin kim?

-Seviştiğim kadın.

-Hep aynı kadınla mı sevişiyorsun!

-Bunun konumuzla ne ilgisi var! Güüül Güüül diye de bağırıyor...

-Başka?

-Tarumarrrr diye bağırdı bir seferinde.

-Kadını tarumar mı ediyordun!

-Sıfat da kullanıyor demek. Ya da Tanpınarr da demiş olabilir. Ben ilgilenmeyince o da sıkılıyor tabii.

-Tanpınar severim.

-Ben pek hazzetmem. Hazzz diye de bağırdı kulağımın dibinde... Hazliiiit, diye sanırım.

-O ne?

-Vangeliiiis diye bağırdı, en mantıklısı o, Vangelis çalıyordu. Diğer kadınların adlarını bilemedi çünkü... Belki de sadece sesler duyuyorum; seçilmişlikle ilgisiz...

-Duy da inanma demek kolay; ben de duydum...

-Sabah bakkala indiğimde dün Müjdeeee diye bağırdı di mi diyor bakkal efendi, o da duymuş. Kafeye gidiyorum, abi, Seldaaaa kim, tanımıyorum diyor.

-Banuu Banuuu diye hatırlıyorum ben...

-Banu’nun memlerini biliyorsun! Tüm mahalle benden illallah edecek ama seçilmiş olduğum için bir şey diyemiyorlar... Abi git başka yerde seçil, uyku muyku kalmadı diyecekler... Hayır bakkala niye bağırıyorsun. İnsan bir an endişe ediyor.

-Neyden?

-Gerçekten seçilmediğinden... Bakkala kasaba bağıran bir melek elçi olabilir mi... Hem beni seçen bir kulübe ben niye üye olayım?

-Kulüp değil bu, Kutsallık!

-Kulüp düzeyinde! İlgilenmiyorum. Sadece seksle ilgileniyorum.

-Sadece sevişirken görüyorlardır belki.

-Evet işte! Ben en iyi pozisyonumdayken, beni beğenip başka bir pozisyonda görevlendirmek isteyen çıkarcı bir patron gibi. Başım zaten arşa ermişken bundan başka yerde fayda sağlamaya çalışan. Kutsalın da bir sınırı olmalı, haddi.

-Haddiii Haddiii...

Çarşamba, Mayıs 14, 2025

KEHANET GERÇEKLEŞİYOR

Kehanet gerçekleşiyor, dünyanın bütün kahinleri beni görmeye geliyor. Bir şey diyemiyorlar karşımda, çocukluğumdakinin dediği gibi, bir şey bilirlerse en büyük olacaklar. En büyük nasıldır diye soracak kadar akıllıyım demek o yaşta. En büyük yalancı da olabilir demişti kahin gülerek. Ama şimdi karşımdakiler gülmüyor. Kadınlara yatma teklif ediyordum, artık erkeklere de ediyorum. Yelleniyorum falan karşılarında, o kadar sıkıldım. Aldırmıyorlar, yani hiçbiriyle sevişmedim demek istiyorum. Sadece bakıyorlar, görmeye çalışıyorlar. Size bunu kim söyledi diyorum. His diyorlar. Hiz diyorum onlara İngilizce. Ama o bir hör'dü. Bana bir yararı olacakmış gibi beklemem garip. Onlar görüp söyleyip gidecekler, içlerini rahatlatacaklar. Bana ne. Söyleyeceklerine inanayım mı, bilmiyorum. Ama rahatım. Yellendiğim için de olabilir. Öleceksin diyebilir mesela biri. Bravo. Ölmeyeceksin demek daha ilginç olmaz mıydı? Ne zaman? Ne zaman mı ölmeyeceksin? Bu da tuhaf kaçtı. Napıyorsunuz sonra diyorum, bir gelen bir daha gelmiyor. Görememişlerse diyorlar. Evime döneceğim diyorlar. Beni de götürsene, New York’u görmek isterim. İtalya’dan geldim ben. Yunanistan da olur diyorum. Yaşadıklarımız mantıklı mı ki bu konuşmalar olsun. Ama huzurlu işte. Sihirli bornozum gibi, ne işe yarıyor, kuruluyor işte. Başka bul bu arak. Kehanet buydu belki de. Bana huzur vermeleri. Hem de sevişmeden. Sıkıntı ondan mı? Belki biriyle bir süre sonra? Onu mu bekliyorum... Ve geliyor. Hör. İçeri giriyor. O gün ne oldu? Bilmiyor musunuz! O zaman anlatamam, ne biçim okursunuz!

ROL İCABI YA DA PORNO YILDIZI GENİŞLİĞİ






Bu iki artist başkalarıyla evli. Bir an ayrıldılar da birlikteler mi diye düşündüm. Eşiniz-sevgiliniz böyle bir filmde oynasa ne hissederdiniz; ne yapardınız? Seyretmezdiniz belki! Yarın sevgilinizle sarmaş dolaş yürüyorsunuz bir yerde, birileri size tuhaf tuhaf bakıyor: Bu kadın/adam dün başkasıyla sevişmiyor muydu! Hadi yabancılar neyse, arkadaşlarınız? Oğlum senin karıyı dün filmde fena götürüyorlardı! Senin yakışıklı fena sevişiyormuş ha? Düşünün; sizin eşinizle sevişmeniz mahrem, arkadaşlarınıza göstermiyorsunuzdur her halde; ama eşinizin başkasıyla sevişmesini herkes izliyor... Peki ya aileniz? Anne-babaların bu sahneleri izlerken ne düşündüklerini düşünemiyorum...

O zaman aşk filmi çekilemez Murat dediğinizi duyar gibiyim... Ha, demiyor musunuz, tamam...

(Bu arada film (Rüzgara Bırak) tabii ki klişe ama tatlı zaman geçirtiyor, ve Hande Erçel çok iyi bakıyor. Az ama fena olmayan diyaloglar, sadece bakışlarla halledilen durumlar (bir filmde olması gerektiği gibi) doğru karar.)

HANGİSİ HEM SADE HEM SIKICI OLABİLİR: KAHVE DONDURMA GÜZELLİK EDEBİYAT

Mahalle serseriliklerini, bininci kez, üstelik uzata uzata, sıradan cümlelerle anlatan, bilinen, övülen bir Türk yazarın sıkıcı kitabıyla aynı anda Daniel Pennac da okuyordum. Karşılaştırın diye diğerinden de alıntı vardı ama sıkıcılığı kanıtlamak için uzun alıntı gerekir, ve sonuç bellidir, sıkılırsınız; o yüzden geçelim:


"Okumadınız bile, öyle değil mi? 36. 123. ve 247. sayfaları ters koy­muştum, hala o durumdalar. "

“Memurları lüks içinde çalışsınlar (evet, çalışsın­lar) ve ipekler içinde şırfıntılık etsinler bayılırdı. Etrafı, kıçlarına kadar kordon ve şeritlerle süslü imparatorluk mareşalleriyle çevriliyken, kendisi sapsade üniforması içindeki Napolyonvari yanını kurumla sergi­lerdi.”

"Ne zaman gözleriniz bana değse, kendi kendinize bu kadar anıtsal bir kafanın nasıl olup da böyle bir tırmığın ucunda bitebildiğini sorduğunuzu duyuyorum!"

"Ve bu sanatçılar arasında şu anda hapishanemizin genişletilmesi planlarını tasarlamakta olan mimarlar da var."
Şaşkınlık etkisi tam yerine oturmuştu.
"Yani mahkumlarınızın kendi hücrelerini inşa etmekte olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?" diye çığlığı bastı Julie.
"Hepimizin yaptığı da bu değil midir? Yalnız, bizler kötü mimarlarız. Evlilik hücrelerimiz bizi boğuyor, meslek okullarımız bizi mahvediyor, aile hapishanelerimiz çocukları­mızı uyuşturucuya itiyor ve acıklı bir şekilde dışarı baktığımız küçük televizyon deliğiyse bize ancak kendimizi yansıtıyor."

“Saint-Hiver'in mahkumları kapatılmalarından çok kısa bir süre sonra ziyaretçi istemez oluyorlarmış. Saint-Hiver bu işte hiçbir dahli olmadığını vurguluyor. Bu adamlar bu duvarlar arasında süratle, dışarının zararlı etkilerinden korumaları gereken bir özgürlük kazandıklarını hissediyorlarmış. Dışarda adam öldürdülerse, onlara gö­re bu, bu özgürlüğü ortaya koyma haklarının reddedilmiş olması yüzündenmiş.”

Cuma, Mayıs 09, 2025

DOSYAM


 

ÖLÜ ELEŞTİRMENLER DERNEĞİ


 

EDİ BÜDÜ GÜDÜ

Müthiş bir büyük güdük edebiyatçı eleştirisi...



DARAĞACI

-Adam ipte hiç düşmüyor sen neden ilgilenmedin?
-Yapılabilir olduğunu gösteriyor. İplemedim.

Perşembe, Mayıs 08, 2025

DERT DERSLERİ

“Edebiyat cevap vermez, sorular sorar."

Verebileceği bir cevap varsa bile ona uygun yaşamıyordur yazar. Kafasız değilse ahlaksızdır.

HAVUZ PROBLEMİ

Bu sütunların arası eskiden havuzdu. Şimdi mezarlık... Havuzu gömmüşler.



4 DÜNYALI


 

DOĞA FOTO


 

CENAZADE

Annesinin cenazesinde daha önce görmediği bir adama âşık olur. Ama tanışamadan adam ortadan kaybolur.
Kız kardeşlerinden birini öldürür.
Bu sefer adamı cenazede yakalar.
Sizin için yaptım, der.
Niye diğerini öldürmedin?
Bu daha kolay. Üveydik.
Biz de üveyiz der, adam. Kızımı öldürdün!
Tahmin etmedim değil... Kendi kız kardeşimi de öldürebilirim. İntikam olacaksa.
Olmaz! Benim için yapmıyorsun. İçinde var.
İçimde siz olun...
Kızını mı öldüreceksin?
Aldırırız. Aldırır mısınız?
Pek değil...
Üvey babam olduğunuza emin misiniz!

ÖLEMAN ARANIYOR

Verdiğim iş ilanına 1 kişi başvurdu. Halbuki tam olarak 10 kişi planlamıştım. Ben daha iyisini yazarım dediğinden ona bir şans verdim öldüreceğime...

8 kişi başvurdu yazdığı şu ilana: "Öldürmek üzere eleman aranıyor."

Açık sözlülüğünüz hoşuma gitti diyordu bazı başvuranlar. İş ne?

Ben üstü kapalı ama tavlayıcı yazmıştım; elemansa doğrudan, amaç neyse onu... Ama işte, başvuranlar ikisini de anlamamıştı. Kimi öldüreceğim diyenler oldu görüşmede.

2 elemana daha ihtiyacım vardı, onu yazanın canını bağışlayacaktım.

"Canı bağışlanacak eleman aranıyor." yazdı teki. İşimi zora koştu diye düşündüm ama baktım ki zevkliydi. 34 kişi başvurdu...

Eleyeceklerimle bir iş kurayım diye bile düşündüm, ilginç yaratıklardı.

Çarşamba, Mayıs 07, 2025

ŞAŞALIM

Kimse kimseyi sevemez
Ama hiç kimse
Cansever can sevmez
Ama can kimse
Şaşana şaşarım
Oysa ben pınar şaşalım
Ucuz muymuş zaten sizin dostluğunuz
Bunu der ve kaçarım

TITANICK NAME


 

ADİ NÜTOPYA


 

STATÜKÜRÜK


SİKASSO



Salı, Mayıs 06, 2025

BOMBA UZMANI


 

3 AŞAMA


 

TELEF


 

OKURUX


 

SIKILDIM SIKILDIN(?) SIKI

Yerim dolu, başka yer buldum.
Yazarlıktan işte
Bu yüzden sıkıldım.

PORNEKROFİ


 

ÇAKMAK


 

DOĞUM TARİHİM: % 69

 Aklım çalışsaydı gençken Murathan Mungan ile takılırdım! (Böylece onu da kurtarmış olurdum:))


Perşembe, Mayıs 01, 2025

Çarşamba, Nisan 30, 2025

DEPREM


 

75 É

Yaratıcı yazarlık böyle bişi işte. Türk yazarları örnek alsın. Tüm bağlantılarını kullansınlar, beyin neyin:)




OLIVER SUCKS

Okuyamamıştım o kitabı, sıkıcı olduğundan: Biri 111 der, diğeri 112. Sayar Sucks, 111 çıkar. Koltuğun altına kaçanı da say der 112 diyen ikiz.



Salı, Nisan 29, 2025

RAFADAN

"On altı buçuk yaşında "Kâhin'in Mektupları" adıyla bilinen iki mektubunda "Ben Bir Başkasıdır" diye yazarken, bununla Tanrı'yı, dünyayı ve insanı değiştirmek istediğini çok iyi biliyordu."

-Kim istiyor, sen mi başkası mı!

-Ben bunu kastetmedim. Hep başkası yapıyor bu yorumları.

-E sensin işte. Lafın baki.

-Başkası ben değilim.

-Haydiiii... Bir tane daha yumurtladın! Peki tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı laftan?

MUHTEŞEM ANLATILMIŞ ERKEK NASIL OLUR!

“-Ev, Kadınlar, Seks. üçlemenin en çok ilgi gören, okunan, üzerine çok konuşulan metni. Üçlemede ön plana çıkmasını, çok okunmasını neye bağlıyorsunuz? Son derece eril ve narsistik olmasına rağmen ilişkilere ve bir evliliğe dair eksiksiz bir metin okumamız olabilir mi buna sebep?

-Evet, olabilir. Bence ‘diğer tarafın’, kadının, yani Marie-Thérèse’nin bakış açısını okuyorsunuz. Çünkü adam bir narsist olarak tanınıyor. Bence Ev, Kadınlar, Seks.’in başarısı da bir erkeğin birinci şahıs anlatıcısının bakış açısıyla yazılmış, neredeyse hiç kadın metni olmamasından kaynaklanıyor.

-Bir kadın yazar olarak muhteşem anlatılmış, eksiksiz tespitlerle yazılmış bir erkek monologu koyuyorsunuz önümüze. Şunu merak ediyorum; neden karşılığında bir Marie Thérèse monoloğu okumuyoruz? Bunu o kadar çok arzuladım ki, okuyamamak bir tür hayal kırıklığı yarattı diyebilirim.

-Marie-Thérèse’nin monoloğunu okuduğunuzu varsayıyorum, çünkü erkek monoloğunda diğer bakış açısını kadının tarafından ‘okuyorsunuz’. Bu muhtemelen erkek okuyucular için genellikle geçerli değildir. Ev, Kadınlar, Seks.’ten yaptığım okumalardan birinde, bir adamın hayalet yazar olarak gerçek hikâyesini yazdığıma inanan bir adam vardı. Bu arada, vurguladığı gibi, kendisininkiyle tamamen aynıydı. Hiçbir öz-yansıması ve öz-irritasyonu da yoktu. Benim için süreç tam tersiydi. Başlangıçta Marie-Thérèse’nin bakış açısından bir roman yazmak istedim ve sonra onun sürekli Franz hakkında şikâyet edip ‘sızlanacağını’ düşündüm. Bu yüzden bakış açılarını tersine çevirdim. Bu şekilde, Franz artık şikâyet ediyor ve Marie-Thérèse kendini bu baskıdan kurtarmış oluyor.”




........


Muhtemelen erkek kendini aşağıladığı için seviyor kadın okurlar metni. Kadın kendini aşağılasaydı sevmeyeceklerdi. Diyelim bir Murat Sohtorik monologu yazsaydı kadın yazar:

1. Beceremeyecekti. Muhtemelen çoğunluğu oluşturan erkeklerden birini yazmış olmalı. Tipik birini değil, benim gibi. Çoğunluk tipik olmayabilir, bozulmuş ve tipiklikten uzaklaşmıştır mesela çoğunluk.

2. Becerdi diyelim... Kadınlar asla sevmeyecekti. Belki birkaç kuşak sonra. Çünkü kuşaklar tipik olmayabilir, bozulmuş ve tipiklikten uzaklaşmıştır mesela çoğu kuşak.

KURMACA DEĞİL DÜZMECE

“Bütün büyük romanlar zaten bildiğimiz, ama o konuda büyük bir roman yazılmadığı için kabul edemediğimiz gerçekleri göstermek için yazılır.”

Gerçekten büyük romanlar zaten bildiğimiz, ama o konuda yazılan büyük romanlarda bir türlü anlatılamadığını kabul edemediğimiz gerçekleri göstermek için yazılır.