Elias Canetti yazıyor.
Konu: Robert Musil.
“Musil, parayı düşünmeyi reddederdi, para düşüncesi canını sıkar ve rahatsız ederdi… Karısının parayı sinek kovar gibi onun çevresinden kovması, Musil’e tümüyle uygun düşen bir tutumdu. Enflasyon nedeniyle her şeyini yitirmişti ve çok zor bir durumdaydı. Giriştiği işin (Niteliksiz Adam’ın) uzunluğu ile bunun için gerekli parasal olanaklar arasında çarpıcı bir karşıtlık vardı.
Viyana’ya geri döndüğünde, dostları bir Musil derneği kurdular; dernek üyeleri Musil’in Niteliksiz Adam’a ilişkin çalışmalarını sürdürmesini güvence altına alabilmek için her ay belli bir katkı payı ödeme yükümlülüğünün altına girmişlerdi. Musil bu kişilerin listesini biliyordu ve katkılarını düzenli ödeyip ödemedikleri konusunda da rapor alıyordu.”
Sonra da beni düşündürmeden önce güldüren şu cümleyi kuruyor Canetti:
“Bu derneğin varlığı nedeniyle utanmış olabileceğini sanmıyorum.”
Hayatımın her halde son on beş yılında, yani 20’li yaşlarımın başlarından beri, yetiştiriliş tarzımla tamamen tezat bir düşüncedeydim:
Bana yapmak istediklerim için para mı vermek istiyorsunuz…
Size teşekkür etmem…
Sizi takdir ederim…
Musil’e yapılana “katkı” diyor Canetti. Bana yapılan iki katkıyı hatırlıyorum, her halde biraz daha düşünsem en fazla 3’e çıkar bu katkılar:
1. Çok yıllar önce: Sen hiç çalışma kartında düşünür yazsın, diyen bir uzak sevgili. Daha yeni işe başladığımız, yeni yeni kartvizitlerimiz olduğu bir yaşta.
2. Uzun bir aradan sonra işe başlayacağım sırada: Şimdi sen de mi çalışacaksın, herkes gibi sabahları işe gideceksin, ne güzeldin halbuki böyle ya, diyen bir yakın sevgili, kendisi de çalışmamayı amaçlıyordu ve benim çalışmamamı, her ne kadar sevgilisi olarak kendi kişisel çıkarları için hiç uygun olmasa da, ideal olarak çok beğeniyordu.
Cannetti’den devam edelim.
“Bu derneğin varlığı nedeniyle utanmış olabileceğini sanmıyorum.”
Canetti mantık düzlemine oturtmaya çalışıyor:
“Çünkü bu adamların neyin söz konusu olduğunu bildikleri gibi doğru bir düşünceye sahipti. Bir esere katkıda bulunmalarına izin verilmesi, onlar için bir ayrıcalıktı.”
Sponsor kelimesi henüz yoktu tedavülde o zaman, ama başkaları vardı. Hamiler mesela. Musil derneği de bunun güzel bir örneği. Ama sponsorların adının, evet belli bir reklam kaygısıyla da ama aslında bir çeşit gururla söylendiği günümüz magazinel işleriyle karşılaştırıldığında, benim teşekkür etmemem, takdir etmem, sağlam bir felsefedir.
Zaten siz de fark ettiniz, Musil’e yapılan “katkı” konusunda utanan Musil değil Canetti’dir.
Canetti devam ediyor: “Her zaman Musil’in bu Musil derneğine bir tür tarikat olarak baktığından kuşkulanmışımdır. Derneğe alınmak büyük bir onurdu ve ben hep acaba Musil değersiz kişileri derneğin dışında bırakır mıydı diye düşünmüşümdür.”
Bu günümüzdeki sponsor mantığını iyi açıklıyor. Eskiden parasız ama değerli insanların değeri bilinirdi, çünkü para sizin değerli olmanızı doğal olarak getiren bir şey değildi. Günümüzde sponsor olmak için paralı olmak yeterlidir. Hatta böylece değerinizi de artırmış olursunuz…
İşte Hülya Avşar belirliyor: Ona göre devlet sanatçılığının kıstası: Devlete ne kadar vergi verdiğin.
Canetti: “Böyle koşullarda Niteliksiz Adam üzerinde çalışmayı sürdürebilmek parayı soylu bir biçimde küçümsemeyi koşut kılıyordu…”
Günümüzde soyluluk diye bir şey kalmadığından, parayı soylu bir biçimde küçümseyemezsiniz, bunun için önce zengin olmanız gerekir…
“Yaşamının İsviçre’de bütünüyle parasız geçirdiği son yıllarında Musil, paraya değer vermemiş olmasının bedelini çok acı ödedi.”
İnsanlığın dramının ekmek parasını kazanmak dramına indirgenmesi, edebiyatın ve felsefenin bile buna alet olması, sonra da edebiyattan felsefeden anlamayan bir halktan şikayet etmek… İşte üst düzeyin üst düzeyi bir insanlık dramı… Aslında tek dram budur belki de…
Çarşamba, Kasım 28, 2007
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder