Önce bir Batı şiiri eleştirisi; ben beğendim:
"Wordsworth yosunlu bir taşın yanında gözden yarı gizlenmiş bir ‘hercai menekşeye’ hayran hayran bakar, fakat onun ilgisi öylesine, durup dururken menekşe çiçeğine yönelmiş değildir. Wordsworth menekşeyi ancak tanınmadan övülmeden yaşayıp ölen bir taşralı kızın kaderini düşünürken fark eder. Menekşe, tanınmadan övülmeden çiçek açmış, tanınmadan övülmeden solup gitmiş olabilirdi. Ozan bu konuya ilgi duymaz. O ancak sevdiği kızı düşünürken çiçeği görür. Ozanın bu romantik gözlemi ancak bir insanla bağlantı kurunca ilgi görür."
Bir tane daha; bunu da sevdim:
"Geldi O tuttu elimden
Kırmızı güle getirdi,
Anlamı sakladı benden
Elime o gülü verdi.
Ben ona soru sormadım
Sır ver diye yalvarmadım,
Gül kokusu yeterdi Cennet için
Güzellik akardı yüzünden.
(Ralph Hodgson)
Neden şair, içinde Cenneti koklamak için ve O’nun kendi yüzünü görmek için Tanrıyı gülün içinde bulsun ki? Gülün kendisi kendi varlığında ve kendi böyleliğinde, başka bir varlığa gerek olmadan da, ‘gizemin kendisi’ değil midir? Başka bir varlığa gerek olmadan? Başo’nun ikiciliğe de gereksinimi yok, kişilikciliğe de."
Haiku yorumları:
‘ Mizu soko no
Iwa ni ochitsuku
Kono ha kana.
Suyun dibinde
Kayalara yapışık
Çürümüş yaprak.'
Bu haiku, Joso’nundur (1661-1704). Joso, Başo’nun öğrencilerinden biridir. Yüzeyel ve sıradan olarak çoğumuzun sonbaharda dökülüp de akarsuyun altındaki kayalara yapışan yapraklar üzerine birşey düşünmesi beklenmez. Renkleri kaçmış, ağaçtayken göze çarpan sarımsı kırmızımsı tonlarını artık hiç göstermeyen yapraklar, rüzgârlarla savrulup dönerek, orada burada, bahçe köşelerinde, ya da evlerin çatısında uçuşur, gezer, sonunda suyun dibine inip kayalara yapışırlar. Belki daha ileri kaderleri olacaktır, fakat ozanın görebildiği kadarıyla onlar şimdi son yataklarında sessizlik içinde uyumaktadırlar. Ozan daha ötesini düşünmeye cüret etmiyor. Denemiyor bunu. Ozan yalnızca yaprakları orada görüyor ve aklından geçene ilişkin bir imâda bile bulunmuyor.
Ozanın bu suskunluğu şiiri daha da dokunaklı kılıyor. Şairle birlikte biz de burada duruyoruz; ama yine de bizim açıkça dışavurabileceğimizden çok daha fazla bir şeylerin var olduğunu hissediyoruz. İşte haiku nun en yüksek doruğudur burası. Dr.Blyth, burada şeylerin öyleliğini görüyor. Bense varolmanın sırrını görüyor olmayı isterim."
Cüret etmiyor, denemiyor, diyor!
Bir hikaye-yorum daha:
"İmdi Chiyo, ustadan aldığı konu üzerinde birkaç haiku denemesi yaptı. Usta bu denemelerin hepsini, kavramsal olduklarını ve gerçek duygu taşımadıklarını söyleyerek, geri çevirdi. Kadın şair ne diyeceğini, kendini nasıl anlatacağını bilemedi. Bir gece işine öyle derin dalmıştı ki, günün ağarmakta olduğunu ve kâğıt perdelerin hafif bir ışıkla aydınlandığını göremiyordu. İşte tam da o sırada zihninde şu haiku oluşuverdi:
‘Hototogisu,
Hototogisu tote,
Akenikeri!
Guguk kuşudur,
Öter gece boyunca,
Sonra gün doğar!'
Bu haikuyu gösterince usta, bunun bugüne kadar guguk kuşu üzerine yazılmış en güzel haiku olduğunu söyleyerek hemen kabul etti. Bunun nedeni, bu haiku nun gerçekten de yazarın guguk kuşunu işitince varlığında hissettiği oz iç duygusunu anlatmış olması ve içinde etki yaratmak için yapay ya da düşünce ürünü hiçbir tasarı taşımamasıydı. Bir başka deyişle, içinde ozanın açısından kendi başarısına amaçlanmış hiçbir ego bulunmuyordu.
Haiku da, zen gibi, ne tür ve ne biçim olursa olsun egoizmden nefret eder. Gerçek sanat ürünü, her tür yapmacıktan ve ulaşılacak bir sonal erekten tam olarak soyutlanmış olmalıdır. ‘Sanatsal esin’ ile bu esinin içine doğduğu zihin arasında hiçbir ‘aracı öğe’ var olmamalıdır. Sanatçı tümüyle zihnine gelen esine anlatım veren, onu dışavuran edilgen bir araç, kullanılan bir âlet olmalıdır.
Esin, tıpkı Chuang-tzü’nun ‘cennet müziği’ (t’ien-lai) gibi olmalıdır. Sanatçı insansal müziği değil cennetsel müziği dinlemelidir. Böyle bir ‘cennet müziği’ karşısına çıktığında sanatçı bilinçsiz, benliksiz gibi davranmalı, kendi insanlığını, kendiliğini işe karıştırmamalıdır. Bilinçdışı, kendi işlevinde serbest kalmalıdır, çünkü ‘bilinçdışı’ sanatsal dürtülerin kesinlikle bizim yüzeysel çıkarcı yaşantımızdan uzak tutulduğu alandır. İşte burada da zen vardır. İşte zen, hangi sanat dalı olursa olsun, tüm sanatçıların büyük yardımcısıdır."
Tek günah saydığım Egoizmden arındıracaksa ben varım.
Haiku olmamıza kıyıdan kıyıdan yardım edecek bişiler daha var:
"..hattâ Wordsworth bile “Intimations of Immortality” şiirini yazmamış mıydı? Burada biz Tanrının yalın bir sözle yalnızca şöyle söylediğini unutmamalıyız: “Işık olsun”
Ve iş bitince, Tanrı, yine, yalnızca basit ve yalın bir sözle, “Işık iyidir” demedi mi? Ve işte dünyanın böyle başladığı söylenir. İçinde, böyle yapyalın olarak başlayan Yaradılış’tan bu yana, böylesine çok sayıda dramatik olayın geçmiş ve geçmekte olduğu Dünya! Tanrı, topu topu on heceden fazlasını kullanmadı, ama işini başarıyla bitirdi. Mûsâ, Tanrıya, O’nun mesajını insanlara hangi adla halkına ulaştıracağını sorduğu zaman, Tanrı ona: “Benim adım bendir” dedi, “Ben-benim” dedi. “Ben-benim'’, ya da “O Odur”, yani “Tanrı Tanrıdır”...
Bu söz kısanın kısası bir söz değil midir? Dünyanın en kısa, ama en anlamlı sözü değil midir? Yok, “Ama bu büyük sözü söyleyen insan değildir, Tanrıdır” demeyiniz siz bana. Çünkü o zaman ben de derim ki: “Tanrının bu sözünü ve tüm sözlerini yazan, Tanrı değildir, insandır” derim. “Ben-benim” sözünü yazıya geçiren, onu yazandır, söyleyen değil; çünkü söyleyen geçmişte kalmıştır, tarihin kuyularında kalmıştır; ama yazan buradadır ve hep burada olacaktır. Ben-benim olan odur, öbürü değildir.
Her durumda, haiku nun hece sayısı olarak kısalığı içeriğinin anlamıyla ilintili değildir. En yüce ölüm-kalım anlarında ağzımızdan çıkan tek bir haykırış, tek bir söz değil midir? Bu tek çığlıkla hemen eyleme geçeriz, uzun açıklamalara tartışmalara vakit yoktur zirâ... Duygular, kavramsal olarak incelenemezler. Haiku zihin çalışmasının, zekânın, mantığın, düşüncenin bir ürünü değildir; kısalığı ve anlamlılığı bundandır."
Şimdi anladınız mı, kuantumdan basit...
Ben birkaç yorum ve Haiku demesi(!) yapayım.
Bence Tanrı şöyle demiştir:
"Işık"
(Niye "olsun" desin Allah aşkına.)
Işıklar açılınca da şöyle:
"Işık"
("İşte ışık" anlamında. Yani: "Hah...")
Bu hesapça benim Haiku'm:
Gece
Guguk kuşu
Gün doğumu
(Alıntılar: ZEN VE HAIKU / Daisetz T. Suzuki)
Çarşamba, Nisan 12, 2023
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder