“Orhan Pamuk’un yaptığı dil yanlışlarına ilişkin yazılanlardan fenalık geldi! Bu tür yazılarla en çok bana, yani okura hakaret ettiklerinin farkında değiller. Onlara göre ben dil bilmeyen, edebiyattan anlamayan bir cahil oluyorum.” (Gazete röportajında bir öğretmen)
Romanımın 100. okumasını kutladığım şu günlerde –hayır kimseye okumuyorum, dosyayı bilgisayardan, çıkış alarak, başka fontta çıkış alarak, kırmızı sayfaya çıkış alarak, sabah dinçken, akşam yorgunken, içki içtikten sonra, sevişirken aklıma takıldığında, Avrupa Yakasını izlerken, kendi kendime okuyorum- tam tamamdır demeye yaklaştığımda bir hata buluyorum; sıkı bir hata: Neden bir tanecik olsun ki, her satırda olabilir!!
Bırakıyorum bir yerde, avuntum da artık şu: En azından kimse "Daha ikinci cümlesinde hata var!” diyemeyecek benimkine...
100 kez okumam da gerekmeyebilir, çünkü sıkı bir yayınevi, iyi bir editörlük sistemiyle karşılaşırım bakarsınız! Ama bu hayalime de şöyle batırıyorum çuvaldızı: “Nobelli bir yazarın kitabı bile daha ikinci cümlesinde hata ile yayımlanıyorsa…”
Tabii şuraya da gidilebilir: Yukarıdaki öğretmen acaba gerçekten bunları mı söyledi. Yayınevleri güvenilmez olabiliyor, peki ya gazeteler? Bağlamından koparılmış, kısaltılırken anlam yitimine, mantık bitimine uğratılmış olamaz mı -belki de bilerek-mesela sonraki şu cümleleri öğretmenin:
“Hala Tahsin Yücel’in Kara Kitap’ı satır satır eleştirilmesinin örnek gösterilmesi ise çok komik, çünkü o yazıya dayanarak Orhan Pamuk’u eleştirenler arasında Yücel’in herhangi bir romanını okuyan tek bir kişiye bile rastlamadım. “
Ne alaka!
Bir sonraki cümle:
“İşin kötüsü, Tahsin Yücel çevirilerindeki dil yüzünden çok eleştirilen bir yazar.”
“İşin kötüsü” yerine “çünkü” ile başlasa cümlesine, bir önceki cümlesini bir mantığa oturtmuş olur öğretmen; ama öyle başlamıyor, gazetede benim okuduğum cümle...
İşin kötüsü; “çünkü” ile başlasa oturttuğu mantık da tuhaf bir mantık: Yani bir yazarı eleştiren bir başka yazarın kendi başka yazılarında da dil hataları varsa, bu eleştirilen ilk yazarın hatalarını görmezden gelmemizi mi gerektirir?
Yoksa, dilden zaten anlamaz mı denmek istenmiş, Tahsin Yücel için? Buna pek inanası gelmiyor insanın; ben ne yazılarında gördüm bir hata, ne de bir yerlerde okudum böyle bir durum…
Ama esas şu denmeli değil miymiş, öğretmen türü okurlardan biri tarafından: “Tahsin Yücel de yapıyor aynı hataları, demek ben haklıyım; yani dile takılmadan okunmalı bir kitap!”
Buna işte, o zaman, şapka çıkarırdım; ben, hala, beceremediğim için böyle okumasını; böylece bu yazı da halama mektup oldu çıktı, benden…
Not:
Deneme kitabımın “aşağılama” konulu bölümüne bir örnek olarak girdi aşağıdaki cümle; o yüzden o açıdan daha fazla “fenalık” etmek istemedim burada: “Orhan Pamuk’un yaptığı dil yanlışlarına ilişkin yazılanlardan fenalık geldi! Bu tür yazılarla en çok bana, yani okura hakaret ettiklerinin farkında değiller. Onlara göre ben dil bilmeyen, edebiyattan anlamayan bir cahil oluyorum.”
Yani bir dil yanlışını gösterdiğinizde, o dil yanlışını görmeyen ya da umursamayan okura doğrudan hakaret etmiş, onu aşağılamış oluyorsunuz!
Savıma çok iyi bir örnek; çünkü savım aşağı yukarı şöyle kitapta: Bir çok histe, ama özellikle aşağılanma hissinde, “yanlış hissetme” fazlaca mevcuttur: Ortada aşağılama yokken (bir tespit varken), insan kendini aşağılanmış hisseder.
Salı, Ekim 14, 2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
7 yorum:
Kendi icinde kendine gore acik bir noktasi varsa insanin, “gocunur”; “ustune alinir”, “buluttan nem kapar”.. Asagilanma hissine kadar gidiyor demek ki. Bazen tam tersi belki de.. Ortada acik nokta yok,hatta belli bir konuda kendisine cok guveniyor ama birsey oluyor ve kendi kendini hayal kirikligina ugratiyor. Olayi hatirlatan biri oldugunda da ona kiziyor ve asagilanmis hissediyor.. Yazinizda bahsettiginiz ogretmen bu kategoriye daha uygun gibi geldi bana. Cunku, tam da Orhan Pamuk’un ikinci cumlesi icin boyle birsey yasadim. Kitabi okuyan ama hicbir sekilde ikinci cumleye takilmayan bir arkadasim, sonradan “Nasil olur da farketmem” diye kendine hayret etti ve sinirini benden cikartti :) selamlar.
Hamide Erdem
http://bursadahayat.blogcu.com/masumiyet
Güzel bir örnek bu. Yani öğretmen: Sizin ne hakkınız var benim hatamı hatırlatmaya, diyor aslında…
Hata olduğunu biliyor, ama söylemiyor bize, üstü (yorganla) örtülü bir şekilde, beni küçümsediğinizi fark etmiyor musunuz diye bizde hata buluyor…
Gazete de bunu yayımlıyor, kimse de, ne bu ya demiyor…
Demez tabii: Tolstoy Anna Karenina’da da tam bunu anlatıyor, ama farkında olmadan! Büyük yazar!
Bu dünyanın sıkı ruh analizcilerine ihtiyacı var. Bırakalım politikacıları gazetecileri entelektüelleri yazarları…
Arkadaşınızla durumu anlatırsanız çok sevineceğim… Başkalarının başına nasıl geliyor öğrenmek isterim. Benim başıma gelen gibi mi…
çok ara verdin... yeni yazılarını bekliyorum...
Teşekkürler...
Duble kitap geliyor ondandır...
bu daha da güzel... kolay gelsin
Benzerini yeni yaşadım...
Orhan Pamuk'un ikinci cümlesindeki hatadan bahsettiğim bir ortamda bir okumuş, bir de okumamış iki kişi, cümleye bakıp aynı şeyi dediler: Beni çok rahatsız etmedi...
Sonra daha az okuyan, ama dil denilen şey esnek değil midir gibi birşeyler anlatmaya başladı; ben kurallar diye bişi de var demeye çalıştım; sanırım kendisi de yazmaya çalıştığından, çünkü bir popstardı; popstarlara kaldıysa işimiz...
Şöyle düşündüm sonra, bu kural meselesi üzerine:
Yerçekimi diye bişi var diyorsunuz bunlara, şöyle diyorlar:
Ben hissetmedim...
:)
“Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?”
Harika bir cümle bu. Karakterin hissettikleri sadece cümleye değil cümlenin kuruluşuna da yansımış... Yalnız yazarın kendisi de görmüyor bunu yansıttığını... Bu daha da harika. Ve yazarın da görememesi cümlenin eleştirel değerini anlatıyor, içerden yaklaşmış yazar olaylara, en derininden, nasıl görebilirdi ki hatasını, dedirtiyor, karakterinin ruhuna girmek budur işte.
Yorum Gönder