Cumartesi, Haziran 07, 2008

Arpa boyu

(Romandan)

İnsanlar hep doğru insanı arıyorlardı. Ama neye göre doğru insan? Hatalarınızı hiç eleştirmeyen, sizi olduğu gibi kabul eden bir insan: Buna doğru insan diyorlardı, onun yanında kendilerini güvende hissediyorlardı... Oysa iyi bir ilişki için iki şey gerekliydi ve ancak ikincisi doğru insanı bulmaktı.

İki kişinin ortak ya da paylaşılan zaafları o insanları mutlu etmeye gerçekten yeter miydi. Bu karşılıklı kişilik bozukluğuna aşk diyen vardı! İlişkiler bize kendimizi iyi hissettirdiği için değil kendimizi daha iyi bir insan yapmamıza olanak tanıdığı için değerli değil miydi. Doğru insanı tanımanın çok iyi bir kıstası vardı: Onu bulduğunuzda görürdünüz ki siz pek de doğru bir insan değilmişsiniz.

Peki o zaman ne yapardınız?

Doğru insana iftira atardınız.

“İnsanlar birbirlerini oldukları gibi sevmelidir. Değiştirmeye çalışmamalıdır. Değiştirmeye çalışırsa bu onun olduğu halini değil dönüşeceği insanı sevmesi demektir...” diyordu Eric Fromm. Hemen atlanırdı. “İşte bak: Sen beni sevmiyorsun, kafandaki başka birini seviyorsun ve ona dönüştürmeye çalışıyorsun beni.” Bu lafları alkışlamayacak insan yoktu! Oysa insanı olduğu gibi sevmek bir bebeği doğduğu gibi sevmek değil miydi. İnsan sadece çocukların geliştiğini, büyüdüğünü düşünüyordu. Bilmeden hata yapana, çocuk deniyordu, bilerek hata yapana da yetişkin. Yetişkinlikten daha üst bir aşamaya ihtiyacımız olduğu açık değil miydi? Ya da boyu uzadı, yaşı büyüdü diye insana yetişkin dememeliydik…

İnsanların karşıdakini olduğu gibi kabul etmesi, karşıdakinin olabileceği insandan nefret etmesindendir, diyordu Adorno.


Adamın biri aşırı ishalden hastaneye gidiyor, yanlışlıkla psikoterapiste gönderiyorlardı. Seans sonunda arkadaşı soruyordu: “Ne oldu sorununu hallettin mi?” Şöyle cevap veriyordu: “Hayır ama artık kafama takmıyorum.”

Bu bir fıkra değildi... Aynısını yaşamıştım. Aynı lafı etmişti bir sevgilim bana. Çünkü onun sorunları nedeniyle birlikte gittiğimiz psikolog, Eric Fromm gibi “İnsanları olduğu gibi kabul edeceksin” diyen biriydi.

Şimdi bu psikoloğun söylediği şuydu: “Evet sizin böyle bir kusurunuz var, ama ne yapalım böyle yaşayacaksınız!” Buna bir de para veriyorsun! Yani hoşgörü bazen bir şey yapamamanın doğal sonucu olabilir, kendini yıpratacağına kabullenirsin, bükemeyeceğin eli, asla öpmezsin, bükmeye çalışmazsın, ama yapabilecekken yapmamanın mazereti olamaz hoşgörü...

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Aklınızın aydınlığı gözümü kamaştırdı. Hep paylaşacağınız ümidiyle aydınlık yarınlar dilerim.

Murat Sohtorik dedi ki...

Algılayan insanlar olduğunu görmek beni en çok aydınlatan şey... Tekrar okudum yazdığımı; beni aydınlattığınız için esas ben size teşekkür ederim...

Adsız dedi ki...

Yazıyı ilk okuduğumda (birkaç kez okudum çünkü) eyvah etrafımız kişilik bozukluğuyla dolu hatta taşıyor dedim içimden. “Ortak ve paylaşılan zaaflar….” cümlesi zaaf kelimesinden olsa gerek çok kuvvetli geldi, eh dokunda da biraz sanırım. (Zaaflarına yenik düştü derler ya hani). Kötümser almayalım dedim kendi kendime :) (çok mu hoşgörü gösterdim)

Terapistlerle ilgili örneğiniz harika. Esprili biçimde gerçeğin dile getirilmesi. Karamsar bir yazıymış hissi verse de son paragrafınız bu hissi azda olsa uzaklaştırıyor. Devamını görmek gerek sanırım. Saygılarımla

Murat Sohtorik dedi ki...

Son Kale

Romanımın adı bu olabilir mi diye düşündüm şimdi...