Ön okuma için: Ölümlü Dünya'dan:
.......
Yaşamca (Yaşamın Tarafını Tutmak)
İnsanlara bazı ipuçları verirsiniz, doğru tahminlerde bulunursunuz yaşamlarıyla ilgili, göremediği bir şeyi söylersiniz, size derler ki: “Bu, benim yaşamımı karşılamıyor.” Yaşamını merkeze koyar, zaten kendisinin de memnun olmadığı yaşamını... Halbuki algısını açsa şunu diyecektir: “Benim yaşamım bunu karşılamıyor.” Ve değiştirmeye çalışacaktır yaşamını.
Doğru, bilinçli bir insan olabilmek, duygularla mantığın dengesini bulmak, ne olursa olsun kendimizi haklı çıkarmakla değil, doğal olarak yaşamı haklı çıkarmakla olanaklı olabilir. Yani kıstasımız yaşamın kendisi olmalı. Yaşamın tarafını tutmalıyız. Hem de gerekirse kendimize karşı.
Yaşamın tarafını nasıl tutacağımızın anlatılması zor. İki filmden aklımda kalan iki hikayeyle belki biraz açıklanabilir:
Kaan ile Mehmet iki iyi arkadaştırlar. Mehmet diğer yakın arkadaşı Jale’yi Kaan ile tanıştırır, sevgili olmalarını sağlar. Bu süre içerisinde Mehmet de bazı ilişkiler yaşar, âşık olduğu bir kadın tarafından terk edilir. Terk edilme olayını hazmetmek ve aşkını unutmak için Jale ile sık sık dertleşirler. Sonra bir kadınla nişanlanır.
Dördünün birlikte gittiği bir hafta sonu tatili sırasında, Mehmet nişanlısını, Jale de Kaan’ı, yürüyüşe gelmek istemedikleri için evde bırakarak çıkarlar. Planlamadan yakınlaşırlar ve öpüşürler bir ara. Özür dilerler birbirlerinden. Birkaç hafta sonra bir akşam Kaan’ın bir iş seyahati sırasında birlikte olurlar. Kaan Jale’yi sabah evden arayıp bulamayınca Mehmet’i arar, sevgilisinin nerede olduğunu bilip bilmediğini sorar. “Aslında yanımda” der Mehmet. Jale, sevgilisinin arkadaşının yatağında çıplak, sevgilisiyle konuşur, şaşkın. Kaan şüphelenmeye o zaman başlar. Sormaz. İntihar edinceye kadar kimse anlamaz anladığını. Ağlarlar arkasından. “Artık bir ilişkimiz olamaz” der Jale Mehmet’e “bir ölümün üzerine bir yaşam kuramam seninle.” Mehmet onu kararından vazgeçiremez.
Yıllar sonra karşılaşırlar. Jale kocasıyla tanıştırır Mehmet’i, tek çocuklarını verir kucağına. Mehmet yaşamında kimse olmadığından bahseder. Ayrılırlar.
Kadın bir ölüm üzerine bir yaşam kurmak istemiyor ama kurmak istemediği bu yaşam kurulmuş bir ölüm değil mi? Ve böylece, sonraki evliliği de bir ölüm üzerine kurulmuş bir yaşam olmuyor mu! Üzerine yaşam kurmak istemediği ilk ölüm bir intihar, nedeni olarak kendisini (ve Mehmet’i) gördüğü bir intihar; üzerine yaşam kurmaktan çekinmediği ikinci ölüm ise –fark etmediği- kendi cinayeti, karnındaki çocuğu düşüren bir anne gibi. Yaşamın tarafını tutmak, intihara rağmen sevdiği adamla ilişkiye başlamak ve bunu böyle savunmak olmaz mıydı? Evet, savunmak! Çünkü böyle bir ilişkiye başlayana vicdansız denir, duygusuz denir...
İkinci hikaye: Kadın bir patlamada öldüğü düşünüldüğü için umut kesilen ama içgüdüleri sayesinden yaşadığını hissettiği savaş muhabiri kocasını savaşa gizlice gidip kurtarır. Filmin sonunu ben şöyle yazdım: Adam kendini kurtaran karısını ilk şoku atlattıktan sonra boşar.
- Karını nasıl boşarsın? Seni kurtarmak için yaşamını tehlikeye attı o.
- Evet. İki küçük çocuğumun annesinin yaşamını tehlikeye attı.
Kadının çocuklarından çok babalarını sevdiğini söyleyebiliriz. Kadın kocasını kurtarmaya gitmeseydi, kocasının kaybının bunalımından kurtulup çocuklara annelik edebilecek miydi? (Bunu başarmalı değil miydi?) Çocuklarını yüz üstü bırakıp gidemeyeceğine karar verseydi bir zaman sonra bu zorunlu kararından dolayı çocuklarını suçlamayacak mıydı? (Suçlamamayı başarmak durumunda değil miydi?) Annenin gittiği durumda, o çocuklar bir süre sonra kendilerini bıraktığı için anneye kızgınlık büyütebilirler miydi? (Ve bunda haklı olmazlar mıydı?)
Burada annenin çocuklarını bırakma kararı filmin sonunu kendimce bitirişimden de anlaşılacağı gibi mantığı dışlamış bir karar gibi geliyor bana.
Yaşamın iyiyle kötü arasında bir ayrım gözetmediği söylenir örneğin. Bu da yaşam haklı çıkarılacağına duygular öne çıkarılarak yürütülen bir akıldır. Genelde söylenen şudur: “İyilerin de başına kötü şeyler geliyor. Demek ki yaşam iyiyle kötü arasında bir fark görmüyor.” Farkındaysanız burada yaşama değil insanlara (kendi öznel bakışımıza) inanıyoruz. Yani o başına kötülük gelmiş adamın iyi bir insan olduğunu baştan karar vermişiz bir kez. Halbuki yaşam bize bir şey söylüyor: Başına kötülük gelen bir insan sandığımız kadar iyi bir insan değildir. (Başına gelen şey gerçekten kötü bir şeyse.) Baştan beri dediğim gibi bu nokta, kendimize karşı bile olsa yaşamın tarafının tutulmasının doruk noktasıdır. Çünkü kendimiz için de aynı sonuca varabiliriz, varmalıyız: “Başıma o kadar kötülük geldiğine -istediklerime bir türlü kavuşamadığıma, işim bir türlü rast gitmediğine, iki yakam bir türlü bir araya gelmediğine- göre demek ki sandığım kadar iyi (doğru) bir insan değilim. Bir yerlerde bir hata yapıyorum. En azından yaşamı bir türlü bütüncül kavrayamadığıma göre, demek doğru düşünmüyorum.”
......
Son Okuma:
Jale kocasını terk eder. Ona anlatır ama henüz anlamayacağını biliyordur. Çocuğunu iyi yetiştirdiğine inanıyordur. Haklı çıkar, tabii ki çıkacaktır, bu gerçek bir hikayedir, dramatik değil, dramutik. İçinde mutluluğun da olduğu, anlık değil sonuç olarak (sonal) mutluluğun olduğu bir hikayedir. Çocuk hepsini biraraya getirir ve Kaan'ın mezarı başında buluşurlar. Eski eş (intihardan ders alan, yaşayan, yaşamında belki bir kadın (erkek) olan) ve Mehmet ile Jale - eski dost sevgililer, gerçek âşıklar.
Zayıflıklara, zaaflara yenilmemişlerdir. İntihar edene görev yapılmıştır, üzüntü, özür -ve özgürleşme. Bu, hayat, kutlanmaktadır.
Cuma, Aralık 23, 2022
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder