Salı, Şubat 11, 2025

“SAÇMA SAPAN ŞEYLERE PARA DA HARCARIM, VAKTİMİ DE!”

Defter’de Tahsin Yücel’in bir yazısından ve bir sonraki sayıda Nilüfer Kuyaş’ın onu eleştirisinden(!) alıntılar. Geçenlerde ünlü bir homoseksüelimizin erkek korkaklığıyla ilgili yazılarını eleştirerek paylaşmıştım; burada da bilinen bir kadın yazarımız yine erkek korkaklığından dem vuruyor. Erkekler artık ne homoseksüellerin ne kadınların işine geliyor!


Tahsin Yücel / Özgür Kadınlar:

“Evet, uzman yazar Balçiçek İlter de, titiz araştırmacı Gül­fem Baydar da, ünü dünyayı sarmış "psikolog" Ros Heaton da, " terapist" Ann Larsen de, yaşı kırkı bulmuş olmasına karşın kocasını üç kezden fazla aldatmamak gibi büyük bir özveriye "imza atmış" olan üniversite öğretim üyesi Şeb­nem hanım da, yirmi iki yaşında kesinlikle çokeşliliği seçen güzel Yeşim de, çok sevdiği yatak oyunlarına kocasının yeterince ilgi duymamasının acısını değişik erkeklerle yatarak çıkaran yirmi sekiz yaşındaki Elvan da hep aynı çağdaş kadın imgesinde birleşiyor: "Günümüzün çağdaş kadını ne istediğini bilen ve bunu her yöntemle elde edebilen kadın"dır. Bir başka deyişle, çağdaş kadın bi­linçlidir, istemlidir, kafasına koyduğu her şeyi gerçekleştirir, bunu yaparken de hiçbir engel tanımaz. Nasıl olsa, erkekle kendisi arasındaki eşitlik sorununu kafasında kesinlikle çözümlemiştir, "erkeklerin söz sahibi olduğu her konuda" onun da bir diyeceği ve yapacağı vardır, "tek başına ayakta kalabilme"yi başarır, yaşamını sürdürmek için hiç kimseye gereksinimi yoktur, kendi yolunu kendi bulur. Üstelik, dergileri kendisine hiçbir zaman hiçbir ediminden dolayı suçluluk duymamayı öğretmiştir.

Örneğin çalışan bir bayan "canla­nan sosyal hayatla birlikte para kazanmanın verdiği mutluluk" içinde çocuğuyla yeterince ilgilenemediğini düşünerek zaman zaman üzüntüye mi kapılıyor, kadın dergisi konuyu doğal boyutlarına indirir hemen: "Çalışan bir anne olduğunuz için suçluluk duymaktan vazgeçin, çünkü bu duygu hem sizi, hem de çocuğunuzun gelişmesini olumsuz yönde etkileyebilir", dedikten sonra, üç yaşındaki Çağla'nın annesi Emel'in, üç yaşında bir oğlanın çalışan annesi olan Ayşegül'ün, üç aylık doğum izninin ardından Can'ı evde bırakıp işe gitmeyi çok zor bulan Nilgün' ün, vb. öyküleriyle usul usul bunalımdan sıyırır onu. Bir kadının başka bir kadının erkeğini çalmasından mı söz ediliyor, kadın dergisi sorunu hemen gerçek yerlemlerine oturtarak okurunun bakış açısını kaşla göz arasında değiştiriverir: "Bir erkeği çalmak ne demek? Bir kadınla birlikte yaşı­yor, onunla evli ya da bir biçimde ona bağlı. Siz gidiyorsunuz, o erkekle ilişkiye giriyorsunuz ve böylece onu çalmış oluyorsunuz. Hayır hayır, burada doğru kelime çalmak değil. Bir kere, aranızdaki ilişki sadece sizin inisiyatifinizle gerçekleşmiyor ki... O da istiyor ki, bir ilişki başlıyor."

(...) Bir kez, gördüğümüz gibi, ona öğretmek istedikleri topu topu üç alanı kapsar, bu üç alan içinde de her şey çağdaş kadının kendinden hoşnut olmasına, kendinden ve çevresinden en fazla yararı sağlamasına yöneliktir. Bunun sonucu olarak, çağdaş kadın alabildiğine indirgenmiş, daracık bir dünyada yaşar. Aile bile ala­bildiğine indirgenmiştir: bu dünyada nerdeyse hiç kardeş yoktur, babanın varlığı zaman zaman bir bulutun ardında sezilir gibi olur, ama hem geçmişte kalmıştır, hem de genellikle kötü bir tinsel karmaşanın nedeni olarak anımsanır, anneyle daha çok telefonda görüşülür, kocayla nerdeyse yalnızca yatakta buluşulur, çocuk, varlığı benimsenmekle birlikte, yalnızca bir kavram olarak belirir.

Hiç kuşkusuz, pembe dizileri kaçır­maz, "çok cinsel" olduğu için Tarkan'ı, "sahnenin kuşüzümü" olduğu için Ser­dar Ortaç'ı, "her eve lazım " olduğu için Şevket Altuğ' u, "tiyatronun yakışıklı­sı" olduğu için Cihan Ünal'ı, "Siyaset Meydanı'nın maestrosu" olduğu için Ali Kırca'yı, "Eros'un dünyadaki temsilcisi " olduğu için Ahmet Altan'ı, vb. Uzun ya da kısa bir süre sever, ama her şeyin bir sınırı vardır: daha ötesini ve daha derinini beklememek gerekir. Ayrıca, renkli cam evreninin bu seçkin yıldızlarının çoklarının sevilmesi bile belli bir zorlamanın sonucudur. Ne olursa olsun, hiç kimse düşüncesinin derinliği nedeniyle giremez çağdaş kadının evrenine, Sophia Loren bile bu evrende sanatsal başarısından çok, "giydiğini kendisine yakıştırdığı için" beğenilir.”


Nilüfer Kuyaş / Kadınların Felsefesi:

“Defter'in bir önceki, 35. sayısında (Kış 1999) Tahsin Yücel'in "Özgür Kadınlar" başlıklı yazısıyla "parlak" kadın dergilerini eleştirel çözümleme girişimini ciddiye alıp almamakta önce tereddüt ettim. On sekiz sayfalık uzunca incelemenin büyük bölümü bu dergilerin içeriğinden örnekleri tekrarlıyordu. Çoğu da bildiğimiz basmakalıp popüler psikoloji öğütleri ve gülünç "el kitabı" dersleriydi, birini görünce hepsini görmüş kadar olduğumuz bu tüketim kültürü ürünlerine farklı ve özgün bir eleştirel bakış da getirilmiyordu üste­lik.

"Bir erkeği nasıl elde edersiniz?" yahut "Daha çekici olmanın beş altın kuralı" gibi yazıları ciddiye alarak ne erkek elde edebileceğini, ne de daha çekici olabileceğini bu dergileri okuyan kadınlar bile gayet iyi bildikleri halde, Tahsin Yücel gibi bir edebiyat ve kültür adamı neden zahmet edip bu cinsel öğütleri ve erkek tavlama yöntemlerini, eleştir­mek adına, ballandıra ballandıra tekrar etme ihtiyacını hissetmişti, sözde hicvetmek adına? Cevap maalesef gene çok bildiğimiz, alışageldiğimiz, hazin bir cevap galiba: kadınların özgürlüğü, özellikle de cinsel özgürlüğü karşısında erkeklerin duyduğu büyük korku ve dehşet.

(...) Gene de alırlar bu dergileri, çünkü her zaman tehdit altında olan bu kazanımların doğrulanması, tekrar edilmesi, sahiplenilmesi, kadınlar arası bir dedikodu sohbeti gibi abartılması gereklidir, tıpkı fala inanmayan birisinin gene de yıldız falı okuması gibi,(...)

Bu dergilerin çoğu yabancı kökenlidir, yerli üretilenlerin de ya­zıları büyük oranda dışarıdan devşirilir, hele bu dergiler çoğunlukla toplumun ge­nelinden kopuktur, görece bir azınlığa hitap ederler.

Burada garip olan şey, Tahsin Yücel gibi bir yazar ve düşünce adamının düzeyinde bu tehditin algılanıyor ve cevaplanıyor olması.

Tahsin Yücel'i okurken, kadın özgürlüğüne ve feminiz­me sempati duyan, kendisi de özgürleşmiş bir erkeğin, feminizmin nasıl pazarlamacılar tarafından kullanıldığına işaret ettiği aydınlatıcı bir yazı okumuş olmuyoruz pek; "özveri" yahut "analık" yahut "paylaşmak" gibi değerlerin hiçe sayıldığından dem vuran, erkeklerin nesneleştirildiğinden şikayet eden bir er­keğin telaşlı sesini duyuyoruz. (...)hayli rahatsız ve kafası karışık bir erkek sesi bu.

Tahsin Yücel, tek gecelik ilişkilere heves duyan, işyerinde cinselliğini kullanan ve erkeği tüketim maddesi gibi kullanan kadın imgelerinin, aslında istenilenin tam tersini yaptığını, erkek egemenliğinden kurtulmak yerine farklı bir bağımlılık geliştirdiğini ve kazanılan özgürlüğün gene kaybedildiğini söylüyor.

Ama Tahsin Yücel gibi bir kültür ada­mından, kadınların özgürlüğünü, genel ola­rak insanlığın özgürlük mücadelesinin önündeki engellerle ilişkilendirerek, daha sevecen bir bakışla ele almasını beklerdim, Türkiye'yi boğan muhafazakarlığın her fırsatta ürettiği telaşlı ve buyurgan sesle değil.

Saçma sapan birçok şeye para harcayan bir tüketici olduğum halde, bugüne kadar hiç kadın dergisi satın almadım. Bazen kuaförde görüp karıştırdığım bu dergilerin yayın çizgisini savunmak gibi bir kaygım da yok. Hatta Tahsin Yücel 'in bazı eleştirilerine katıyorum da. Ama bu eleştirileri dile getiriş tarzındaki küçümseyiş ve buyurganlık bence cevapsız kalmamalı.”

Hiç yorum yok: