Evet, adam kafe sahibi olsun…
Kitabın bilge tipi, yazardan da bilge, psikolog ya da başka bir yazar olabilirdi, ama öyle bir bilgelik değil daha sakin bir bilgelik… Ayvalık’ta bir kafede gelen fikir, iyi; kafe sahibi bir bilge.
Gelenlerle sadece bir selamlaşacak, gelenler can atacak, o değil, ha tabii erkek, hiçbir şey okuyup yazmayacak, neredeyse, sadece bakacak, görmeden bazen, yazarın, benim olmak istediğim kişi.
-Pardon saatlerdir sizi izliyorum, böyle denize bakarak ne yapıyorsunuz.
-Dalgaları sayıyorum.
-Dalgaları mı!! Kaç oldu peki?
-Gelen geçti şu gelen bir.
Gelen geçti şu gelen bir diyen Bezgin Bekir gibi biri, ama bu bezgin değil; Bezmemiş Bekir. Bezmemeye çalışan diyelim; zaten hikayelerden biri bu.
Şişman olabilir, en azından göbekli; hoş bir adam ama sanki bedeninde bir kusur olmalı, kimsenin umursamayacağı.
Kadınla orada tanışacaklardır, kafeye geldiğinde kadın. Ve ne tam arkadaş ne tam kafe sahibi-müşteri ilişkisi içerisinde, ne tam dost ne yabancı, ne tam yüzeysel ne tam ayrıntılı, konuşurlar…
Hayatına giren bu yeni biri sayesinde kadın, gözlerini geçmişe diker:
-Ona çok benziyorsunuz…
-Neyimle?
-Neyinizle! Şeyinizle… Hiçbir şeyinizle…
“Roman yazmak geceleyin araba kullanmak gibidir, sadece farlarınızın aydınlattığı kadar görebilirsiniz, ama bütün yolculuk da o yolda geçecektir.” E. L. Doktorov
Bu metinler roman yazma düşüncesinin yazmaları da olabilir ve romandan vazgeçilebilir…
Bu mu roman olur…
Aforizmalar yazmayı özledim, ne kolaydı…
Hayatı bütüncül kavrama çabası ama roman; aforizmalarım ne kadar kavranabildi.
Yiğit Özgür’den harika bir karikatür; işe başvuran kadına sorar adam:
-Risk alır mısınız?
-Zahmet olmazsa…
Ama bir hata yapmış Yiğit Özgür, çizimde; ki sanılır ki nereye gittiğini anlamamış buluşunun.
Kadın tombul bir ev kadını havasında çünkü!
Böylece “Kahve alır mısınız?” türü bir soruya cevap vermişliğiyle, ikinci ve bence daha harika anlam yok oluyor; kadının normal bir işkadını olması gerekirdi; böylece hem ilk anlam korunuyor hala, yani iş kadınının ev hali, hem de “risk alırım, hem de iyi alırım, zahmet olmadan, şirkete de zahmet vermeden, tehlikeli risklere girmem” gibi sıkı bir cevap vermiş oluyor, iş kadını olarak…
Absürtük Metinler’i de çok anlamayan olduğunu tahmin ediyorum böyle…
Satürn’e Haksızlık adlı “zor” bir metnimi blogdan ya da siteden okuyan bir okurum, zor girildiğini ama anlaşılır olduğunu yazdı. Tam kelimeleri hatırlamıyorum; ama demek istediğim şu: Metnin zor olmaması dikkat ettiğim bir şey değil, bazen bu o kadar da mümkün değil, “basit yaşayacaksın” der şair, saatin sadece saati gösterecek der, ki burada haklıdır, ama her insan basit yaşayamaz; Bezgin ve benim Bezmemiş Bekirim öyle tiplerdir, ama ben öyle değilim; bir metin de öyle olmayabilir anlattığı şeylerden dolayı; anlaşılır olması yeterlidir; anlaşılırdır içine girmekte zorlansanız da başta…
Girmenizin zor olması değil anlamanızın zor olmaması gerekir.
Mesela tam tersi bir durumda; bir Absürtük Metinler “eleştirisi”, aforizma oldu:
-Çok basit şeyler ama bunlar Murat!
-E tabi, her okuyan kendinden bişiler bulacaktır…
Tabi bunlar mazeret de olabilir… Benim mazeretim…
Robert Musil için, tek bir hikayede aklındaki her şeyi anlatmak istiyordu, diyor biri, Musil’in kendisi de bir defada birçok şey istiyorum diyormuş, aslında ne istediğini bildiği ender görülüyordu diye eleştiriliyor…
Ben de böyle olabilirim (Niteliksiz Adam gibi bir şey çıkacaksa!) ama romanım Romanım Hayat tam da böyle bir roman değil midir, yazarın kafası karışıktır (zekadan), ve bunu anlatmaktadır metin…
Çok da karışık değildir…
Yazarın kafası “çok”tur.
Kağıtlara yazma isteğiyle doluyum, bilgisayar istemiyorum şu sıralarda; ama kağıtlara nasıl yazılır; kağıtlara sadece kısa metinler, aforizmalara fikirler yazılır; toplanamaz ki onlar bilgisayarsız… Belki de şu an bir planlama aşamasıdır sadece…
Kötücüllük şöyle bir şey mi…
Sözümü yerine getiremedim diyor, ama üzüntünden çok mutlulukla söylüyor bunu; çünkü konu burada kapandı; ama sözünü yerine getirse, hem bunun için uğraşacak hem de bir dahaki sözünü vermesi ve onu da yerine getirmesi gerekecek; halbuki söz verdiğini yapmayınca ne mutlu; yapmamaktan…
Cunda’da bir mutsuz. Neden?
Mutsuzluğumdan mutsuzum…
Eskiden mutluluğumdan bile mutlu olurdum…
2010 size de uzay çağı için iyi bir tarih gibi gelmiyor mu…
2009 değil mesela öyle…
Ohh bu yıl yan gelip yatalım, sözümüzü yerine getirmeyelim…
İnsan hayata atıldığını düşündüğünde, bunu anladığında cennete atıldığını fark ediyor; bense 30 yaşımdan sonra cennetten atıldığımdan, tam cehennem; bir cennetim vardı çünkü bir zamanlar, içim; insanın içinde yok cennet; ruhunda belki; iç, ruhtan daha gerçek…
Konuşma kendini ifade etme biçimiydi; artık kendini ikna etme biçimi olmuş…
Eskiden yazdığım: Düşünerek konuşmuyorlar; konuşarak düşünüyorlar…
İçinizde bulunduğunuz ruh durumunu tarif edin diyen bir arkadaşa: “Tarif etmek, tahrif etmektir.”
İlhan Berk için: Sıkıntı duymaya açıktır. Sıkıldığında zamanın yavaşladığını hissettiğinden… Hep sıkılmak ister ki zaman kaçıp gitmesin…
Benim tam tersim…
Hiç sıkılmamalıyım ben. Aynen bir çocuk gibi…
Üniformasının içinde titriyordu Ferdinand: Celine
Bana içinde rahat rahat titreyebileceğim bir üniforma ver komutan.
Bana içinde rahat rahat titreyebileceğim bir zırh yap komutan.
Yap aşkım…
Ol aşkım…
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlarına sanırım Vüsat O Bener demiş. Vahşi bir tarla gibi… Sonra gözen geçirilmiş bir bölüm çıkarılmış.
Bu halinin en doğrusu olduğunu nerden biliyoruz…
Eh işte sonradan ekliyorum bunu: Türk edebiyatına çağdaş bir roman kazandırmış ama kendi yapıtına da kaldırmayacağı kadar yük yüklemiştir.
Berna Moran söylüyor bunu…
Tabii adamı yaptığının karşılığını bulamadığını düşünüp acılara gark edip öldürüp başyapıtını vermesini engelleyip sonra da… buna devam etmek tüm çağların özelliği…
Çarmıha gerilmeyi kabullenecek kadar sıkılıyorum bazen.
Yıllar önce bir filme gitmiştim. Adam uyuşturucu kaçakçılarını yakalamak için ortamlara giriyor bu arada kullanıyor da uyuşturucu. Ve müptela oluyor…
Bir mesaj geldi, okumadan sildim…
Şimdi merak ediyorum acaba kendini nasıl savunuyordu, ne yalanlar söylüyordu…
Ama okusam sinirleneceğim, hoşlanacağım sinirleneceğim… Bir insan yönünü daha öğreneceğim, bir insan yalanı daha; farklı olmayacak belki diğerlerinden ama birkaç kıvrımı farklı olacak… Birkaç fark keşfedilebilecek, ve eklenecek sayfalar dolusu örneğe. Ama işte müptelası olacağım.
Uçuruma fazla bakarsan uçurum da sana bakmaya başlar…
Ya da canavarla uğraşanın canavarlaşmayacağının garantisi olmaz…
Seyredilmeyi seviyorum küçük yerleri bu yüzden.
Yerleri, yerine, kasabaları…
Güzelliği yüzünden eğitimi olmayan: Alberto Morovia
Gerçek sanatçılar neden hiçbir şeyi küçümsemezler? Çünkü onları
yargılamaktan çok anlamakla görevlidirler. Camus. Nobeli alırken.
Anlamsızlığı savunanlar için:
O zaman şu an kalkıp her istediğini yapacaksın…bu güzel gelecek sana.
Ama bu, şu da demek:
Her
biri de kalkıp sana her istemediğini (de) yapacak… (yapabilir.)
Papalina değil palavra
Hamsi bu ya
Perşembe pazarını evde yokuz zannedip kapıya da kurmuşlar, ben bi çıktım, çocuk şaşırdı özür diledi. Eğilip geçmeye çalışırken yüzüm sutyenlere değdi; annesiyle iç çamaşırı satıyormuş.
Ben ölüyor muyum acaba?
Çok uzakta denizin üzerinde beyaz küçük bir şey gözüküyor…
Ama ardından hareket eden bir gölge, bir fluluk bir…
Hani ateşin hemen üzerine baktığınızda bir dalgalanan hava gibi bir şey görürsünüz öyle, çünkü fonda yeşillikler ağaçlar aynen gözüküyor, şeffaf bişi, bir hayalet mi takip ediyor.
Halbuki bir martılar kovalıyormuş tekneyi.
Bir martılar kovalıyor tekneyi.
Graham Green’in Loser Takes All’unu Kaybeden Kazanıyor diye çevirmişler…
Ben Kaybeden Hepsini Alır diye çevirirdim, böylece nedenini de açıklıyor olurdu hepsini almasının; e çünkü kaybetti. Kaybetmenin bedelini tazmin…
-E ben yendim neden onu alkışlıyorsunuz.
-Burada önemli olan cesarettir..
Hayat her şeye rağman güzeldir…
Bu şu demek:
Hayat eşittir her şey artı güzellik.
Bu da her şey eşit değildir güzellik anlamına çıkar.
Buradan iyi edebiyatçı çıkar da hayata çıkmaz.
Toyata reklamı bilerek mi bilmem ilginç bir şey anlatıyor…
Diyelim kabilenin Zenga diye bir tanrısı var birçok işle birlikte bu tanrı şimşek tanrısı.
Bu kabile elektrikle karşılaştığında onu şeytan işi olarak görmeye kalkışmıyor; bizim bu olaya benzer bir tanrımız var mıydı diye soruyor, evet Zenga… Onun için ampulün adı Zenga… Zenginleşiyor böylece… “Modern” dinler gibi gerici değiller…
“Bana gelince, sizlerin ancak yarı yarıya yürütmek yürekliliğini gösterdiğiniz şeyleri ben sonuna kadar götürmekten başka bir şey yapmadım yaşamımda. Şu halde ben sizden daha canlıyım belki de.” diye yazan Dostoyevski için, “ Aşırı duyguların adamıdır. Olağanüstüde rahat eder. Fırtına da soluk alır.” diyor Henri Troyat…
Da, sadece acı tarafına götürmekle, sadece intihardan kurtulmuş birisi kadar canlı olunuyor…
Çok ihtiyaç var Murat Sohtorik yazılarına bu insanlığın, çoook…
Tabi bunları yazınca yine acı metinleri oluyor, o başka…
Dostoyevski’nin karısının günlüklerini okuyup orada yazarın yazmakta olduğu romanla (Budala) ilgili en ufak bir not bulamayınca da; ki temize çekmektedir karısı romanı, şunları yazar Troyat: “Romana dair tek bir not yok. Karısı sanatçıyı anlamadan erkeği sevdi, bir bakkalla evlenmiş olsaydı, daha farklı bir şey yazmayacaktı!”
Bir bakkalla büyük yazarın aynı zaafları olduğunu gördüğümden, sanatçıya saygı duymaya ve anlamaya çalışırken, erkeği sevemiyorum ben de…
Ama şu, işte benim tüm sertliğimin nedenidir; aynını Hitlere Çekmek adlı metnimde yazmıştım: “Kötülük merdiveni herkes için birdir” diyor Alyoşa Dimitri’ye. “Ben birinci basamaktayım sen en yükseğinde, diyelim on üçüncü basamakta. Kesinlikle söyleyebilirim ki, bu aynı şeydir…”
Bunları çok takmamak lazım, mı, yoksa okuyucu artık bu kadar mı:
Ortaya Mesajım:
“Bir sırrın nasıl saklandığı açıklanarak sır saklanabilir mi.”
-ifşa etmiş olur...
-Nasıl "sakladığını" açıklıyor ama...
-sır sırdır,yöntemi olmaz,2 kişinin bildiği sır değildir .
-E böyle klişelerle düşünen bir kafa benim metinlerimi anlamaz zaten...
Belki de bir yerde olmak
o yeri sonradan hatırlamaktır.
29 mart seçimlerinden sonra bir yaşıma daha girdim…
(Doğum günüm 30 mart)
Bir çapkınla benim aramdaki tek fark benim çapkın olmamam.
Lacan
Zor okunan, güç anlaşılır.
Ben
Zor okunan, kolay anlaşılır.
Edebiyatçılar
Kolay okunan, anlaşılmayan.
“Kolay okunan, ağır hikayeler”
İnsanlar senin hiçbir şey olduğunu fark etmesinler diye devamlı konuşmak, hareketler etmek, hiperaktivite… Zizek için
Bir erkek ve bir yazar olarak en sevdiğim tek şey sokmak: yazar olarak gözerine sokuyorum…
Gizlerine sokmak
Kötü baba soyadı: Başoğlu
İyi baba soyadı: Başoğul
Adımlarına dikkat et, yoksa adamlarıma dikkat edersin
Yerimde sayamıyorum.
Ayvalık:Cundalık
Gül pansiyon satılık
Kitabın bilge tipi, yazardan da bilge, psikolog ya da başka bir yazar olabilirdi, ama öyle bir bilgelik değil daha sakin bir bilgelik… Ayvalık’ta bir kafede gelen fikir, iyi; kafe sahibi bir bilge.
Gelenlerle sadece bir selamlaşacak, gelenler can atacak, o değil, ha tabii erkek, hiçbir şey okuyup yazmayacak, neredeyse, sadece bakacak, görmeden bazen, yazarın, benim olmak istediğim kişi.
-Pardon saatlerdir sizi izliyorum, böyle denize bakarak ne yapıyorsunuz.
-Dalgaları sayıyorum.
-Dalgaları mı!! Kaç oldu peki?
-Gelen geçti şu gelen bir.
Gelen geçti şu gelen bir diyen Bezgin Bekir gibi biri, ama bu bezgin değil; Bezmemiş Bekir. Bezmemeye çalışan diyelim; zaten hikayelerden biri bu.
Şişman olabilir, en azından göbekli; hoş bir adam ama sanki bedeninde bir kusur olmalı, kimsenin umursamayacağı.
Kadınla orada tanışacaklardır, kafeye geldiğinde kadın. Ve ne tam arkadaş ne tam kafe sahibi-müşteri ilişkisi içerisinde, ne tam dost ne yabancı, ne tam yüzeysel ne tam ayrıntılı, konuşurlar…
Hayatına giren bu yeni biri sayesinde kadın, gözlerini geçmişe diker:
-Ona çok benziyorsunuz…
-Neyimle?
-Neyinizle! Şeyinizle… Hiçbir şeyinizle…
“Roman yazmak geceleyin araba kullanmak gibidir, sadece farlarınızın aydınlattığı kadar görebilirsiniz, ama bütün yolculuk da o yolda geçecektir.” E. L. Doktorov
Bu metinler roman yazma düşüncesinin yazmaları da olabilir ve romandan vazgeçilebilir…
Bu mu roman olur…
Aforizmalar yazmayı özledim, ne kolaydı…
Hayatı bütüncül kavrama çabası ama roman; aforizmalarım ne kadar kavranabildi.
Yiğit Özgür’den harika bir karikatür; işe başvuran kadına sorar adam:
-Risk alır mısınız?
-Zahmet olmazsa…
Ama bir hata yapmış Yiğit Özgür, çizimde; ki sanılır ki nereye gittiğini anlamamış buluşunun.
Kadın tombul bir ev kadını havasında çünkü!
Böylece “Kahve alır mısınız?” türü bir soruya cevap vermişliğiyle, ikinci ve bence daha harika anlam yok oluyor; kadının normal bir işkadını olması gerekirdi; böylece hem ilk anlam korunuyor hala, yani iş kadınının ev hali, hem de “risk alırım, hem de iyi alırım, zahmet olmadan, şirkete de zahmet vermeden, tehlikeli risklere girmem” gibi sıkı bir cevap vermiş oluyor, iş kadını olarak…
Absürtük Metinler’i de çok anlamayan olduğunu tahmin ediyorum böyle…
Satürn’e Haksızlık adlı “zor” bir metnimi blogdan ya da siteden okuyan bir okurum, zor girildiğini ama anlaşılır olduğunu yazdı. Tam kelimeleri hatırlamıyorum; ama demek istediğim şu: Metnin zor olmaması dikkat ettiğim bir şey değil, bazen bu o kadar da mümkün değil, “basit yaşayacaksın” der şair, saatin sadece saati gösterecek der, ki burada haklıdır, ama her insan basit yaşayamaz; Bezgin ve benim Bezmemiş Bekirim öyle tiplerdir, ama ben öyle değilim; bir metin de öyle olmayabilir anlattığı şeylerden dolayı; anlaşılır olması yeterlidir; anlaşılırdır içine girmekte zorlansanız da başta…
Girmenizin zor olması değil anlamanızın zor olmaması gerekir.
Mesela tam tersi bir durumda; bir Absürtük Metinler “eleştirisi”, aforizma oldu:
-Çok basit şeyler ama bunlar Murat!
-E tabi, her okuyan kendinden bişiler bulacaktır…
Tabi bunlar mazeret de olabilir… Benim mazeretim…
Robert Musil için, tek bir hikayede aklındaki her şeyi anlatmak istiyordu, diyor biri, Musil’in kendisi de bir defada birçok şey istiyorum diyormuş, aslında ne istediğini bildiği ender görülüyordu diye eleştiriliyor…
Ben de böyle olabilirim (Niteliksiz Adam gibi bir şey çıkacaksa!) ama romanım Romanım Hayat tam da böyle bir roman değil midir, yazarın kafası karışıktır (zekadan), ve bunu anlatmaktadır metin…
Çok da karışık değildir…
Yazarın kafası “çok”tur.
Kağıtlara yazma isteğiyle doluyum, bilgisayar istemiyorum şu sıralarda; ama kağıtlara nasıl yazılır; kağıtlara sadece kısa metinler, aforizmalara fikirler yazılır; toplanamaz ki onlar bilgisayarsız… Belki de şu an bir planlama aşamasıdır sadece…
Kötücüllük şöyle bir şey mi…
Sözümü yerine getiremedim diyor, ama üzüntünden çok mutlulukla söylüyor bunu; çünkü konu burada kapandı; ama sözünü yerine getirse, hem bunun için uğraşacak hem de bir dahaki sözünü vermesi ve onu da yerine getirmesi gerekecek; halbuki söz verdiğini yapmayınca ne mutlu; yapmamaktan…
Cunda’da bir mutsuz. Neden?
Mutsuzluğumdan mutsuzum…
Eskiden mutluluğumdan bile mutlu olurdum…
2010 size de uzay çağı için iyi bir tarih gibi gelmiyor mu…
2009 değil mesela öyle…
Ohh bu yıl yan gelip yatalım, sözümüzü yerine getirmeyelim…
İnsan hayata atıldığını düşündüğünde, bunu anladığında cennete atıldığını fark ediyor; bense 30 yaşımdan sonra cennetten atıldığımdan, tam cehennem; bir cennetim vardı çünkü bir zamanlar, içim; insanın içinde yok cennet; ruhunda belki; iç, ruhtan daha gerçek…
Konuşma kendini ifade etme biçimiydi; artık kendini ikna etme biçimi olmuş…
Eskiden yazdığım: Düşünerek konuşmuyorlar; konuşarak düşünüyorlar…
İçinizde bulunduğunuz ruh durumunu tarif edin diyen bir arkadaşa: “Tarif etmek, tahrif etmektir.”
İlhan Berk için: Sıkıntı duymaya açıktır. Sıkıldığında zamanın yavaşladığını hissettiğinden… Hep sıkılmak ister ki zaman kaçıp gitmesin…
Benim tam tersim…
Hiç sıkılmamalıyım ben. Aynen bir çocuk gibi…
Üniformasının içinde titriyordu Ferdinand: Celine
Bana içinde rahat rahat titreyebileceğim bir üniforma ver komutan.
Bana içinde rahat rahat titreyebileceğim bir zırh yap komutan.
Yap aşkım…
Ol aşkım…
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlarına sanırım Vüsat O Bener demiş. Vahşi bir tarla gibi… Sonra gözen geçirilmiş bir bölüm çıkarılmış.
Bu halinin en doğrusu olduğunu nerden biliyoruz…
Eh işte sonradan ekliyorum bunu: Türk edebiyatına çağdaş bir roman kazandırmış ama kendi yapıtına da kaldırmayacağı kadar yük yüklemiştir.
Berna Moran söylüyor bunu…
Tabii adamı yaptığının karşılığını bulamadığını düşünüp acılara gark edip öldürüp başyapıtını vermesini engelleyip sonra da… buna devam etmek tüm çağların özelliği…
Çarmıha gerilmeyi kabullenecek kadar sıkılıyorum bazen.
Yıllar önce bir filme gitmiştim. Adam uyuşturucu kaçakçılarını yakalamak için ortamlara giriyor bu arada kullanıyor da uyuşturucu. Ve müptela oluyor…
Bir mesaj geldi, okumadan sildim…
Şimdi merak ediyorum acaba kendini nasıl savunuyordu, ne yalanlar söylüyordu…
Ama okusam sinirleneceğim, hoşlanacağım sinirleneceğim… Bir insan yönünü daha öğreneceğim, bir insan yalanı daha; farklı olmayacak belki diğerlerinden ama birkaç kıvrımı farklı olacak… Birkaç fark keşfedilebilecek, ve eklenecek sayfalar dolusu örneğe. Ama işte müptelası olacağım.
Uçuruma fazla bakarsan uçurum da sana bakmaya başlar…
Ya da canavarla uğraşanın canavarlaşmayacağının garantisi olmaz…
Seyredilmeyi seviyorum küçük yerleri bu yüzden.
Yerleri, yerine, kasabaları…
Güzelliği yüzünden eğitimi olmayan: Alberto Morovia
Gerçek sanatçılar neden hiçbir şeyi küçümsemezler? Çünkü onları
yargılamaktan çok anlamakla görevlidirler. Camus. Nobeli alırken.
Anlamsızlığı savunanlar için:
O zaman şu an kalkıp her istediğini yapacaksın…bu güzel gelecek sana.
Ama bu, şu da demek:
Her
biri de kalkıp sana her istemediğini (de) yapacak… (yapabilir.)
Papalina değil palavra
Hamsi bu ya
Perşembe pazarını evde yokuz zannedip kapıya da kurmuşlar, ben bi çıktım, çocuk şaşırdı özür diledi. Eğilip geçmeye çalışırken yüzüm sutyenlere değdi; annesiyle iç çamaşırı satıyormuş.
Ben ölüyor muyum acaba?
Çok uzakta denizin üzerinde beyaz küçük bir şey gözüküyor…
Ama ardından hareket eden bir gölge, bir fluluk bir…
Hani ateşin hemen üzerine baktığınızda bir dalgalanan hava gibi bir şey görürsünüz öyle, çünkü fonda yeşillikler ağaçlar aynen gözüküyor, şeffaf bişi, bir hayalet mi takip ediyor.
Halbuki bir martılar kovalıyormuş tekneyi.
Bir martılar kovalıyor tekneyi.
Graham Green’in Loser Takes All’unu Kaybeden Kazanıyor diye çevirmişler…
Ben Kaybeden Hepsini Alır diye çevirirdim, böylece nedenini de açıklıyor olurdu hepsini almasının; e çünkü kaybetti. Kaybetmenin bedelini tazmin…
-E ben yendim neden onu alkışlıyorsunuz.
-Burada önemli olan cesarettir..
Hayat her şeye rağman güzeldir…
Bu şu demek:
Hayat eşittir her şey artı güzellik.
Bu da her şey eşit değildir güzellik anlamına çıkar.
Buradan iyi edebiyatçı çıkar da hayata çıkmaz.
Toyata reklamı bilerek mi bilmem ilginç bir şey anlatıyor…
Diyelim kabilenin Zenga diye bir tanrısı var birçok işle birlikte bu tanrı şimşek tanrısı.
Bu kabile elektrikle karşılaştığında onu şeytan işi olarak görmeye kalkışmıyor; bizim bu olaya benzer bir tanrımız var mıydı diye soruyor, evet Zenga… Onun için ampulün adı Zenga… Zenginleşiyor böylece… “Modern” dinler gibi gerici değiller…
“Bana gelince, sizlerin ancak yarı yarıya yürütmek yürekliliğini gösterdiğiniz şeyleri ben sonuna kadar götürmekten başka bir şey yapmadım yaşamımda. Şu halde ben sizden daha canlıyım belki de.” diye yazan Dostoyevski için, “ Aşırı duyguların adamıdır. Olağanüstüde rahat eder. Fırtına da soluk alır.” diyor Henri Troyat…
Da, sadece acı tarafına götürmekle, sadece intihardan kurtulmuş birisi kadar canlı olunuyor…
Çok ihtiyaç var Murat Sohtorik yazılarına bu insanlığın, çoook…
Tabi bunları yazınca yine acı metinleri oluyor, o başka…
Dostoyevski’nin karısının günlüklerini okuyup orada yazarın yazmakta olduğu romanla (Budala) ilgili en ufak bir not bulamayınca da; ki temize çekmektedir karısı romanı, şunları yazar Troyat: “Romana dair tek bir not yok. Karısı sanatçıyı anlamadan erkeği sevdi, bir bakkalla evlenmiş olsaydı, daha farklı bir şey yazmayacaktı!”
Bir bakkalla büyük yazarın aynı zaafları olduğunu gördüğümden, sanatçıya saygı duymaya ve anlamaya çalışırken, erkeği sevemiyorum ben de…
Ama şu, işte benim tüm sertliğimin nedenidir; aynını Hitlere Çekmek adlı metnimde yazmıştım: “Kötülük merdiveni herkes için birdir” diyor Alyoşa Dimitri’ye. “Ben birinci basamaktayım sen en yükseğinde, diyelim on üçüncü basamakta. Kesinlikle söyleyebilirim ki, bu aynı şeydir…”
Bunları çok takmamak lazım, mı, yoksa okuyucu artık bu kadar mı:
Ortaya Mesajım:
“Bir sırrın nasıl saklandığı açıklanarak sır saklanabilir mi.”
-ifşa etmiş olur...
-Nasıl "sakladığını" açıklıyor ama...
-sır sırdır,yöntemi olmaz,2 kişinin bildiği sır değildir .
-E böyle klişelerle düşünen bir kafa benim metinlerimi anlamaz zaten...
Belki de bir yerde olmak
o yeri sonradan hatırlamaktır.
29 mart seçimlerinden sonra bir yaşıma daha girdim…
(Doğum günüm 30 mart)
Bir çapkınla benim aramdaki tek fark benim çapkın olmamam.
Lacan
Zor okunan, güç anlaşılır.
Ben
Zor okunan, kolay anlaşılır.
Edebiyatçılar
Kolay okunan, anlaşılmayan.
“Kolay okunan, ağır hikayeler”
İnsanlar senin hiçbir şey olduğunu fark etmesinler diye devamlı konuşmak, hareketler etmek, hiperaktivite… Zizek için
Bir erkek ve bir yazar olarak en sevdiğim tek şey sokmak: yazar olarak gözerine sokuyorum…
Gizlerine sokmak
Kötü baba soyadı: Başoğlu
İyi baba soyadı: Başoğul
Adımlarına dikkat et, yoksa adamlarıma dikkat edersin
Yerimde sayamıyorum.
Ayvalık:Cundalık
Gül pansiyon satılık
5 yorum:
Sezgin Bekir
Gerçek sanatçılar neden hiçbir şeyi küçümsemezler? Çünkü onları
yargılamaktan çok anlamakla görevlidirler. Camus. Nobeli alırken.
Buna katılmıyorum.
Bir insanı anladınız! Bu ne demektir?
Katili anladınız! Bu ne demektir?
Sanatçılar kendilerin şarampole yuvarlıyorlar, acı...
Tabi bu adamlar umutsuz, hiççi vs dirler. Sonra ordan devam ediyorum metinde...
dur ve nefes al...
Yetişmeye çalış ve nefes ver...
öyle bir halde ol ki,ne dur ne yetismek icin kos,ne nefes almaya muhtac ne nefes verilmeye ihtiyac halinde ol,nefesin kendisi ol soluklansin hayat sende..
Yorum Gönder