Önce dolma kalemle bile hatasız yazardım, çünkü ilk katı kurşun kalemle atmama izin verilirdi. O zamanlar kusurlar hoş karşılanabilirdi. Sonraları seçmek zorunda bırakıldım; kurşun kalemle yanlışsız ama etkisiz yazacaktım ya da dolma kalemle etkili ama hatalı (sayfayı tahriş etmeden lekeleri çıkaramıyordu mürekkep silgileri). Yanılgılardan uzak ve etkileyici bir yaşamın peşinde, kurşun kalemler ve dolma kalemler arasında, unuttuğum bir şey vardı; tükenmez kalem..! Yaşamımın yanılgısı, onun hiç tükenmeyeceğini sanmamdı.
Tükenmez kalemin mürekkebi zamanla silikleşecek izlerini bırakıp tükeninceye kadar bitirebilirsem, yaşamımın bir muhasebesini yapayım istedim. Finansal muhasebe epey bilgili olduğum bir daldır, sonradan elimin tersiyle bir kenara itsem de, gençliğimin büyük bir bölümünü onu öğrenmeye harcadım. O zamanlar “finansal” olanın, “yaşamsal” olanın üzerini yaldızlı kağıdıyla ne kadar kaplamaya çalışırsa çalışsın, bir etiket olmaktan öteye geçemeyeceğini bilmezdim. Yaşamın çoğu kez bizim kontrolümüzün dışında gelir-giderlerle dolu olduğundan, asla hesaplarıyla oynamanıza izin vermediğinden, zaten onu benzersiz kılanın da bu olduğundan habersizdim. Yaşamı yönlendireceği ya da uçuruma süreceği gerçek bir ipucu yakalayabilenler hariç diğerlerinin, Yaşam Limited Şirketi'nin sıradan muhasebecisi olarak, günahlarıyla sevaplarını denkleştirmeye ve yıl sonunda hesabı tutturmuş olmanın rahatlığına, biraz da kâr elde etme zevkini eklemeye çalıştıklarını görmezden gelirdim... Çünkü benim de yaşamım, ipuçlarını değerlendirmeye başladığım zamana kadar, tüm diğer insanlar gibi geçiyordu.
İnancın, bilgiye gitme yolunda sadece bir aşama olduğunu anlayan az bulunur insanlardansanız bile, yaşam gerçekliğini göremediğiniz, hissettiğiniz ama kanıtlayamadığınız şeyleri bilemeyeceğinizi anlar, ama onlara inanmamazlık da etmezsiniz. Bilirsiniz ki, Tanrıyla ilgili bilebileceğiniz tek şey ona inandığınızdır. Birisine âşık olursunuz, ama kalbinizin köpeğin tekinin sizi kovaladığındakinden farklı çarptığını ne ona ne de başkasına anlatamazsınız. Yarattıklarınızı insanlara beğendirirsiniz ama eserinizdeki anlamı gözlerinde boşuna arar, gözlerindeki anlamı da eserinizde bulamazsınız. (Bu yüzden eserlerinize ad verirsiniz. Ve bu yüzden mutluluğu resmetmek istemezsiniz.) Ve ben birazdan anlatacaklarımı kelimelere dökebilirim ama onlara mantıklı bir anlam yüklemenizi bekleyemem... Bekleyebileceğim tek şey bana inanmanız. (Bunu da olanaklı görmediğim için gereksiz bir çabaya girmeyeceğim.)
Bir oyundan bahsedeceğim size, Uğurlu 13. Onun bir çocuk oyunu olduğunu düşünmeniz işime gelir; böylece onun gerçek yüzünü bir maske, giysisini de çılgın bir balo kıyafeti sanırsınız; doğru oynanmadığında sonucun bir kabusa dönüşeceğini size itiraf etmediğim sürece oyunun zevkine beraberce varabiliriz. Oyun 13'lerle yaşanıyor; ya da şu size daha açıklayıcı gelirse, yaşam, 13'lerle oynayarak sürdürülüyor. Aslında herhangi bir sayıdır 13, bilirsiniz, matematikte ara sıra rastlarsınız ona. Bazen yanıt şıklarından biri olur, bazen de problemin kendisi. Takvimde her ayın bir 13'ü bulunur; doğum, ölüm ve evlilik yıldönümleri, bayram ya da anma günleri olarak kendini belli etmese fark etmezsiniz bile. 13, işinizle ilgili önemli bir şifre olabilir, bilgisayarınızın, para kasanızın ya da değerli evrakları taşıdığınız çantanızın; ya da bir askeri paroladır, dostu ve düşmanı ayırmanızı sağlar. Periyodik olarak ya da çözülebileceğinden işkillendiğiniz an değiştirebilirsiniz. Oysa benim için, onu her defasında tekrar tekrar bulmadan sürdüremeyeceğim ve canım istediğinde değiştiremeyeceğim yaşamımın şifresiydi 13...
Uğurlu 13 (İlk paragraflar) Kısa Çöp (Gendaş Yayınları 2001)
Çarşamba, Nisan 29, 2009
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder