Salı, Şubat 10, 2009

Entelektül Perde

Bugün bir aydır kitabımı okuyan editör baştan yazın dedi kitabı…

Birkaç neden sıraladı; hiç anlamadım; ayrıntı yoktu; birkaç ayrıntı vardı ama ben onları özellikle yaptım demeye çalıştım; demeye çalıştım çünkü benim 3-4 yılımı belki daha fazlasını almış, defalarca kontrol edilmiş, 500 sayfaya yakın eserime “olmamış” diyebilen biri, editörlüğüyle ilgili en ufak bir eleştiriye katlanamıyordu; ki benimki onunki gibi bir eleştiri de değildi; yani biraz daha örnek vermek gerekmez mi demiştim, kibarca; evet kibarca; biraz gerçek cümlelerimi kursaydım, biraz daha Murat Sohtorik cümleleri kursaydım, her halde kitabımdaki günlük hayat faşizmi örneklerinden birini verirdi, elime; elimdekilerin en entelektüel olanlarını; çünkü cidden sıkı bir entelektüel metindi editör eleştirisi; ama altı boştu; bana anlatamamıştı; anlatmak zorundaydı çünkü bana yazıyordu; ama ben ona yazmıyordum, ona yazmak zorunda değildim, o ise benim yazdığım kişi olmak zorundaydı; yoksa anlayamazdı; anlamak zorundaydı; anlayamamış olmaktan korkmak zorundaydı; baştan yazın derken, bir hazinenin üzerini örtüyor olabileceğinden korkmalıydı; ama farkına varmamıştı; Tolstoy ile ilgili bugüne kadar söylenmemiş şeyler yazmıştım; Kafka’yı 18 yaşından önce okumanın insanın başını belaya sokabileceğini, kanıtlarla, yazmıştım; edebiyatçıların dinci lduğunu edebiyat dinine körü körüne, “büyük” yazarlara da peygambere tapar gibi taptıklarını anlatmıştım; bu tarz, edebiyatçıların kızacağı ama hayata yardımcı olacak metinler karalamıştım; kadın egemen bir toplumda yaşadığımızı yazmıştım; bunları algılamanın ve algılatmanın, eserin tarzı, üslup ve bunun gibi şekilselliklerle uğraşmanın bir kadının aklıyla değil bedeniyle uğraşmaktan farksız olduğunu anlatmıştım; romanım hayat diye bir metin yazmıştım ve onun roman olmadığını söylüyordu hiçbir neden göstermeksiniz, ama zaten o roman değildi hayattı; roman yazmaya çalışmamıştım ki; ayrıntılar yoktu; ama tek şey vardı; saygısızlık… Eğlenmişti; yargılamış ve cezayı kesmişti; eleştiri metnini okuyup her halde iyi hissetmişti; beni kendini beğenmişlikle suçlarken, ayrıntılara girermiş gibi gözüken ama benim metnimin neresi için söylediğİni anlayamadığım eleştirisi için kendini epeyce beğenmişti muhtemelen; kime yazdığını, bir insana yazdığını, bir yazara yazdığını umursamamıştı; muhtemelen arkadaşlarına falan yazmıştı; mastürbasyondu; ve benim mastürbasyonuma olmamış diyordu; mastürbasyon yaptığımı açıkça söylediğim halde hatta; ama bir yazarın ne yaptığından çok, iyi yapıp yapmadığına bakarsınız; yoksa karakterlerinin ruhuna girememiş yazarlar gibi, yazarının ruhuna girememiş bir editör olursunuz; yazar da geçer gider sizi; acaba üzerine mi alınmıştı; yani yanlış anlaşılmasın, yazarlıkla, erkeklerle ilgili söylediklerimle, belki kadınlarla ilgili söylediklerimle de, belki kendimi övmemle beğenmemle (kendini beğenmişlik tuzağın düştünüz yazmıştı) ilgili söylediklerimi üzerine mi alınmıştı…

O mu bu mu bildirmiyordu; beni eleştirenle ilgili hiçbir sağlam eleştiri yapamıyorsam, bence o da beni zaten eleştirememiştir; kendini göstermeyen eleştiri mi olur...

Ama kısaca şu kesindi; benim olan bir şeyle ilgili yazdığını unutmuştu, bu yüzden saygısızdı…

Sonra şu mail geldi; bir tanıdıktan… Ondan sonra bu entelektül perdeyi aralamak gerektiğine karar verdim…

Sevgili Murat,Şu anda o kadar heyecanlıyım ki, istemeden seni kızdıracak şeyler yazarsam beni bağışla. Çünkü, ben senden Duam dediğin Siyah Atlı Prensi bekliyordum. Hatta bir saattir sürekli yahooya bakıp geldi mi gelmedi mi diye beklerken, herhalde göndermeyecek, ben yine yanlış bir şey yaptım, üzdüm onu diye kendime kızıyordum. Duanı bekliyorken sen bana eserini gönderdin. Sen, bana emeğini, göz nurunu sen bana çocuğunu gönderdin Murat! Ben nasıl heyecanlanmam! nasıl ağlamam! senin bu büyüklüğün karşısında söyle bana! Ağlıyorum. Dosyayı kaydederken ellerim titredi. Elbette kitabını okumayı çok istiyorum, ama sen bana bir yazardan kitabının istenmeyeceğini, alınması gerektiğini öyle güzel anlatmıştın ki, bunu öğrendikten sonra "bana kitabını gönderir misin" demeye cüret edemedim, sana karşı küstahlık etmek istemedim. Sabırla çıkacağı günü bekliyordum. Sen bana en değer verdiğin şeyi okumam için gönderdin. Senin eserini henüz çıkmadan benim okumama imkan vermen benim için bir onurdur. Sana defalarca teşekkür ediyorum. Hala ağlıyorum biliyormusun, çok duygulandım, çok mutlu oldum. Allah yolunu hep açık etsin.Kitabını okumaya başlayacağımBu kitap yayımlanacak, okuruyla elbet buluşacakOnu, kitapçının raflarından elime aldığımda Hem gülümseyerek, hem de gözlerim dolarak aynı andaİşte diyeceğimBenim arkadaşımÇalıştıYorulduÜrettiKızdı kimi zamanAma yılmadıAzmettiveBAŞARDIBöyle bir gün yaşayacağıma inanıyorum.İyi geceler

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Bunun gibi editörler, doğmak için uğraşan bebeğin boynunan dolanan bir kordondan başka bir şey değildir.

Adsız dedi ki...

bence o bir editör bile değil...

Murat Sohtorik dedi ki...

“Entelektül perde” başlığı ne kadar oturmuş, bu sabah düşününce anladım…

Gerçekten de bir perdenin ardında kaldı eleştiri. Bakıyorum, kızamıyorum, editör haklı belki de ama bana anlatamamış diyorum; sadece bunun için kızıyorum, ama tam da kesinleyemiyorum, biraz örnek olsa, hayır anlamamış diye karar verebileceğim, içim rahatlayacak, ama yok…

Örneğin “fazla alıntı yapmış yazar, kendi cümleleriyle yazmalıydı” dediği bir eleştiri var. Ama kitabın neresi için söylüyor bunu!!!

Bazı yerler için söylese katılabilirim, benim de endişe duyduğum bazı yerler için, ya da fark etmediğim bazı yerler için, ki ben bunu görmemiştim diyeyim…

Ama mesela bir metnim sırf alıntılardan oluşuyor, tarihten bu yana kötülük gelişimi diyebiliriz, yazarlardan filozoflardan alıntılar ve benim küçücük yorumlarımla onları birbirine bağlamam; ki hiç yorum yapmayayım, kareler içine lafları alayım, birbirlerine de oklarla bağlayım diye bir fikrin kısa versiyonu o metin… Yani o metinden söz ediliyorsa eleştiride, anlayamamış diyeceğim…

“Romanın” yüzde 25 gibi bir bölümü tamamen alıntı, giriş bölümü hem de. Onu kendi cümlelerimle yazayım dedim ve denedim de; ve anladım, kesinlikle alıntı olmalıydı o bölüm; içim rahatladı ve alıntı olarak bıraktım. Diyelim oradan söz ediyorsa, romanın adını bile algılamamış diyeceğim ve bırakacağım bir kenara…

Ki benim kitabımı fazla alıntı var diye eleştiren bir editör, kendi eleştirisinde bir iki alıntıdan başka örnek vermiyor… Bulardan birisinde de bir konuşmayı cümle cümle incelememi “okuyucunun gözüne sokmak” olara niteliyor; ikiyüzlülüğü anlattığımı söylüyor, ki ikiyüzlülüğü “de” anlattığım ancak belki söylenebilir; “sonunda hatanız size geri dönerden başka bir yere varamıyor” diyor; acaba vardığım diğer yerleri görmedi mi diye düşündürüyor; 7 sayfalık eleştiri metninde kitabımdan örnek vermedi çünkü verse eleştirisini eleştirme olanağı vermiş olacak diye düşündürtüyor… Tam tersi, kendi kendime sadece bir “anlamamış” der ve ona sadece teşekkür ederdim.

2 kitaptan oluşan kitabın dilini tek bir dilmiş gibi tek bir potada eleştiriyor; ama 2 kitabın dili de çok farklı; yani basket ve futbol toplarını ve hatta beyzbol topunu da tek bir potada eritmiş görüntüsü veriyor…

Eleştiri nankördür diyor, size böyle geri dönerler; ki burada yazdıklarımın zerresini söylemedim kendisine; sadece ve kesinlikle çok kibarca biraz daha örnek olmalı mıydı demekle yetindim; ama nankör demesinden eleştirisine karşı eleştirinin asla gelememesi gerektiğini beklediğini; bir yazara bunu baştan yaz dediğinde bile böyle olmasını beklediği anlaşılıyor…

Birisi yazarlıkla ilgili ileri geri konuşursa onu uyarabilirim; ama birisi, diyelim bir turist rehberi, benim de çok iyi bildiğim bir yerle ilgili yalan yanlış konuşursa ona bir şey söylemem; onun alanıdır… O yüzden size katılmıyorum; bu kişi bir editör bence… Yani editördür sanıyorum…

Adsız dedi ki...

eğer bir editör ise, onun alanı olan bu konuda öngördüğü sorunu dile getirebilecek yetiye sahip olmalıydı... "kestirip atmak" alanında başarılı, yetkili ve bilgili olmayanların yöntemidir bence... ayrıca ukalalıktır o ayrı, ama yazara saygı duyulmalı, kolaysa o yazsın baştan ve işte böyle olmalı desin... yapamayacağı bir şeyi anlatabilmesi de zor olsa gerek...

Murat Sohtorik dedi ki...

Max Frisch'in Günlükler'inden eleştirinin eleştirisi:

"Şundan kolay ne var: Bir patatesi armut şekli alana kadar düzgün biçimde kes, sonra ısır ve herkesin önünde tadı hiç armuda benzemediği için öfkelen."