Pazartesi, Aralık 27, 2021
YILANIN BAŞI
Arabamı nereye park edeceğim dedi. Gel, Boğaz’ı gezeriz, Karadeniz’e kadar uzanırız dediğimde, ne Karadeniz’i yahu diyen kadın. İzmir’li. Taksim’e İzmir’den uzak bir yerinde oturuyor İstanbul’un. Arabası var ama erkeğin onu arabasıyla alması gerekiyor. Böyle iki kadın vardı eskiden, harika gece geçirdiğimiz halde arabamla onları evlerine bırakmadığım için sorun çıkaran. Biri ölmüş vicdan krizinden, artık daha neler yaptıysa; diğeri ağrılar içinde gömülmüş koltuğuna; şimdi de bu, karşımdaki eksi iyi. Yadırganıp cezalandırıldı. Topluma salınıp kendi haline bırakıldı. Hiçbir erkek ilgilenmez artık onla, en fazla yatar, kötü davranmaz; kadınlar küçümsemeden dostça davranır, samimiyet kurmazlar.
Ölümlüler Müzesi uzun zamandır ziyaret edilmemişti, zaten ölümlü dediğimiz bu suçlulardan pek yaşayan da kalmamıştı. Ölenlerin denetlenmiş anılarını okuyordu cezalılar. Denetlenmiş, çünkü kafanıza göre edebiyat yapamayacağınız gibi anılarınızı da kafanıza göre yazamazdınız… Kontrolsüz edebiyat, edebiyat değildir.
Az kalsın ben de böyle olacaktım, diye okumak gerekir; katil olacaktım diye mesela, eğer katilse ölümlü. Adi suç diye bir şey yoktur, hepsi birdir: Bencillik. Ölümlülerden en ilginciyle ilgilenmişti Dilara, ondan sonra uyum sağladı ve defo olarak yaşamaya devam etti. Adamın hikayesi şuydu:
Adam bir kadına tecavüz ediyor, kadın polislerin ve adalet sisteminin yanlış yönlendirmesiyle başkasını (ırkçılık zamanları, bir zenciyi) tespit ediyor. Hayatının yarısında hapis yatan zenci, çıktıktan sonra masum olduğunu kanıtlamak için bir o kadar daha harcıyor. Artık yaşlı olan kadın başından geçenleri yazmış ve ünlenmiş, yazar olmuş… Bizim adam ortaya çıkıyor, hem suçunu itiraf ediyor, hem suçluyor: Suç ortağım sayıyorum onu, diyor; ünlendiği ve zengin olduğu kitabının hikayesi bir yalan, bir tecavüz… Ben onun hayatını zenginleştirdim, o masum bir adamın hayatını mahvetti. Hatta iki adamın, biri ben. Tecavüzü baştan hak ediyordu…
Kadın eski kafalı çıkmıyor ve kabul ediyor suç ortaklığını. Özgür biriyim ben ama, diyor, cezamı kendim alırım. Düşündüğüm an cezam hazır, diye ifade edilen vicdan felsefesine uygun bu: Hayatı kararmış adama hayatını adama kararı alıyor.
Cezalı, bunlardan ibret alma sürecinde kendi anılarını yazar. Denetlemeden geçerse topluma salınır… Denetleyenler halktır. Bu konuda ustalaşmışlardır; belki zamanında kendilerininkini yazdıklarından… Tabii hepsi İbret Müzesinde sergilenen eski edebiyatın uyanık okurlarıdır. Geçmişin ünlü klasiklerinin yazarları bir çeşit suçlu olarak görülür. Yanlış edebiyat doğru yaşanmaz. Kurgudaki yalan iyi saptanır. Dünyanın düz olduğunu savunmuş, acının öğretici olduğunu iddia etmiş, sanat sanat içindir falan demişlerdir. Kendi kusurlu hayatlarına sırtlarını dayayıp, insan şöyledir böyledir diye ahkam kesmişlerdir. Büyük yazar kalmamıştır, küçük insan da…
İlk ibret metinleri dışarıdan nasıl görülüğümüzü gösterir; sağlamamız olur. İstisnalar kuralı koymaz, sınırda korurlar. Yuvarlağın köşeleri olurlar. Dilara’nın reddedilen ilk metni de klasikti. Bu kadar küçük şey için insan cezalandırılır mı, diyordu. Cennet işte, küçük hatalara ceza verilen yer. Büyük hatalara verilene çünkü, cehennem deniyordu eskiden. Eskiyi özlediğini yazıyordu, özgürdük, diyordu; hata yapabiliyor, suç işleyebiliyorduk, hatta günah, demek istiyordu… Cenneti baltalıyordu, içeri alınmayacağından… Birilerini suçlayamayınca, diye yazıyordu; suç işlemek zorunda kalıyor insan. Son eksi iyilerdendi.
Kötülük artık yok; insanı yetersiz iyiye alıştıramıyor. Daha iyi, iyinin düşmanıdır denemiyor, yok artık... Ölümden önce, hataların öldürüldüğü yerde yaşanıyor. En temiz devrim, temizlikten sonraki…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder