Salı, Mayıs 24, 2016

PRENSEST VE FİREZOF 2

İnsanlar erkekler ve kadınlar diye değil 
dâhiler ve doğallar diye ikiye ayrılır. 
Erkek dâhiliğe, kadın doğallığa yatkındır. 
Kötüler bunu beceremeyenlerden çıkar.



2. BÖLÜM 

PRENSEST


Güzelliğin beş para etmez bendeki bu akıl olmasa.



Masadaki 4 kadından 5’iyle sevişmiştim.

Naz ve Hare de oralardaydı. Biri aşağı diğeri yukarı doğru geçiyordu. Naz’ın yanında köpeği vardı, beyaz itli prenses, Hare’nin kedisiyse evdeydi, besleyebildiği tek canlı, insan dahil. Hande de geldi buldu beni, ya Dilek? Dilek’e ve Yasemin’e, Zuhal’e ve Ferah’a, ve başka kimdi adı, ona da rastlamış mıydım gerçekten…

Tüm eski ama eskimemiş sevgililerle bir adada mahsur kalma fantezisi kimin yoktur ki. Kadın ay aman hiçbirini istemem diyor, erkek seninkilerleyse olur diyor, ayıp… Neyse, biz kendi adamızdan devam edelim; arada geçen gemilere el eden elenecek... Ya hiçbiri el etmezse diye sordu kadın; o zaman adaya seferler başlayacak… Tabii seçimle girilecek, kadın türünün en güzellerinden birer adet; henüz üçüncül bir ırk olarak, bana bağlanana kadar.

Bu tufanda kimse eşini seçemediğinden beklemiyor Nuh, kimsenin eşini seçememesi tufan.



Bana şair Leyla ona dair Murat

Gülsen arıyor ve görüşelim diyor. Çok şaşırıyorum. Şair Leyla’ya gidelim diyorum, demek hayatında başka Leyla’lar var, o şair olmayan Leyla’yı biliyor. Cihangir’deki Leyla’da değil Beşiktaş’taki Şair Leyla’da buluşacağız, ben önceden gidiyorum, bira içip bekleyeceğim, neyi bakalım…

Nalan’ı bekliyordum durakta
Özlem geldi arabayla
Görüp şaşırdı gelsene
Binmemek gelmedi
Aradı Özlem sevişirken
Hayır Nalan aramadı o sizin aklınıza gelen
Özlem üstümdeyken telefonla aradı
Öyle bir fantezisi olduğundan da değil ihtiyaç hissetmiş
Benle telefonda konuşmak
Sonra rastlayınca yolda
Nalan aramadı.

(…...)


Ümit ve Özlem

Gülsen aradığında Ümit’in telefonunu yeni kapatmıştım, başka randevusu olduğundan görüşemeyeceğimizi söylemişti, randevusu meğer Özlem’leymiş. Beşiktaş’a gidelim demiş Özlem, Murat’ı görebiliriz diye uyarmış Ümit, olsun demiş gülerek, görelim, ne olur ki. Sonradan anladım ki dedi Ümit, seni görmenin değil, görmemenin bir sakıncası olduğunu anlatmaya çalışıyordu.
Siz neden benim yüzümden düşman olacağınıza bana rağmen dost olmuyorsunuz demiştim. Dost olamadılar tam olarak, ama ara sıra görüşüyorlar. Birbirlerine eski güzel günleri hatırlatıyorlar. Eski güzel günler beni hatırlatıyor. Artık ben kimi hatırlatıyorsam.
Onları birlikte gördüğümde hep bir başka kadın geliyor aklıma, bana kimseyi hatırlatmadığından seviyorum seni diyen bir başkası, o şimdi nerde acaba, gelir mi belki.


Hare ve kedisi

Özlemle ayakta öpüşüyoruz. Buldum; ayakkabının sahibini sonunda buldum; yine de; bacaklara da bakayım biraz, dediğim kadın. Ümit’ten daha âşık bana. Ayşecik’ten, bilemiyorum. Ümit ve Ayşecik oturdukları yerden inceliyor, bir baktım, Hare incelemiyor, doğrudan üzerime geliyor, uzaktan görmüş. Öyle oradan geçerken, beni görme umuduyla, neşeyle, öpüştüğümüzü ancak yaklaşınca fark ediyor, görünmez bir duvara çarpmış gibi, sonra masadakileri de algılıyor, dişi kurtların arasına düşmüş bir çıta, ama gelmiş bulunuyor, Özlem’le yeni öpüşmüşüz dönmüş donmuş ona bakıyoruz. Selam diyorum. Sen beni mi takip ediyorsun diyor. Yarı ciddi, yarı ciddi. Nereye gitsem bir eski sevgili, ben sizi mi takip edeceğim… Kızlar, bu Hare. Hare, bu kızlar. Kış güneşi gibi ısıran merhabalar. Gel otur diyorum Hare’ye, pek bir yer de yok aslında ama, başımın üstünde de.



Naz ve köpeği (ve göbeği)

Ezo’ya uzaktan bakıyorum, yalnız geldiğimde kekeleyen güzel garson kız, her gün aynı şeyi içtiğim halde ne içersiniz diye soran; bir gün Hare’yle kalkarken hesabı getirip Hare’ye dalmış bakarken hesabı almayı unutup giden; bakıyorum ki araya biri girsin, hah, Naz… Hani köpeğiyle geçen. Dobiş, hımbıl, çirkin mi güzel mi diye düşünmeyeceğin, erkek bile diyemeyeceğin bir köpek, düzgün karakterli biri belki, ama suratı asık, Naz ile biz kesişirken bir şeylerden yakınıyor, el eleler, ağzını kapa sinek kaçacak Naz, ayakta Hare ile yan yanayız, Özlem de oturmuş, kızlar da izliyor, hımbıl da bakmak zorunda kalıyor, bu kadınlar niye bizden tarafa bakıyor, bu kadınlar niye kendisiyle beni kıyaslıyor, hımbılla dambıl…

Bazen adama bakıyorsun, koluna taktığı kadın artık ilgini çekmiyor; oysa benim bundan neyim eksik diye düşünüyordu adam, yanındaki kadını baştan aşağı süzerken.
Ne salak şeysin sen hep yaşın 18 sözünü ve Erorik Kadın adını bulmama yaramıştı Naz… İskeleden atmıştım onu, kıyıdan girmiyorsun diye; işte kıyıdan girmiş. Ha bir de, bir erkek bir kadını asla içki almaya göndermemeliymiş: Boşanma davası sürüyor uzun süredir, ayrı yaşadığı eşiyle. Evine gizli gizli girip çıkıyorum. Bunun için çok teşekkür ediyor bana, ama. Bir akşam yine neredeyse saklanarak girmişim, bir süre sonra, canım diyorum, bana bira alabilir misin inip, biraz gevşemeye ihtiyacım var; ben görünmeyeyim. Sabah bunun üzerine söylüyor lafı, bir erkek bir kadını asla… babası dermiş.
Ya içki ya ben diyen bir başkası geldi aklıma; içkiyi zamanla azaltmıştım, onu hemen.

(……)


Marquez ve Biz

Hare, ben oturmayayım kalabalık diyor, iyi eğlenceleeer... İlk kendisiyle olduğumu sanmamıştı her halde. En son da kendisiyle olacağımı… Hem evde kedi onu beklermiş... Kedi dediğin gitsen de bekler.

Takmam kafaya hiçbir şey demişti, gelir geçer. Kendisi de böyle gelip geçti işte. Her şeyi olduğun gibi kabul edeceksin derdi, hayır canım, olduğu gibi olmalı, Zen rahipleri öyle yaparmış, ya da sadece söylüyorlardır, seni ima ederek, kızım Zen’e söylüyorum Hare’cim sen anla; iyi biriysen hem, neden olduğu gibi kabul et denilsin senin için, densizin birine denir bu; kımıldama bir yaratık var boynunda, muck, oh, öpmeye çalışıyormuş, kötü bir niyeti yokmuş… O yüzden mutluluğu da ekstra ordinaryus bir şey olarak görüp yalın hale dönmeyi uygun buldu, mutsuz olmayacak ama mutlu da; kaçacak delik aramayacak böylece mutluyken.
Ümit’le muhabbete dalıyorum, bazı güzel kadınların kıyafet zevkine bakıyorum da kendilerinin tanrıçası olsalardı suratlarına bakılmazdı diyorum, insan vücudundan kötü giyinmemeli; bu gönül işi hiçbir şeye benzemez güzele çirkine bakmaz diyor; bunu diyen çirkindir ya da kadın... Özlem de Ayşecik’le konuşuyor, Marquez’in oğluyla tanıştım Amerika’da. Konuşuldu içildi falan. Bir ara kalkıp pencereden Muraaat diye bağırdım. Bize özgü bir haykırış sanmıştı; Özlem’le ben yan yana rast gelmiş olsak hayatımız değişmez mi, insanlık bile değişebilir, ikimizden bir dahi çıkmaz ama onun bir aptaldan embesil doğurmasının önüne geçilebilir… Ayşecik’ten bana dönüyor, kafamın üstünde bir yerlere bakarak konuşuyor; aşk acısı deyince sanki alkollü rakı demişiz gibi geliyormuş; külahıma anlat diyorum, rakıya bakıp sadece alkolünü görüyorsun.



Özlem ve Özlem

Karşı masaya iki kadın geliyor, tekiyle göz göze geliyoruz ve çekmiyoruz, sanki omuz omuza vermişiz gibi, ayakta öylece oturmak üzereyken bekliyorlar, yarı eğilmiş, peki yanındaki kadın niye oturmuyor, ona çeviriyorum gözlerimi, hadi bakalım, bir tane daha. Bu bir ayıp mı, eski sevgiliye yanındaki kadınla kesişirken yakalanmak, intikam mı, fark etmeden aldığım… Dilek ya da Ferah… Tijen mi yoksa… Arkası dönük oturuyor. Hah Merve… Yok, hatırlamıyorum, Merve diye biriyle çıktığımı hatırlamıyorum... Bir süre sonra kalkacak, nereye, Murat’a gidiyorum, şey, tuvalete…
Erkek arkadaşlarım senin koyduğundan çok daha özel yerlere koydular beni.
Erkekler öküzdür kadınlar özeldir demiyor muydun, demek seni öküzler beni özeller özel yere koymuş.
Öküz, Özel, hah, Özlem. Masada bir Özlem olduğundan hatırlayamadım.

Seçim ve Seçim

Günlüğümü bulup okuyor, ortaya bırakmışım çünkü, biz sevişirken Hande’nin yatak odasının kapısında striptiz yapışını gördüğümü okuyor, harika bir striptiz, kızlar yanımda kahkahalarla gülerken bile sevişmeyi değil striptizi hatırlıyorum, sonra sevişmeyi sürdürdüğüm için küskün bir suratla gidiyor Hande, göğüsleri ve kalçaları dik, boynu bükük.
Hayatımdan çıkarken selam veriyordu sadece.
Memeleriyle mi selam veriyor... Beni de öyle düşünmen için hayatından çıkmam lazım belki.
Ve dediğini yapıyor.
Bu dünyayı erkek kötü duruma getirmiyor; kadın kötü duruma getiriyor, erkek götürüyor.



Rastlantı ve olasılık

Dur diyorum şu yoldan sapayım hiç girmem oraya. Şöyle bir ters tarafa bakıp sapıyorum. İçimde kalıyor. Bir kadın gördüm simsiyah bir atın üzerinde. İstiklal caddesinde.
Dönüp bakamam, bana yakışmaz. Ona çok yakışmış, siyah bir giysi, mini etek ve topuklu ayakkabı. Yüzü beyaz sadece, bir yüzü varsa… Nal seslerini duyuyorum arkamdan… Yavaşla diyorum, yaklaşsın. Ne olacak ki? Olsun, yaklaşsın... Yanımdan geçsin, suratını görmezsem bu akşam kimle yatağa gireceğim. Yaklaşıyor yaklaşıyor, yarım dönüyorum, en azından suratını göreyim ki: Murat… Omzuma dokunuyor. Naber. Murat di mi. Gülüyor. Yeniden tanışalım mı…
Yazı nasıl gidiyor; soydum, yatağa attım, yapılacak iş belli ama içimden gelmiyor; neden; e aklım yazıda…
İlk aşkını ara demiş abisi ölüm döşeğinde, bunu düşünürken karşısına çıkıyorum, arkamı dönüp yürüyorum, ilk aşkının peşine düş demiş abisi... Ama abi, sen ara dedin bul dedin, sev demedin ki, daha iyi sev demedin… Demek abisinin kemikleri sızlıyor. Biri ölüyor, öbürü gömülüyor.

Tuvalete geçerken bunlar geçiyor aklımdan. Çok donuk bakıyordun diyor, o yüzden selam vermedim.
Ona hâlâ âşık olmadığımı tekrarlaya tekrarlaya, bunun doğruluğunu gerçekten düşünmemeye başlamıştım. Yeni sevgilimin, hâlâ âşıksın deyişlerindeki ısrar yüzünden peki dedim, âşığım, böylece duygularımı rahat bıraktım, ama işte yönelmediler ona. Âşık değilim diye ısrar etmem boşunaymış, zaten âşık değilmişim. Olmadığımı söyleyip, olduğumu içten içe düşünerek, olamayacaktım az kalsın, yeni sevgilime âşık, kendim yüzünden, eski kendim...



Gülsen ve diğerleri

Gülsen görünüyor. Kulübü o ayarlamışsa müthiş bir organizasyon. Daha tatlı bir gergin tanışma, herkes içkili artık Allahtan. Gülsen’le Özlem birbirlerini görmeye çalışıyorlar. Bu sefer abajur yok. Başka kadınlar var. Gördün mü bak beterin beteri var, abajur masumdu. Ayşecik kalkmak istiyor saçmalama. Özlem Ayşecik’i unutuyor Gülsen’den sonra. Görmüşler demek birbirlerini. Hissetmişler. Gülsen de Özlem’i görünce Ayşecik’i fark bile etmeden masamıza tutunuyor. Hatta olana bakar mısın, Gülsen’in beni araması kadar tuhaf, Ayşecik ile Gülsen çok iyi anlaşıyorlar… İyi mi…

Taksiyle bırakayım diyorsun, otobüsle giderim canım diyor; otobüse binelim dediğin diğeri cimriyiz bakıyorum diyor. Kadının kadın tanımaması cimrilik…

Ayşecik herkese abla muamelesi yapıyor, yaşından da dolayı. Tabii bir seferlik, yani bir masalık. Bir ara tuvalete gidiyorlar beraber. Ayşecik’le diyor Özlem, nerde tanıştınız. Unutmamış, sıraya koymuş. Buradan, buradaki şeyden, arkadaş grubu, falandan diyorum… Başka konu giriyor Ümit sayesinde, çıkıyor, sevgili falan mısınız… Falanız. Özlem bunu hiç düşünmemiş gibi şaşırıyor. Ümit zaten anlamış gözüküyor.
Evet, Ayşecik benim sevgilim… Tabii ben de onun sevgilisiyim.
-Sabah uyandırıldığında pazartesiydi, demiş şair, niyeyse. Pazar uyandırıldığımda pazartesiydi demek geldi içimden.
-Öyle enteresan cümleler kuruyorsun ki, beğenmek zorunda kalıyorum. Ama seninki daha güzel.
-Şşşt ayıp…
Dövmen ne güzel diyorlar Özlem’e… Kimin kimi sevdiğini anlayamıyorum, sevmediğini… Murat yaptırttı diyor Özlem, susuyor, başı önde. Hafif kaldırıp utanarak mı bakıyor bana, hin mi. Daha çok ilgi ve nefret uyandırıyor, okumaya kalkıyorlar sırtı açık elbisesinden. Zor bir metin diyor teki. Proust mu Joyce mu diyor Özlem. Bilmiyor musun? hiç okumadım. Hâlâ bana bakıyor. Artık diyorum, benim okumam içindi, erken boşalmayayım diye. Filozofun birinden. Okumaya kalkanlar dikilip yerlerine geçiyor. Şimdiki aklım olsa edebiyatçının birinden olurdu, anlaşılmaması değil çok anlamlı olması daha geciktirici, yani kalıcı demek istedim.

Ben de geç boşalırdım halbuki diyor Ümit…



Laflar ve balkabağı

-Yüzde 50 indirim yaptıklarında, demek ki sezonda yüzde 50 kazıklıyorlar diye elim gitmiyor.

Kız kıza sohbet ediyoruz. Tabii ablaları gibiyim.

-Hayatının erkeği kıstasların gibi, yüzde 50 azaltırsan kapışılırsın, şu anda yani, kazıklıyorsun erkekleri.



-Çocuklar zekalarının yüzde 80’ini anneden yüzde 20’sini babadan alıyormuş…

-Ama şu insanlığa bakıyorum da, bu bilgi kadınların aptal olduğunu gösterir, keşke babadan alabilselermiş o zaman demek.

-Sen başka bir şeysin zaten.

-Sen de zekanı benden alamasan da oluşturmuş bir kadınsın.



Hani arabada trafikte sol şeride geçmek için sinyal vermeyip sol kolunu uzatan şoförler vardır ya, öyle bir kadın gördüm, ama bu sağ şeride geçmek için sağ kolunu uzattı, sağ koltuğa doğru, yol alamayınca da kornaya asıldı.



-İnsanları hatalarıyla kabul etmek lazım.

-Bir daha söyle…

-Beni hatalarımla kabul et…

-Bir daha söyle…

-Ben kötü biriyim…

-Bir daha söyleme…

-Yine de iyi biri olduğumu düşünmeye devam edeceğim.



-Bir okurunu anlatmıştın hani arkadaş olduğunuzda bile sana hâlâ siz diyen.

-Biz de siz diyelim mi…

-Çünkü başta sizi kızdırmış, o saygısızlığını hatırlatıyormuş siz demek.

-İyiler hatırlamak istiyor.



Refik’te oturuyoruz, Refik bir anda koşturuyor yanımıza; biz burada böyle şeylere izin vermeyiz... Gülerek yerine geçiyor bu. Meyhane sokağın ortasında, karşımdan kalkmış, gelmiş kucağıma oturmuş öpüyor beni... Başka zamanlarda, başka mekanlarda, böyle sıkıştırılınca, bağırıyorum havaya: Refik Abiii...



-Birisiyle yıkanamıyorum, rahatsız oluyorum.

-Giysilerini çıkartman lazım…



Bahar yağmuru altından çok güzel bir gün geçiriyoruz, tek eksiği var keşke her ânı fotoğraflansaydı, bir fotoğraf yağmuru… Eve dönüyorum, önüme fotoğrafları atıyor. Bunlar ne diyorum, bunlar ne diyor. Birini tutmuş, beni izletiyormuş. Bizi… Minnetle sarılıp öpüyorum, seni çok seviyorum, aklımı okuyorsun diyorum ve çıkıp gidiyorum, fotoğrafları kapıp…



Aldatıldım tabi… Gecenin tekinde bir kadın gelmişti evime… Dikleştik… Hani ben sana geldim sen de bana gel diyen kadınlar vardır ya, yoktur, yoktur öyle yani bende… Yat içerde dedim, gitme, içmiş, araba kullanma, uyu, ben de yanına yatarım, merak etme, gitti yattı… Son biramı bitirip ben de uyuyacağım, bir geldi yatak odasından, çıplak ya da uyduruyorum, bu çalan kim dedi… Şöyle bir baktım, ona değil şarkıya; Jeff Buckley… Bunu kimse bilmez dedi… Sene 2000 olmamış, ama tabi 69 da değil… Çok güzel dedi gitti yattı yine… Ben de bir süre sonra yanına, uyuduk… Gece bir baktım üzerimde… Sonra altımda. Yer yatağından başının parkeye düştüğünü ve giderek ittire ittire dibine getirdiğim duvara çarpmasın diye elimle başını koruduğumu hatırlıyorum, o kadar, ama bu sahne sonra Hoyrat adlı bir öykü oldu; duvara doğru iten cinsel organım ve başını vurmasından koruyan diğer bir tinsel organ olarak elim... Sonra da alışırsın… Sabah uyandık, nasıl oldu dedim, birbirimizi sevmemiştik… Kokunu fark ettim dedi… Gece söylediği şeyi hatırladım işte o an: “İlk defa altta orgazm oldum…” Hep kokumla hatırladım o geceyi… Sonra bir gün, günlüğümde o geceye rastladığımda çıktı Jeff Buckley… Beni onla aldatmıştı… Seviştiği oydu…



-Yolsuz kaldığım bir gün evine girip, sen bayramda güneydesin, çalacak bir şey bulamayınca CD’lerini yürütüyorum. Onları sokakta satarken rastlıyorsun bana, tatil dönüşü.

-Napıyorsun?

-Şey, yolsuz kaldım da...

-Neden kızardın, bu utanılacak bir şey değil ki...

-Henüz alışamadım... Neyse, seçebildin mi?

-Sana yardım için birkaç tane alayım. Çünkü bende var aslında hepsi bunların.



Geçen senle karşılaştığımızda cebimde kitaplar vardı, bol cepli parkayı o yüzden giymiştim ve onları kaybetmemeye çalışıyordum çünkü oturduğum yerlerde çıkarıyordum ve markette senle karşılaşınca elimde şaraplar cebimde kitaplar deseydim her halde ceplerime neler bunlar bakiim diye bakacaktın ben de hatta ellerimi teslim olmuş gibi havaya kaldırıp market insanlarına ne yapayım bu da böyle bir sapık diyecektim; neyse sonra tersi geldi aklıma, biz kütüphanedeymişiz orda sen parkanın ceplerinden sucuk sosis falan bakıyormuşsun, aaa ben bunu yememiştim, bu peyniri kim çıkarmış yeni baskı mı… O komik olurmuş esas… Sıradan bir gündü yani.



-Benimsin derdi bana, nasıl sinirlenirdim, o da inadına diyordu, bazen seviyor bazen cidden kızıyordum, sonra abarttı, malımsın demeye başladı.

-İğrençsin.

-Şu koltuk nasıl benim malımsa sen de öyle malımsın diyor çıldırıyorum. Sonra bir gün yakın arkadaşlarımla bir yerdeyiz, bu mal yeni tanıştı, of çok ayıp oldu, bu malt, Murat, yeni tanıştı, herkes birbiriyle konuşurken bir ara bana karşıdan baktı, suratındaki fırlama ifade, gözlerini baygın baygın kısması, ağzını öper gibi büzmesi, belli ne diyeceği, gizli gizli yapıyor ama herkes fark etti, susuldu, herkes duydu: Balımsın dedi… Bir şey demek istedim, yutkundum, kızayım istedim, ne güzel, ne romantik, falan diyorlar…

-Sinirden bir gülme tuttu bunu. Salak bu kız, boş ver bunu Murat, insan sen de benim balımsın falan der di mi, diyor arkadaşları. Of tam bir zaferdi.

-Allahım ya ne gıcıksın.

-Ya benimsin ya zamanın.



-Otoritersin…

-Hayır, otoritem vardır.

-Gösteremedin…

-Otoriter olmadığımdan.

-Yine de görebilmem gerekirdi.

-Kendi üzerinde otoriten yok, otoritersin sadece.



-İlk metinlerini okuyunca ukala bir esinti aldım önce, sonra neden ukala olduğunu düşünüyorsun diye sordum kendime, seni aştığını düşünüyorsun da o yüzden mi diye sordum…

-Nasıl bir okursun sen… Ölümden konuşuyoruz tak benden bir alıntı yapıyorsun, aşktan konuşuyoruz tak bir alıntı benden… Havadan sudan konuşuyoruz, bir alıntı daha, sudan, ama benden… Bunları hemencecik nerden buluyorsun, bir yerde mi kayıtlı?

-Sen hemen nerden anlıyorsun senin olduklarını...

-Çok satar bile olabilirsin Murat ama böyle tek bir okur bulamazsın. Hatta Nobel alırsın.

-Borges'in bir kitabı 7 tane satmış. 7 kişi tam istediğimdi, demiş, maazallah 100 kişi falan olsaydı ben onları tasarlayamazdım, oysa 7 kişiyi şimdi tahmin edebilirim, okurken ne hissettiklerini çıkartabilirim, 7 iyi bir rakam... Bunu anlatıp jürideki 7 kişiye teşekkür etmiştim… Bir ödül konuşmamdı, otobüste gelmişti aklıma, kısa bir konuşma yapacağım hatta bitirdim diyeyim diye düşünürken.



-Bu grubu yatakta da istiyorsun di mi...

-Kendim için değil, yazı için, karakterlerin en iyi sergilendiği atmosferdir orası.



Çok iyi orgazm taklidi yapıyordun hatırladım, sanat gibiydi; gerçekten orgazm olan kadınları sevemedim senden sonra, gerçeğini değil sanatını arıyordum artık, kurgu olanını; büyük yazarlar gibi. Büyük yazar, küçük sik.



Ağva’da dere kenarında karşımda Kısa Çöp'ü okuyorsun. Ben bir şey söyleyince sesini keser misin lütfen, seni okuyorum diyorsun. Her öyküyü bitirdiğinde, tamam biraz konuşabilirsin ama kısa kes, diğerine geçeceğim diyorsun...



Canım sıkılıyor ve. 1000 basılan kitabımın eve aldığım 100 tanesinden bir tanesini çekiyor ve yola fırlatıyorum. Küçük bir yokuş. Tam yolun ortasında duruyor. Bir araba geçsin de ezsin… Yukarıdan bir adam iniyor. Taş ya da torba diye, nesne diye tekmelediği anda fark ediyor, peşinden koşuyor, eğilip alıyor… Düşünmemiştim bunu, Allah Allah Allah…



Günümüz kadınıyla günümüz yayınevlerinin ortak özelliği şu: İkisi de kendini esas sanıyor. Halbuki yazardır esas olan.



Ben bir erkeğim ve emin ol senden daha çok kadın tanıdım. Hangi kadın bir erkekten daha fazla kadın tanıyabilir ki. Biliyorum, bir kadını derinlemesine tanırız diyeceksin. Ama bir kentte çocukluğundan beri yaşıyor olman dünya kentleri konusunda konuşabileceğin anlamına gelmez; bir gezgin olman gerekir bunun için… Şöyle:

İstanbul kentini dibine kadar biliyorsun çünkü yerlisisin… (Bu sensin, senin kendin, senin kadınlığın. Kendini gerçekten tanıdığını, kendinin gerçekten yerlisi olduğunu farz ediyorum.) Dünya kentlerinden de diyelim 10 kadarıyla dostane ilişkilerin var, gidiyor kalıyorsun, bilgi sahibisin. Yerlileriyle sıkı fıkısın… (Bunlar da kadın dostların. Kendi kendilerinin gerçekten yerlisi olduklarını ve senin onları gerçekten tanımana izin verdiklerini farz ediyorum.) Bir de karşında işi de hayatı da bu olan bir dünya gezgini var, dünya yerlisi gibi bir şey neredeyse, senin yediğin içtiğin ayrı gitmeyen 10 kentin var ise onun seviştiği 100 neredeyse… (Bu da ancak bir erkek olabilir değil mi… Bu bir kadın olamaz.) Bir dünya kentleri sempozyumuna seni mi çağırırlar ilk, onu mu? (Bir kadın sempozyumuna seni mi çağırırlar ilk, onu mu, o erkeği…) Bir İstanbul kenti sempozyumuna peki, seni mi çağırırlar ilk, onu mu? (Gerçek bir erkek tanıdığında, bu senin kafandaki erkek tanımını değiştirmez sadece, kadın tanımını da değiştirir.) Son soru: İstanbul kentini (kendini) dibine kadar tanıyor musun?



-Kaç kere oldu ki?

-823 kere falan.

-Başka adamlar da 823 kere sevişmiştir ne var!

-Onlar tüm giriş çıkışları sayıyor ben sadece ilk girişleri.

-823 kadınla oldun yani!

-Abartıyorum tabii… 500’ü geçememişimdir.

-E iyi…

-Bak tam onların lafı oldu. 5 de 500’ü geçememiştir mesela.

-Sevişmemizi silmeye zorlamıştım seni.

-Özür dilerim ki haklıydın, ben de olsam aynını yapardım.

-Ah murat, ben olsam yapmazdım, ne güzel seyrederdik şimdi...



-Ayvalık’tayız, pardon, Cundalık’ta. Yeniyiz. Otelde. Biraz çıkıp dolaşıcam dedim yalnız. Üzülür gibi oldu da peki dedi. Yazı yanımda, onla ilgilenirim, burada ne işimiz var, sevgilim bir kim, aramızda ne var, gelirken yaşadıklarımız, düşüncelerim yanımda, duygularım da, onu özlemek istiyorum daha ilk günlerden bile. Taş kahve. Bahar. Baharsı. Bahardan güzel bahar başlangıçları. Yazlangıç. Bir kadın önümden birkaç kez geçti, bana bakarak; oturabilir miyim diye sordu neden sonra, neden sonra? Buyurun dedim, o buyururken şöyle toparlanıp arkalara baktım ki dolu boş. Konuşmaya ve çekinmeden ilgisini belli etmeye başladı. Sanki onla geldik. Sevgilimle geldim diyeyim, de diyemedim, bir türlü, başka türlü, olmadı, sohbet güzel. Akşam şu şömineli meyhaneye götüreyim sizi dedi de diyebildim, ben de orayı çok sevdim, gülümsedi, bu akşam sevgilime gidelim dedim hatta, sinirlendi. Neden baştan söylemediniz? Size asıldığım belli değil mi? Sevgiliniz varsa asla istemem, sanki ben ona asılmışım… Tamam dedim artık keselim… Uzat ki anı olsun. Gel burası boy değil deyip gelince boğulmasını izlemek, boyu boyuma uygun değildi hakim bey. Tamam canım abartma, güzel oyundu ama artık boyundu, boyunda bırak. Beni aldatacak mıydın yani? Seni senle aldatacaktım en fazla. Hadi hatta gidip seni aldatalım. Akşam da şöminede parlatalım. Uzattıkça uzattı, didiştikçe didişti, kafa bi cehennem oldu, cehennem yapılan bir şeydir, yeter deyip fırladım, oradan geçen bir kadın bakındım ki, yazdığım gibi yaşayayım, gülmeye başladı. Katıla katıla gülüyor, delirmiş diye de düşünebilirim, yok, ne güzel yedim yazarı… Bir çeşit tatlı küçük intikam da, sen beni yalnız bırakırsın, bir daha, bir daha beni, bir daha ama, isteyecek eminim, akşam teşekkür ettiriyorum odada diz çöktürüp. Yalnız bıraktığım için ikimizi de.

-Benleydi diyor Ayşecik.

Herkes gülümsüyor.

-Hanginiz beni depeche mode söyleyen kıza asıldım diye, yanındaki hımbılın omzuna başımı koyarak kıskandırmaya çalışmıştı?

-Ben! Bırakıp gittin koştum peşinden.

-Arabayla gelmiştin, cipinle, kaldırıma çıkmıştın gece birden korkmuştum.

-Benim hiç cipim olmadı.

-Benden önceki sevgilin, anlatmıştın bunu bana.

-Benden sonraki sevgilin, anlatmıştın bunu bana.

-Bendim, dönüp o adamdan özür dileyeceksin demiştin.

-Böyle mi dedim, adam başkası olmasın.

-Ben başka adama rastlamadım.



Ben hiç böyle bir sevişme yaşamadım dediğimde ben hep böyle yaşadım ama bu hiçbirine benzemiyor demiştin.



-Bu, aranızdan biri değil. Evime gelmişti, ressamdı, heykel de yapıyordu, soydu beni, vücuduma dokunuyor, organıma geldi sonuçta, gülerek oynuyor, assolist, okşuyor da, devam edeyim mi…

-Bildik bir sonuçsa gerek yok.

-Bacaklarımın arasından bir adet saç teli geldi eline, çekti çekti çekti gelmedi sonu, saçlarım uzun değildi o zaman.

-Çüş.

-Geçireyim seni dedim üzerimi giyinirken, sonra vazgeçtim, geçirmeyeceğim dedim.

-Geçirmek derken.

-Taksiye bırakmak.

-Beni suçlar duruşu, açıklamamı beklemesi hoşuma gitmemişti, haksızlık edilmiş gibi geldi ve geçirmeyeceğim dedim. Yatağa gittim ve yattım, gelmesini bekledim, gelmedi.

-Geçirseymişsin.




(……)

Hiç yorum yok: