Cuma, Şubat 28, 2025

ŞEVROLESİNİ SATAN BİLGE

Paris. Ok. Getirmek. ?. Şevrole. ?.

Ekzostunun şairi.




BENİMLE EV?


 

Perşembe, Şubat 27, 2025

MANİA


 

DELİKANLI


 

KARADUT

Dolaşmıyorum ki herkes bişi ikram etmesin:)) Abi dur dedi bi genç adam karadut vericem sana. Ben içiyorum ama dedim, bunla iç dedi. Thank you Anatolia.


OKŞAN


 

BECERİKSİZ


 

Cuma, Şubat 21, 2025

OFİS REDDİNG


 

DÜN SEKS YARIN

Dün sevişmişsin ve yarın sevişecekmişsin gibi yaz. Geçmez o zaman.

VERSACE

Kadını bin benzeri arasından ayıramam ama elbise kesinlikle Versace... (He he ve he:)))

Perşembe, Şubat 13, 2025

100.000 (yazıyla azıyla yüzbin)

20. yılda 100 bin tıklamaya ulaştım. Kendimle gurur sizden utanç duyuyorum. Kimse bana gelmesin hasat kötü diye. Hasat iyi diye. Hasat değil o, hayat... Ve hakaret'te bırakıyorum:)))






Çarşamba, Şubat 12, 2025

Salı, Şubat 11, 2025

“SAÇMA SAPAN ŞEYLERE PARA DA HARCARIM, VAKTİMİ DE!”

Defter’de Tahsin Yücel’in bir yazısından ve bir sonraki sayıda Nilüfer Kuyaş’ın onu eleştirisinden(!) alıntılar. Geçenlerde ünlü bir homoseksüelimizin erkek korkaklığıyla ilgili yazılarını eleştirerek paylaşmıştım; burada da bilinen bir kadın yazarımız yine erkek korkaklığından dem vuruyor. Erkekler artık ne homoseksüellerin ne kadınların işine geliyor!


Tahsin Yücel / Özgür Kadınlar:

“Evet, uzman yazar Balçiçek İlter de, titiz araştırmacı Gül­fem Baydar da, ünü dünyayı sarmış "psikolog" Ros Heaton da, " terapist" Ann Larsen de, yaşı kırkı bulmuş olmasına karşın kocasını üç kezden fazla aldatmamak gibi büyük bir özveriye "imza atmış" olan üniversite öğretim üyesi Şeb­nem hanım da, yirmi iki yaşında kesinlikle çokeşliliği seçen güzel Yeşim de, çok sevdiği yatak oyunlarına kocasının yeterince ilgi duymamasının acısını değişik erkeklerle yatarak çıkaran yirmi sekiz yaşındaki Elvan da hep aynı çağdaş kadın imgesinde birleşiyor: "Günümüzün çağdaş kadını ne istediğini bilen ve bunu her yöntemle elde edebilen kadın"dır. Bir başka deyişle, çağdaş kadın bi­linçlidir, istemlidir, kafasına koyduğu her şeyi gerçekleştirir, bunu yaparken de hiçbir engel tanımaz. Nasıl olsa, erkekle kendisi arasındaki eşitlik sorununu kafasında kesinlikle çözümlemiştir, "erkeklerin söz sahibi olduğu her konuda" onun da bir diyeceği ve yapacağı vardır, "tek başına ayakta kalabilme"yi başarır, yaşamını sürdürmek için hiç kimseye gereksinimi yoktur, kendi yolunu kendi bulur. Üstelik, dergileri kendisine hiçbir zaman hiçbir ediminden dolayı suçluluk duymamayı öğretmiştir.

Örneğin çalışan bir bayan "canla­nan sosyal hayatla birlikte para kazanmanın verdiği mutluluk" içinde çocuğuyla yeterince ilgilenemediğini düşünerek zaman zaman üzüntüye mi kapılıyor, kadın dergisi konuyu doğal boyutlarına indirir hemen: "Çalışan bir anne olduğunuz için suçluluk duymaktan vazgeçin, çünkü bu duygu hem sizi, hem de çocuğunuzun gelişmesini olumsuz yönde etkileyebilir", dedikten sonra, üç yaşındaki Çağla'nın annesi Emel'in, üç yaşında bir oğlanın çalışan annesi olan Ayşegül'ün, üç aylık doğum izninin ardından Can'ı evde bırakıp işe gitmeyi çok zor bulan Nilgün' ün, vb. öyküleriyle usul usul bunalımdan sıyırır onu. Bir kadının başka bir kadının erkeğini çalmasından mı söz ediliyor, kadın dergisi sorunu hemen gerçek yerlemlerine oturtarak okurunun bakış açısını kaşla göz arasında değiştiriverir: "Bir erkeği çalmak ne demek? Bir kadınla birlikte yaşı­yor, onunla evli ya da bir biçimde ona bağlı. Siz gidiyorsunuz, o erkekle ilişkiye giriyorsunuz ve böylece onu çalmış oluyorsunuz. Hayır hayır, burada doğru kelime çalmak değil. Bir kere, aranızdaki ilişki sadece sizin inisiyatifinizle gerçekleşmiyor ki... O da istiyor ki, bir ilişki başlıyor."

(...) Bir kez, gördüğümüz gibi, ona öğretmek istedikleri topu topu üç alanı kapsar, bu üç alan içinde de her şey çağdaş kadının kendinden hoşnut olmasına, kendinden ve çevresinden en fazla yararı sağlamasına yöneliktir. Bunun sonucu olarak, çağdaş kadın alabildiğine indirgenmiş, daracık bir dünyada yaşar. Aile bile ala­bildiğine indirgenmiştir: bu dünyada nerdeyse hiç kardeş yoktur, babanın varlığı zaman zaman bir bulutun ardında sezilir gibi olur, ama hem geçmişte kalmıştır, hem de genellikle kötü bir tinsel karmaşanın nedeni olarak anımsanır, anneyle daha çok telefonda görüşülür, kocayla nerdeyse yalnızca yatakta buluşulur, çocuk, varlığı benimsenmekle birlikte, yalnızca bir kavram olarak belirir.

Hiç kuşkusuz, pembe dizileri kaçır­maz, "çok cinsel" olduğu için Tarkan'ı, "sahnenin kuşüzümü" olduğu için Ser­dar Ortaç'ı, "her eve lazım " olduğu için Şevket Altuğ' u, "tiyatronun yakışıklı­sı" olduğu için Cihan Ünal'ı, "Siyaset Meydanı'nın maestrosu" olduğu için Ali Kırca'yı, "Eros'un dünyadaki temsilcisi " olduğu için Ahmet Altan'ı, vb. Uzun ya da kısa bir süre sever, ama her şeyin bir sınırı vardır: daha ötesini ve daha derinini beklememek gerekir. Ayrıca, renkli cam evreninin bu seçkin yıldızlarının çoklarının sevilmesi bile belli bir zorlamanın sonucudur. Ne olursa olsun, hiç kimse düşüncesinin derinliği nedeniyle giremez çağdaş kadının evrenine, Sophia Loren bile bu evrende sanatsal başarısından çok, "giydiğini kendisine yakıştırdığı için" beğenilir.”


Nilüfer Kuyaş / Kadınların Felsefesi:

“Defter'in bir önceki, 35. sayısında (Kış 1999) Tahsin Yücel'in "Özgür Kadınlar" başlıklı yazısıyla "parlak" kadın dergilerini eleştirel çözümleme girişimini ciddiye alıp almamakta önce tereddüt ettim. On sekiz sayfalık uzunca incelemenin büyük bölümü bu dergilerin içeriğinden örnekleri tekrarlıyordu. Çoğu da bildiğimiz basmakalıp popüler psikoloji öğütleri ve gülünç "el kitabı" dersleriydi, birini görünce hepsini görmüş kadar olduğumuz bu tüketim kültürü ürünlerine farklı ve özgün bir eleştirel bakış da getirilmiyordu üste­lik.

"Bir erkeği nasıl elde edersiniz?" yahut "Daha çekici olmanın beş altın kuralı" gibi yazıları ciddiye alarak ne erkek elde edebileceğini, ne de daha çekici olabileceğini bu dergileri okuyan kadınlar bile gayet iyi bildikleri halde, Tahsin Yücel gibi bir edebiyat ve kültür adamı neden zahmet edip bu cinsel öğütleri ve erkek tavlama yöntemlerini, eleştir­mek adına, ballandıra ballandıra tekrar etme ihtiyacını hissetmişti, sözde hicvetmek adına? Cevap maalesef gene çok bildiğimiz, alışageldiğimiz, hazin bir cevap galiba: kadınların özgürlüğü, özellikle de cinsel özgürlüğü karşısında erkeklerin duyduğu büyük korku ve dehşet.

(...) Gene de alırlar bu dergileri, çünkü her zaman tehdit altında olan bu kazanımların doğrulanması, tekrar edilmesi, sahiplenilmesi, kadınlar arası bir dedikodu sohbeti gibi abartılması gereklidir, tıpkı fala inanmayan birisinin gene de yıldız falı okuması gibi,(...)

Bu dergilerin çoğu yabancı kökenlidir, yerli üretilenlerin de ya­zıları büyük oranda dışarıdan devşirilir, hele bu dergiler çoğunlukla toplumun ge­nelinden kopuktur, görece bir azınlığa hitap ederler.

Burada garip olan şey, Tahsin Yücel gibi bir yazar ve düşünce adamının düzeyinde bu tehditin algılanıyor ve cevaplanıyor olması.

Tahsin Yücel'i okurken, kadın özgürlüğüne ve feminiz­me sempati duyan, kendisi de özgürleşmiş bir erkeğin, feminizmin nasıl pazarlamacılar tarafından kullanıldığına işaret ettiği aydınlatıcı bir yazı okumuş olmuyoruz pek; "özveri" yahut "analık" yahut "paylaşmak" gibi değerlerin hiçe sayıldığından dem vuran, erkeklerin nesneleştirildiğinden şikayet eden bir er­keğin telaşlı sesini duyuyoruz. (...)hayli rahatsız ve kafası karışık bir erkek sesi bu.

Tahsin Yücel, tek gecelik ilişkilere heves duyan, işyerinde cinselliğini kullanan ve erkeği tüketim maddesi gibi kullanan kadın imgelerinin, aslında istenilenin tam tersini yaptığını, erkek egemenliğinden kurtulmak yerine farklı bir bağımlılık geliştirdiğini ve kazanılan özgürlüğün gene kaybedildiğini söylüyor.

Ama Tahsin Yücel gibi bir kültür ada­mından, kadınların özgürlüğünü, genel ola­rak insanlığın özgürlük mücadelesinin önündeki engellerle ilişkilendirerek, daha sevecen bir bakışla ele almasını beklerdim, Türkiye'yi boğan muhafazakarlığın her fırsatta ürettiği telaşlı ve buyurgan sesle değil.

Saçma sapan birçok şeye para harcayan bir tüketici olduğum halde, bugüne kadar hiç kadın dergisi satın almadım. Bazen kuaförde görüp karıştırdığım bu dergilerin yayın çizgisini savunmak gibi bir kaygım da yok. Hatta Tahsin Yücel 'in bazı eleştirilerine katıyorum da. Ama bu eleştirileri dile getiriş tarzındaki küçümseyiş ve buyurganlık bence cevapsız kalmamalı.”

Pazartesi, Şubat 10, 2025

SATANİZM

Çünkü kötü yazarlar ruhlarını kapitalizme, iyi yazarlar satanizme satmışlardır. Holivud hafif kalır!

MÜKEMMELİYETÇİĞ

O zamanlar çok çiğ çağ'ı bilmiyorum muhtemelen. Ve ilerisine gitmişim. This is Sotori.

Pazar, Şubat 09, 2025

Cuma, Şubat 07, 2025

HETEROFOBİ

Murathan Mungan’a hiçbir zaman çok sempatim olmadı. Bir Tüyap Beyoğlu söyleşisinde soruma cevabı(!) yüzünden değil ama:

-Yirminci yazarlık yılınızda yirminci kitabınızı çıkardınız. Bu kadar kitap çıkarmasaydınız yirminci kitabınız aynı kitap olur muydu?

-Böyle farazi soruları cevaplamayı anlamsız buluyorum!



Ya da yazarlığı bırak insanlık durumlarımızın asla benzeşmeyeceği şu cümlesi için de devil (devil, evet, cümleye ters anlam veriyor böylece, ben buldum):

"İncelmiş kötülüklere, beni hedef almaması koşuluyla, saygı duyarım."


Bu cümlesi bana her zaman bir kadının şu cümlesini hatırlatır:

“Kavga izlemeyi çok severim”


Ben kargaşadan uzaklaşmaya çalışırken, aptal aptal bakmıştım kadına; geçen yıllarda ancak tamamlayabildim hikayesini:

-Kavga izlemeyi çok severim.

-İnşallah bir gün içinde de yer alırsın...




*

M. M. denemelerinden birinde (189 ya da 227 sayfa) Kundera’ya yüklenir. Proust’un aşkı Albertine’in bir erkek olduğunu öğrenmiştir Milan Kundera:

“Ama asıl tehlikeli olan, bu bilginin, onun kitapla kurdu­ğu ilişkide entelektüel düzeyine yakışmayan bir yarılmaya yol açmış olmasıdır. Aşağıya alıntıladığım şu sözler, bir edebiyat yapı­tıyla metin olarak ilişki kurmada Kundera ile herhangi sıradan bir maço erkek arasındaki "olması gerektiği düşünülen" farkın neredeyse ortadan kalkıp sıfırlandığını belgeler: "’Yapacak bir şey yok; ben Albertine'i her ne kadar en unutulmaz kadınlardan biri saysam da, modelinin bir erkek olduğu kulağıma fısıldandığı andan itibaren, bu gereksiz bilgi bilgisayarın sistemine gönderilen bir virüs gibi kafamın içine yerleşti. Albertine ile arama bir erkek girdi, onun hayalini bulandırıyor, dişiliğini sabote ediyor, bir an onu güzel memeleriyle görüyorum, sonra dümdüz bir göğüsle ve zaman zaman yüzünün ipeksi derisi üstünde bir bıyık beliriveriyor."

Zorlama bir iyiniyetli okumayla bir ironi olarak da nitelendiri­lebilir bu sözler, ama bu ironinin doğası bile saptamamı doğrular. Bir romanın nasıl okunacağı konusunda onca şey öğrendiğimiz Kundera da olsa bu kişi, burada okurluğunu, "korkularına" feda eden bir erkek görüyoruz karşımızda. Cinselliğe ilişkin halledilmemiş karmaşık duyguların, önyargıların, okumuş, cahil ya da yarı cahil arasındaki farkı sıfırlayan gücü konusunda heves kırıcı bir örnek oluşturuyor ne yazık ki...

"Erkek" yazarların çoğunda görülen "bir disiplin olarak psikoloji"ye mesafeli durma haline Kundera'da da rastlanır. Oysa bu yazarlar, düşünsel, entelektüel itirazlarından çok kendi kişisel dinamikleriyle yüzleşmek korkusuyla uzak durdukları, ciddiye almadıkları; yeri geldiğinde eleştirip yerdikleri psikoloji disiplinleriyle biraz ilişki kurmayı göze alabilseler, en azından diyelim eşcinsellik gibi konularda "ellerinde olmayan nedenlerle" böyle düşünüp böyle hissetmeye devam etseler bile, kendilerini bu kadar "görünür", "okunur" kılacak cümleler kurmaktan kaçınmayı öğrenebilirler. Psikoloji, her şeyden önce insanın kendi kendisini yakalama bilgisidir. Yukarıda alıntıladığım bölümde Kundera'nın bir metafor olarak "virüs"e başvurması bile bilinçdışı kayıtlarının işleyişi, zihninin simgeleştirme düzeni konusunda bilgi vericidir.

(...)

Ben, onun gibi roman sanatına bunca emek vermiş, onca kitap yazmış bu çapta bir yazarın bile, "cinselliğin gayya kuyusu" söz konusu olduğunda, gerilediği eşik, düştüğü tuzak, aşamadığı ilksel korkulara ilişkin güçlü bir örnek oluşturduğu için konu ettim.”




Eleyerek gidiyorum:

“entelektüel düzeyine yakışmayan bir yarılma.”

“Kundera ile herhangi sıradan bir maço erkek arasındaki "olması gerektiği düşünülen" fark”

“Zorlama bir iyiniyetli okuma”

“ironinin doğası”

“okurluğunu, "korkularına" feda eden bir erkek”

“Cinselliğe ilişkin halledilmemiş karmaşık duyguların, önyargıların”

"psikoloji"ye mesafeli durma

“kişisel dinamikleriyle yüzleşmek korkusu”

“eşcinsellik gibi konularda "ellerinde olmayan nedenlerle"

“bilinçdışı kayıtlarının işleyişi”

"cinselliğin gayya kuyusu"

“gerilediği eşik, düştüğü tuzak, aşamadığı ilksel korkular”




İlla niye bir şeyden korkmamız gereksin! Sorumu da şimdiden sorayım: Homoseksüellik doğuştan geliyorsa, acaba tersi de doğuştan geliyor olamaz mı? Yani dünyada asla homoseksüel olmayacak, buna meyletmeyecek, içinde bunun kırıntısı bile olmayan, böyle doğmuş erkekler var olamaz mı?

Sen bende araştırdın mı mesela sendeki duyarlılık, ise o, bende yok! Duyarsız, korkak, bilmem ne olduğumdan değil, bir duygum yok o konuda, hatta tam tersi konumdayım: Kadınlara âşığım. Sadece kadınlara âşık olabiliyorum. Olamaz mı? Ya da mesela Frida Kahlo’nun bıyıklarını itici bulma nedenim illa bir korkudan olmak zorunda mı? Aynada kendine bakmayan bir erkeğim, derim mesela; güzel bir kadın değilim ki neden bakayım... Kendime âşık olmaktan mı korkuyorum acaba, aslında? Sen bilirsin...

Belki sende bu kadınlara aşk duygusu eksiktir. Bilmiyorum belki biseksüelsindir. O zaman da herhalde bir biseksüel arkadaşımın tatlı tatlı övündüğü gibi övüneceksindir: “Murat, güzel olacak insan. Burası tamam. Şimdi sen dünyadaki güzel insanların yarısına âşık olabilirsin, ben tamamına. Hah hah hayt...”

“Psikoloji, her şeyden önce insanın kendi kendisini yakalama bilgisi” ise sen Heterofobini yakalayabildin mi Megalomanini?




Sırası gelmişken sorayım: Gay Pride’ın giderek sadece Pride olarak adlandırılması seni rahatsız etmiyor mu? Biz onursuz muyuz!

Anneler ve babalar için bile tek bir gün varken Gay’lerin neden bir haftaları, hatta bir ayları var! Bu seni rahatsız etmiyor mu mesela Kundera kadar?

(Geçen Onur Haftası’nda ayrı günlerde iki Gay sataşmıştı bana. İlkinde masadan kalkmak zorunda kaldım, ikincisinde yandaki bir heteroseksüel çifti (belli de olmaz:) gözüne kestirip onlara yönelmesiyle kurtuldum.)


*

M. M.:

"RAPE ME

Nirvana'nın "Rape me" şarkısı, kim bilir kaç erkeğin bastırılmış rüyalarına nefes aldırmıştır. Şarkıya katılıyormuş gibi yapıp "Rape me" diye haykırmanın ferahlatıcı özgürlüğünü, dipte duran bu­lanık çekirdeği seslendirmenin oyunsu keyfini yaşamışlardır. (LOVE ME DESE DE BAĞIRIRDIK YAHU, FUCK YOU DESE DE, ALİ DESİDERO DESE DE... RAPE NE BİLMEYENLER DE BAĞIRIYORDUR MUTLAK, İLLA SENİN HİSSETTİĞİN GİBİ HİSSETMEK ZORUNDA MIYIZ!) Cobain'in bunu hesapladığını sanmıyorum, ama mutlaka çok iyi biliyordu. (NE MUTLAKA?) Niteliksel üstünlükleri, müzikal değerleri bir yana, bazı şarkıların hit olmaları için ruhun kabuğunu azıcık aralamış olmaları bile yeterlidir. (BU SENİN KENDİ RAPE ME MASTÜRBASYONUN.)




*

M. M.:

“FENER IŞIĞI

Sinoplu filozof Diyojen'e göre, insanların filozoflara değil de di­lencilere sadaka vermesi, günün birinde kendilerinin de kör ya da topal olabilecekleri korkusuyla ilgilidir. Korku üzerinden dolayımlanmış bir empati kurma ilişkisi ve kader karşısında bir tür korunma isteğidir bu.

Çeşitli yazılarımda ve söyleşilerimde yeryüzünde en köklü düşmanlık çeşidinin homofobi olduğunu söylerken benzer bir usavurum kurduğumu düşünüyorum: Bulunduğunuz yere, konuma, içinde yaşadığınız topluma göre duyduğunuz düşmanlığın özneleri değişebilir, diyelim günün birinde Yahudi olmayacağınızı, kadın olmayacağınızı, "Zenci" olmayacağınızı, herhangi bir yerin, bir toplumun "Yabancı" sayılanı olmayacağınızı bilirsiniz, ama eşcin­sellik, siz ve yakınlarınız için hâlâ pusuda bekleyen gölgesi derin bir tehlikedir. Daha çok, daha çok nefret etmeli, daha çok, daha çok kızgınlık biriktirmelisiniz.”


Diyojen’in desteğiyle başlayıp onu haksız çıkarmak!

İlla eşcinsel olacaksak, eşcinsellere iyi davranmamız gerekmez miydi?

Ya da eşcinsel olabileceğimiz için eşcinsellerden nefret ediyorken, asla zenci olmayacaksak, çünkü beyazız, zencilerden neden nefret edelim ki; ama edenler var di mi...

Uf kafam karıştı; nefret ediyorum kafası karışık insanlardan ama esas ahlaksızlardan!

Konumuz neydi: “İlla Eşcinsel” olmak...

Bana iki söyleyişi hatırlatıyor:

1. Her canlı bir gün ölümü tadacaktır.

2. Her sağlam vatandaş bir özürlü adayıdır.

Demek her heteroseksüel bir gün homoseksüelliği tadacak!

Ve demek her heteroseksüel bir homoseksüel adayı!

Siz nasıl uygun görürseniz; ne demek!


Yeryüzünde en köklü düşmanlık çeşidi de homofobi falan değil akıllı ve ahlaklı insana duyulan düşmanlıktır. Akıllıya duyulanın bir adı vardı da ahlaklıyla bir arada’ya duyulanı henüz keşfettiklerini bile sanmıyorum... Örneği var ama: Bu yazıyı okursan senin bana duyacağın düşmanlık!




*

M. M.:

“CİNSELLİK VE AŞKINLIK

Yeryüzünün birçok coğrafyasında yetişen sanatçılar, şairler, ya­zarlar yüzyıllar boyu cinsellik ve aşkınlık arasındaki ilişkiye kafa yormuşlardır. Osmanlı imparatorluğunun yetiştirdiği birçok divan şairi kişiye duyulan aşkla tanrısal olanın, aşkın olanın iç içeliğine, sürekliliğine vurgu getirmiştir. En bilinen örnek olarak Mevlana'nın tasavvuf anlayışı bu konuda başlı başına bir hazine kaynak­tır. (HARİKA) Kimi şiirlerimde, yazılarımda andığım eşcinsel aşkı bir biçimde kutsayan Cemali tarikatı, dünyevi tutkuyla tanrısal olanı bütünleyen bir anlayışı adeta bir inanç haline getirir. (EŞCİNSEL AŞKA NİYE GİRDİK ŞİMDİ? AŞK DİYORDUK) Hıristiyan kültüründe önemli yer tutan Tapmak Şövalyeleri ve Balkan Hristiyanlığında etkin bir tarikat olan Bogomiller ve Katharlar bu konuda ilginç örneklerdir. (HANGİ KONUDA, AŞK MI, EŞCİNSEL AŞK MI?)

Daha erken dönemlerinde bile hemcinslerine duyduğu tutkuyu şiirlerinde gözüpek biçimde dile getirmekten çekinmeyen Alman şair Stefan Anton George (1868-1933), eşcinsel tutkuyu bir tür tanrısal olana yönelme, aşkın olana geçişin bir ruh hali olarak gör­müştür. (E NE DİYE AŞK DİYE BAŞLADIN KARDEŞİM, EŞCİNSEL AŞK DİYE BAŞLASAYDIN.) Bir dönem düşünceleriyle Alman kültürü içinde etkin olmuş Mereschkowski, cinselliğin aşkın olan dünyalarla bir temas biçimi olduğuna, cinsel dürtünün bilgiye, aşkın olana susuzluk ifadesi olduğunu söyler. (EEEE CİNSELLİK DİYOR HALA, CİNSELLİK Mİ EŞCİNSELLİK Mİ?) Stefan George, özellikle küçük şarkılarının ve aşk şiirlerinin yer aldığı Der Siebente Ring (Yedinci Yüzük) kitabında aşkın metafiziğine odaklanır. Helenik ve Katolik bir mitos etrafında örüntülediği görüşlerinde "Tanrı'nın cisimleştirmesi" ya da "cismin tanrılaştırılması" üzerinde durur. Onun kimi düşün­celeriyle, bizim tasavvufi aşk anlayışımız arasında fazlasıyla benzeşen yanlar saptanabilir. (BURADAKİ AŞK, EŞCİNSEL DEĞİL, AMA ADAM ZATEN AŞKI SADECE EŞCİNSEL OLARAK GÖRDÜĞÜNDEN HER HALDE DEMEK Kİ......???!!..)

Bu kısa yazıda, eşcinsel aşkın, eşcinsel tutkunun felsefesini yapan şairlerin, düşünürlerin çoğunun aşkın olanla ilgisine evrensel ölçekte birkaç örnek üzerinden değinmek istedim. (İYİ HALT ETTİN!)”


Adamın sorunu, aşkınlığın NEDEN sadece eşcinsel aşkta olabileceğini açıklayamayacak olması!!! “Ben öyle hissediyorum” demek (çaresiz), benim için bir duygusuzluk, akılsızlık sertifikasıdır. (Ahlakı katmayalım hadi!)



*

M. M. :

“Ayrıca Auster'ın bu üçlemesindeki "yazısı", "karşıcinsel kimli­ği" konusunda hiç de ikna edici olmayan bir yazar profili çizer benim için; kahramanlarının kendi cinsellikleriyle bir türlü ödeşeme­miş olmasında, (ÖDEŞEMEMİŞ! DEVAMLI BİR BAK SEN KENDİNİ TANIYAMAMIŞSIN, HOMO’SUN AMA FARKINDA DEĞİLSİN VURGUSU, İKNA ÇABASI) yazarın sorunsalının da nabzının attığını duyarım. (....) En azından onun kahramanlarından birini düşünün: Bir erkeğin kendisiyle yatamadığınız için, sırasıyla kız kardeşi, karısı ve hızınızı alamadığınız için annesiyle yatmanız fazla do­lambaçlı ve meşakkatli bir yoldur. Her zaman daha kolayı vardır.” (HANGİ KAHRAMAN BU, TENEZZÜL ETSENİZ DE BİZ DE İNCELESEK. SEVGİLİMLE YATMAYA ÇALIŞAN ERKEKLER BENİ Mİ GÖTÜRMEK İSTİYORLAR YANİ İLLA.)





Eh. Sonunda soralım:

Sayın Murathan Mungan, heterofobik olmasaydınız aynı şeyleri mi yazardınız.

Perşembe, Şubat 06, 2025

KARAKİRİ

-Yaşlandık saçlar beyazladı.
-Yok, kar yağıyor, sen hep yaşlıydın!



(Biz büyüdük ve kirlenmişti dünya, gibi bir şey söylemesi lazım. Böylece hem kirlettiğini söylememiş olur, çünkü bunu amaçlamıyor; hem de büyüyünce görüyor bazı şeyleri insan, anlamı da, çıkar, aslında amaçladığı gibi.)

Salı, Şubat 04, 2025

ÇOK NAZLI ÇOK


 

PÜF İSTANBUL


 

MASALAR DİYARI

Bi bok çıkmayacak ama masa da masa!

GİRİŞLER

Bazı otel girişleri gibi
Şapkamın önü
Ya da kaptan görüşleri