Çarşamba, Nisan 30, 2025
75 É
Yaratıcı yazarlık böyle bişi işte. Türk yazarları örnek alsın. Tüm bağlantılarını kullansınlar, beyin neyin:)
OLIVER SUCKS
Okuyamamıştım o kitabı, sıkıcı olduğundan: Biri 111 der, diğeri 112. Sayar Sucks, 111 çıkar. Koltuğun altına kaçanı da say der 112 diyen ikiz.
Salı, Nisan 29, 2025
RAFADAN
"On altı buçuk yaşında "Kâhin'in Mektupları" adıyla bilinen iki mektubunda "Ben Bir Başkasıdır" diye yazarken, bununla Tanrı'yı, dünyayı ve insanı değiştirmek istediğini çok iyi biliyordu."
-Kim istiyor, sen mi başkası mı!
-Ben bunu kastetmedim. Hep başkası yapıyor bu yorumları.
-E sensin işte. Lafın baki.
-Başkası ben değilim.
-Haydiiii... Bir tane daha yumurtladın! Peki tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı laftan?
-Kim istiyor, sen mi başkası mı!
-Ben bunu kastetmedim. Hep başkası yapıyor bu yorumları.
-E sensin işte. Lafın baki.
-Başkası ben değilim.
-Haydiiii... Bir tane daha yumurtladın! Peki tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı laftan?
MUHTEŞEM ANLATILMIŞ ERKEK NASIL OLUR!
“-Ev, Kadınlar, Seks. üçlemenin en çok ilgi gören, okunan, üzerine çok konuşulan metni. Üçlemede ön plana çıkmasını, çok okunmasını neye bağlıyorsunuz? Son derece eril ve narsistik olmasına rağmen ilişkilere ve bir evliliğe dair eksiksiz bir metin okumamız olabilir mi buna sebep?
-Evet, olabilir. Bence ‘diğer tarafın’, kadının, yani Marie-Thérèse’nin bakış açısını okuyorsunuz. Çünkü adam bir narsist olarak tanınıyor. Bence Ev, Kadınlar, Seks.’in başarısı da bir erkeğin birinci şahıs anlatıcısının bakış açısıyla yazılmış, neredeyse hiç kadın metni olmamasından kaynaklanıyor.
-Bir kadın yazar olarak muhteşem anlatılmış, eksiksiz tespitlerle yazılmış bir erkek monologu koyuyorsunuz önümüze. Şunu merak ediyorum; neden karşılığında bir Marie Thérèse monoloğu okumuyoruz? Bunu o kadar çok arzuladım ki, okuyamamak bir tür hayal kırıklığı yarattı diyebilirim.
-Marie-Thérèse’nin monoloğunu okuduğunuzu varsayıyorum, çünkü erkek monoloğunda diğer bakış açısını kadının tarafından ‘okuyorsunuz’. Bu muhtemelen erkek okuyucular için genellikle geçerli değildir. Ev, Kadınlar, Seks.’ten yaptığım okumalardan birinde, bir adamın hayalet yazar olarak gerçek hikâyesini yazdığıma inanan bir adam vardı. Bu arada, vurguladığı gibi, kendisininkiyle tamamen aynıydı. Hiçbir öz-yansıması ve öz-irritasyonu da yoktu. Benim için süreç tam tersiydi. Başlangıçta Marie-Thérèse’nin bakış açısından bir roman yazmak istedim ve sonra onun sürekli Franz hakkında şikâyet edip ‘sızlanacağını’ düşündüm. Bu yüzden bakış açılarını tersine çevirdim. Bu şekilde, Franz artık şikâyet ediyor ve Marie-Thérèse kendini bu baskıdan kurtarmış oluyor.”
........
Muhtemelen erkek kendini aşağıladığı için seviyor kadın okurlar metni. Kadın kendini aşağılasaydı sevmeyeceklerdi. Diyelim bir Murat Sohtorik monologu yazsaydı kadın yazar:
1. Beceremeyecekti. Muhtemelen çoğunluğu oluşturan erkeklerden birini yazmış olmalı. Tipik birini değil, benim gibi. Çoğunluk tipik olmayabilir, bozulmuş ve tipiklikten uzaklaşmıştır mesela çoğunluk.
2. Becerdi diyelim... Kadınlar asla sevmeyecekti. Belki birkaç kuşak sonra. Çünkü kuşaklar tipik olmayabilir, bozulmuş ve tipiklikten uzaklaşmıştır mesela çoğu kuşak.
-Evet, olabilir. Bence ‘diğer tarafın’, kadının, yani Marie-Thérèse’nin bakış açısını okuyorsunuz. Çünkü adam bir narsist olarak tanınıyor. Bence Ev, Kadınlar, Seks.’in başarısı da bir erkeğin birinci şahıs anlatıcısının bakış açısıyla yazılmış, neredeyse hiç kadın metni olmamasından kaynaklanıyor.
-Bir kadın yazar olarak muhteşem anlatılmış, eksiksiz tespitlerle yazılmış bir erkek monologu koyuyorsunuz önümüze. Şunu merak ediyorum; neden karşılığında bir Marie Thérèse monoloğu okumuyoruz? Bunu o kadar çok arzuladım ki, okuyamamak bir tür hayal kırıklığı yarattı diyebilirim.
-Marie-Thérèse’nin monoloğunu okuduğunuzu varsayıyorum, çünkü erkek monoloğunda diğer bakış açısını kadının tarafından ‘okuyorsunuz’. Bu muhtemelen erkek okuyucular için genellikle geçerli değildir. Ev, Kadınlar, Seks.’ten yaptığım okumalardan birinde, bir adamın hayalet yazar olarak gerçek hikâyesini yazdığıma inanan bir adam vardı. Bu arada, vurguladığı gibi, kendisininkiyle tamamen aynıydı. Hiçbir öz-yansıması ve öz-irritasyonu da yoktu. Benim için süreç tam tersiydi. Başlangıçta Marie-Thérèse’nin bakış açısından bir roman yazmak istedim ve sonra onun sürekli Franz hakkında şikâyet edip ‘sızlanacağını’ düşündüm. Bu yüzden bakış açılarını tersine çevirdim. Bu şekilde, Franz artık şikâyet ediyor ve Marie-Thérèse kendini bu baskıdan kurtarmış oluyor.”
........
Muhtemelen erkek kendini aşağıladığı için seviyor kadın okurlar metni. Kadın kendini aşağılasaydı sevmeyeceklerdi. Diyelim bir Murat Sohtorik monologu yazsaydı kadın yazar:
1. Beceremeyecekti. Muhtemelen çoğunluğu oluşturan erkeklerden birini yazmış olmalı. Tipik birini değil, benim gibi. Çoğunluk tipik olmayabilir, bozulmuş ve tipiklikten uzaklaşmıştır mesela çoğunluk.
2. Becerdi diyelim... Kadınlar asla sevmeyecekti. Belki birkaç kuşak sonra. Çünkü kuşaklar tipik olmayabilir, bozulmuş ve tipiklikten uzaklaşmıştır mesela çoğu kuşak.
KURMACA DEĞİL DÜZMECE
“Bütün büyük romanlar zaten bildiğimiz, ama o konuda büyük bir roman yazılmadığı için kabul edemediğimiz gerçekleri göstermek için yazılır.”
Gerçekten büyük romanlar zaten bildiğimiz, ama o konuda yazılan büyük romanlarda bir türlü anlatılamadığını kabul edemediğimiz gerçekleri göstermek için yazılır.
Gerçekten büyük romanlar zaten bildiğimiz, ama o konuda yazılan büyük romanlarda bir türlü anlatılamadığını kabul edemediğimiz gerçekleri göstermek için yazılır.
Pazartesi, Nisan 28, 2025
NE KA KÖFTE O KA KAFKA
YÜZSÜZ
“...kitap yayıncılığının kâr oranı en düşük sektörlerden biri oluşu. Giyim sektöründe bir giysiyi maliyetinin on katına satarak yüzde 1000 kâr elde edebilirsiniz, ama bir kitaptan yayıncıya kalan bakın: Yüzde 40-45’lik aslan payı, yalnızca aracının + yüzde 15 telif-çeviri ücreti + yüzde 15-20 baskı maliyeti: yüzde 25 yayıncının kâr oranı (kâğıt üstünde). Ayrıca yüzde 25’ten bir yüzde 6-7 de düşelim, çünkü satılanların parası beş buçuk-altı ay sonra dönüyor (küçük yayıncılara dönerse). Kaldı ki, geriye kalan yüzde 18’lik pay da sepetteki bütün salyangozların Müslüman mahallesinde satışından sonra kazanılacak. Bitmedi: Bir de yaklaşık yüzde 15 vergi var...”
-Yüzde 25 iyiymiş, bizimki 15... Yüzde bile sayılmaz!
-Ama bunun şusu var busu var osu var. Beriki, öbürü ve öteki de var.
-Tam bir aracı gibi konuştun. Pisuvar...
-Yüzde 25 iyiymiş, bizimki 15... Yüzde bile sayılmaz!
-Ama bunun şusu var busu var osu var. Beriki, öbürü ve öteki de var.
-Tam bir aracı gibi konuştun. Pisuvar...
BERİKİ ERİNDİYSE, ÖBÜRÜ İRKİLİR!
“Gelgelelim, pek çok eski yeni yazarımızın bile kullanmaktan erinmediği “diğer” sözcüğünü Ahmet Büke’nin de, Betül Akdoğan’ın da düşünmeden kullanmaları irkiltici. Yerine “öbür, öteki, beriki” gibi güzel sözcükler varken, o itici diğer sözcüğünün terk edilmesi gerektiğini nasıl anlatmalı!”
Cumartesi, Nisan 26, 2025
NE HALT ETTİN LAN / BOB DYLAN
“Birini aradığını söylüyorsun
Her düştüğünde kaldıracak.
Sürekli senin için çiçek toplayıp,
Çağırdığında hemen koşacak.
Yalnızca yaşamında bir sevgili,
Daha fazlası olmayacak.
Ama bu ben değilim yavrum,
Ben değilim aradığın kişi.”
Son cümleyi şöyle okudum:
“Bu benim aradığım kişi”
Her düştüğünde kaldıracak.
Sürekli senin için çiçek toplayıp,
Çağırdığında hemen koşacak.
Yalnızca yaşamında bir sevgili,
Daha fazlası olmayacak.
Ama bu ben değilim yavrum,
Ben değilim aradığın kişi.”
Son cümleyi şöyle okudum:
“Bu benim aradığım kişi”
Perşembe, Nisan 24, 2025
MEMNU
SIKICI
İnsanın hep kendi yazdıklarına dönmesi sıkıcı, dönmeyenler de var çünkü onların yazdıkları sıkıcı.
CELİNE'DE OLAN BERNHARD'DA OLMUYOR
-Sen beni dinlemiyorsun, son ne dedim?
-İlk dediğini...
-Aferin dinlemişsin...
-İlk dediğini...
-Aferin dinlemişsin...
“Stifter korkunç bir üslupla
yazıyor, ayrıca dilbilgisi açısından da her türlü eleştirinin altında kalır, Bruckner
de karma şıkvahşi, geç yaşında bile gösterdiği dini ergen nota çılgınlığı içinde
aynı. Onunla gerçekten titizlikle ve radikal olarak ilgilenmeden Stifter'e yıllarca
hayranlık besledim. Bir yıl önce Stifter'le titiz ve radikal olarak ilgilendiğimde,
gözlerime ve kulaklarıma inanamadım. Bu derece yanlış dolu ve hantal bir
Almanca ya da Avusturyaca, ne derseniz deyin, tüm düşünce yaşamımda
şimdiye kadar okumadım, hele böylesi ve hatta bugün sırf keskin ve berrak
düzyazısından ötürü ünlenmiş bir yazar okumadım. Stifter'in düzyazısı, benim
bildiklerimin içinde keskin olmanın tamamen dışında kalanı ve en berrak
olmayanı, bunlar tamamen çarpık görünümler ve yanlış ve ters düşüncelerle dolu
ve Yukarı Avusturya'da hep okul müfettişliği yapmış olan bu taşra acemisinin,
bugün hem de yazarlar tarafından, hepsinden önce de genç ve hiç de ünsüz
olmayan ve dikkat çeken yazarlar tarafından göklere çıkartılmasına şaşıp
kalıyorum. Sanırım bu insanların tümü, Stifter'i hiçbir zaman gerçekten
okumadılar ve fakat körü körüne hayran kaldılar, Stifter'i hep yalnızca duydular,
ama onu asla gerçekten okumadılar benim gibi. Ben bir yıl önce Stifter'i
gerçekten okuduğumda, bu düzyazının büyük ustasını, öyle deniyor ya ona, bu
hantal yazıcıyı bir zamanlar beğendiğim, hatta sevdiğim için kendimden
iğrendim. Stifter'i gençliğimde okudum ve bu okuma macerasına dayalı bir
anımsamam vardı onunla ilgili olarak. Stifteri on iki ve on altı yaşımdayken
okumuştum, benim için asla eleştirel olmayan bir yaşta. Bundan sonra hiçbir
zaman Stifter'i sınamadım. Stifter düzyazısının uzun yolunda dayanılmaz bir
geveze, hantal ve en korkuncu da pasaklı bir üsluba sahip ve ayrıca Alman
yazınındaki gerçekten en can sıkıcı ve yalancı yazar. Özlü, titiz ve açık diye
bilinen Stifter düzyazısı gerçekte bulanık, çaresiz ve sorumsuz ve bir küçük
burjuva duygusallığında ve küçük burjuva çaresizliğinde, öyle ki Witiko'yu ya da
Büyükbabamın Dosyası'nı okurken mide bulanır. Hele bu Büyükbabamın
Dosyası daha ilk satırlarında hantal bir deneme, düşüncesizce uzatılmış,
duygusal, can sıkıcı, içsel ve dışsal hatalarla dolu bir düzyazı örneği, bunu sanat
yapıtı olarak göstermek, Lınz tarzı bir küçük burjuva dalaveresinden başka bir
şey değil. Bu küçük burjuva taşra deliği Lınz'den, ki Kepler zamanından beri,
içinde insanların şarkı söyleyemedikleri bir operası, içinde insanların
oynayamadıkları bir tiyatrosu, resim yapamayan ressamlarının, yazı yazamayan
yazarlarının bulunduğu, gerçekten ayyuka çıkmış bu taşra deliğinden, birdenbire,
genellikle dâhi olarak tanımlanan Stifter'in çıkmış olması da düşünülemezdi.
(...)
Stifter, dedi, tümden bakarsak, nerdeyse benim
yaşamımdaki en büyük sanatsal hayal kırıklıklarından biri. Stifter'in her üç ya da
hiç değilse her dört cümlesinden biri yanlış, düzyazılarındaki her iki üç
betimlemeden biri başarısız ve Stifter’in ruhu, hiç değilse edebî yazılarında, orta
karar. Stifter gerçekte, şimdiye kadar yazanlar arasında fantaziden en yoksun
yazarlardan biri ve aynı zamanda da en şiirsellik karşıtı ve şiirsellikten yoksun
olanlardan biri. Ama okuyucular da edebiyat bilimcileri de hep bu Stifter'in
kapanına düştüler. Bu adamın yaşamının sonunda kendini öldürmüş olması,
onun mutlak orta kararlılığını değiştirmez. Stifter kadar acemi ve beceriksiz ve
üstüne üstlük bu kadar vurdumduymaz, dar kafalı ve aynı zamanda dünya
çapında bu derece tanınmış bir yazar daha tanımıyorum dünyada.
(...)
Çirkin olan da, dedi dün Reger, özellikle Stifter'in kendisinden ürkülen bir eğitim adamı
oluşu, hem de yüksek bir mevkide ve böylesine pasaklı yazışı, oysa onun
öğrencilerinden birine asla böyle yazma izni verilmezdi. Onun öğrencilerinden
biri Stifter'den bir sayfayı Stifter'in önüne koysaydı, bu sayfa Stifter tarafından
baştan sona kırmızı kalemle çizilirdi, dedi, doğrusu bu. Biz Stifter'i kırmızı
kalemle okumaya kalkarsak, düzeltme yapmaktan kurtulamayız, dedi Reger.
Burada hiçbir dâhi kaleme sarılmadı, dedi, ancak bir yeteneksiz sarıldı. Şayet
zevksiz, can sıkıcı ve duygusal ve amaçsız bir edebiyat kavramı varsa, bu tam
olarak Stifter'in yazdıklarına uyar. Stifter’ın yazdıkları sanat değildir, söylemek
istediği şey en iğrenç biçimde onursuzdur. En çok da evlerinde canı sıkılan, günü
esneyerek geçiren memur eşlerinin ve dullarının onu okuması boşuna değildir ve
boş zamanlarında hemşirelerin ve manastırlarda rahibelerin. Gerçekten düşünen
bir insan Stifter'i okuyamaz. Sanırım Stifter'i çok ve olağanüstü çok beğenenler,
Stifter'den habersizdirler. Bizim yazarlarımızın hepsi, istisnasız, bugün
Stifter'den hep hayranlıkla söz edip yazıyorlar ve sanki o günümüzün yazar
Tanrı'sıymış gibi sarılıyorlar ona. Ya bu insanlar aptal ve hiçbir sanat zevkleri
yok ve edebiyattan en ufak bir şey bile anlamıyorlar ya da yazık ki önce inanmak
zorunda olduğum üzere Stifter'i okumadılar, dedi. Stifter ve Bruckner'le
gelemezsiniz benim yanıma, özellikle de sanatla ve benim sanattan anladığımla
ilgili olarak, dedi. Biri düzyazı bozucu, dedi, müzik bozucu, öteki. Zavallı
Yukarı Avusturya, dedi, gerçekten de büyük dâhilerden ikisini çıkarttığına
inanıyor, oysa yalnızca sınırsız derecede büyütülmüş iki serseri mayın yaratmış,
biri edebiyatçı, biri de besteci.
(...)
Bir kez daha
Stifter'e dönecek olursam, dedi, bugün Stifter'e dayanan çok sayıda yazar var. Bu
yazarlar, yazarlık yaşamı boyunca doğayı kötüye kullanmaktan başka bir şey
yapmamış, kesinlikle bir yazı acemisi olan birine dayanıyorlar. Stifter, mutlak
biçimde doğayı kötüye kullanan bir kişi olarak suçlanmalı, dedi Reger dün.
Yazar olarak, gören bir kişi olmak istedi ve gerçekte yazar olarak bir kördü, dedi
Reger. Stifter'de her şey yapmacık, bir bakire gibi beceriksiz, çekilmez bir taşralı
işaretparmağıdüzyazısı ortaya koydu Stifter, dedi Reger, başkaca bir şey değil.
(...)
Saydığımız, hayranlık duyduğumuz ve sevdiğimizin
büyüklüğünün büyüklük olmadığını ve hiçbir zaman da böylesine bir
büyüklüğün olmadığını, yalnızca büyüklük sandığımızı ve aslında küçüklük,
hatta alçaklık olduğunu hissettiğimiz zaman uğradığımız düş kırıklığı, aldatılmış
birinin yakıcı acısını duymamıza neden olur. Biz bir objeyi gözü kapalı kabul
edip, yıllarca ve onyıllarca, olağandır ki tüm bir yaşam boyu, onu bir kez olsun
sınamadan, hep sayar ve seversek o da tamamen kendiliğinden intikam alır, dedi
Reger. Ben bir kez olsun, diyelim ki otuz yıl ya da yirmi yıl önce, hiç değilse on
beş yıl önce Stifter'ı sınamış olsaydım, bu geç düş kırıklığından kendimi
kurtarmış olurdum. Biz asla şu ya da bu tamamdır ve tüm zamanlar için bu
tamamdır dememeliyiz, tüm sanatçıları durmadan sınamalıyız, çünkü biz sanat
bilgimizi ve sanat zevkimizi kuşkusuz geliştiriyoruz. Stifter'in bir tek mektupları
iyidir, dedi Reger, bunun dışında kalan her şey değersizdir.
(...)
Stifter herkesi
öldüresiye sıkıyor, ama hoş olmayan biçimde şimdi çok moda, dedi Reger. Genel
olarak da duygusallık, ki bu en korkuncu, şimdi çok moda, tıpkı kitsch olan her
şeyin şimdi çok moda olması gibi; yetmişli yılların ortalarından bugüne, seksenli
yılların ortalarına kadar duygusallık ve kitsch çok moda, edebiyatta çok moda,
resimde ve de müzikte. Bugün, seksenli yıllarda yazıldığı gibi duygusal kitsch
hiçbir zaman yazılmadı, hiç bu kadar kitsch ve duygusal resim yapılmadı ve
besteciler kitsch ve duygusallıkta birbirleriyle yarıştılar, tiyatroya gidin bir, orada
bugün toplumu tehdit eden kitsch'ten başka bir şey sunulmuyor, duygusallıktan
başka, tiyatroda vicdansızlık ve vahşilik sunulsa da hepsi yalnızca haince kitsch
bir duygusallık. Sergilere gidin, orada yalnızca en yoğun kitsch ve en çirkin
duygusallık gösterilir. Konser salonlarına gidin hele, orada da yalnızca kitsch ve
duygusallık duyacaksınız. Kitaplar bugün kitsch ve duygusallıkla doldurulmuş,
işte Stifter'i son yıllarda böylesine moda yapan da bu. Stifter bir kitsch ustası,
dedi Reger. Stifter'in herhangi bir sayfasında o kadar çok kitsch var ki, şiire
susamış rahibeler ve hastabakıcılar daha kuşaklar boyu bununla tatmin
edilebilirler, dedi. Gerçekten de Bruckner de yalnızca duygusal ve kitsch, aptal,
anıtsal orkestral bir tiksintiden başka bir şey değil. Bugün yazan genç ve çok
genç yazarlar, çoğunlukla yalnız düşüncesiz ve kafasız bir kitsch yazıyorlar ve
kitaplarında nerdeyse dayanılmaz boyutta dokunaklı bir duygusallık
geliştiriyorlar, bu yüzden Stifter'in onların katında da çok moda oluşu anlaşılır
bir şeydir. Düşüncesiz ve kafasız kitsch'i büyük ve yüksek edebiyata sokan ve
kitsch bir intiharla son bulan Stifter, şimdi çok moda, dedi Reger.”
yazıyor, ayrıca dilbilgisi açısından da her türlü eleştirinin altında kalır, Bruckner
de karma şıkvahşi, geç yaşında bile gösterdiği dini ergen nota çılgınlığı içinde
aynı. Onunla gerçekten titizlikle ve radikal olarak ilgilenmeden Stifter'e yıllarca
hayranlık besledim. Bir yıl önce Stifter'le titiz ve radikal olarak ilgilendiğimde,
gözlerime ve kulaklarıma inanamadım. Bu derece yanlış dolu ve hantal bir
Almanca ya da Avusturyaca, ne derseniz deyin, tüm düşünce yaşamımda
şimdiye kadar okumadım, hele böylesi ve hatta bugün sırf keskin ve berrak
düzyazısından ötürü ünlenmiş bir yazar okumadım. Stifter'in düzyazısı, benim
bildiklerimin içinde keskin olmanın tamamen dışında kalanı ve en berrak
olmayanı, bunlar tamamen çarpık görünümler ve yanlış ve ters düşüncelerle dolu
ve Yukarı Avusturya'da hep okul müfettişliği yapmış olan bu taşra acemisinin,
bugün hem de yazarlar tarafından, hepsinden önce de genç ve hiç de ünsüz
olmayan ve dikkat çeken yazarlar tarafından göklere çıkartılmasına şaşıp
kalıyorum. Sanırım bu insanların tümü, Stifter'i hiçbir zaman gerçekten
okumadılar ve fakat körü körüne hayran kaldılar, Stifter'i hep yalnızca duydular,
ama onu asla gerçekten okumadılar benim gibi. Ben bir yıl önce Stifter'i
gerçekten okuduğumda, bu düzyazının büyük ustasını, öyle deniyor ya ona, bu
hantal yazıcıyı bir zamanlar beğendiğim, hatta sevdiğim için kendimden
iğrendim. Stifter'i gençliğimde okudum ve bu okuma macerasına dayalı bir
anımsamam vardı onunla ilgili olarak. Stifteri on iki ve on altı yaşımdayken
okumuştum, benim için asla eleştirel olmayan bir yaşta. Bundan sonra hiçbir
zaman Stifter'i sınamadım. Stifter düzyazısının uzun yolunda dayanılmaz bir
geveze, hantal ve en korkuncu da pasaklı bir üsluba sahip ve ayrıca Alman
yazınındaki gerçekten en can sıkıcı ve yalancı yazar. Özlü, titiz ve açık diye
bilinen Stifter düzyazısı gerçekte bulanık, çaresiz ve sorumsuz ve bir küçük
burjuva duygusallığında ve küçük burjuva çaresizliğinde, öyle ki Witiko'yu ya da
Büyükbabamın Dosyası'nı okurken mide bulanır. Hele bu Büyükbabamın
Dosyası daha ilk satırlarında hantal bir deneme, düşüncesizce uzatılmış,
duygusal, can sıkıcı, içsel ve dışsal hatalarla dolu bir düzyazı örneği, bunu sanat
yapıtı olarak göstermek, Lınz tarzı bir küçük burjuva dalaveresinden başka bir
şey değil. Bu küçük burjuva taşra deliği Lınz'den, ki Kepler zamanından beri,
içinde insanların şarkı söyleyemedikleri bir operası, içinde insanların
oynayamadıkları bir tiyatrosu, resim yapamayan ressamlarının, yazı yazamayan
yazarlarının bulunduğu, gerçekten ayyuka çıkmış bu taşra deliğinden, birdenbire,
genellikle dâhi olarak tanımlanan Stifter'in çıkmış olması da düşünülemezdi.
(...)
Stifter, dedi, tümden bakarsak, nerdeyse benim
yaşamımdaki en büyük sanatsal hayal kırıklıklarından biri. Stifter'in her üç ya da
hiç değilse her dört cümlesinden biri yanlış, düzyazılarındaki her iki üç
betimlemeden biri başarısız ve Stifter’in ruhu, hiç değilse edebî yazılarında, orta
karar. Stifter gerçekte, şimdiye kadar yazanlar arasında fantaziden en yoksun
yazarlardan biri ve aynı zamanda da en şiirsellik karşıtı ve şiirsellikten yoksun
olanlardan biri. Ama okuyucular da edebiyat bilimcileri de hep bu Stifter'in
kapanına düştüler. Bu adamın yaşamının sonunda kendini öldürmüş olması,
onun mutlak orta kararlılığını değiştirmez. Stifter kadar acemi ve beceriksiz ve
üstüne üstlük bu kadar vurdumduymaz, dar kafalı ve aynı zamanda dünya
çapında bu derece tanınmış bir yazar daha tanımıyorum dünyada.
(...)
Çirkin olan da, dedi dün Reger, özellikle Stifter'in kendisinden ürkülen bir eğitim adamı
oluşu, hem de yüksek bir mevkide ve böylesine pasaklı yazışı, oysa onun
öğrencilerinden birine asla böyle yazma izni verilmezdi. Onun öğrencilerinden
biri Stifter'den bir sayfayı Stifter'in önüne koysaydı, bu sayfa Stifter tarafından
baştan sona kırmızı kalemle çizilirdi, dedi, doğrusu bu. Biz Stifter'i kırmızı
kalemle okumaya kalkarsak, düzeltme yapmaktan kurtulamayız, dedi Reger.
Burada hiçbir dâhi kaleme sarılmadı, dedi, ancak bir yeteneksiz sarıldı. Şayet
zevksiz, can sıkıcı ve duygusal ve amaçsız bir edebiyat kavramı varsa, bu tam
olarak Stifter'in yazdıklarına uyar. Stifter’ın yazdıkları sanat değildir, söylemek
istediği şey en iğrenç biçimde onursuzdur. En çok da evlerinde canı sıkılan, günü
esneyerek geçiren memur eşlerinin ve dullarının onu okuması boşuna değildir ve
boş zamanlarında hemşirelerin ve manastırlarda rahibelerin. Gerçekten düşünen
bir insan Stifter'i okuyamaz. Sanırım Stifter'i çok ve olağanüstü çok beğenenler,
Stifter'den habersizdirler. Bizim yazarlarımızın hepsi, istisnasız, bugün
Stifter'den hep hayranlıkla söz edip yazıyorlar ve sanki o günümüzün yazar
Tanrı'sıymış gibi sarılıyorlar ona. Ya bu insanlar aptal ve hiçbir sanat zevkleri
yok ve edebiyattan en ufak bir şey bile anlamıyorlar ya da yazık ki önce inanmak
zorunda olduğum üzere Stifter'i okumadılar, dedi. Stifter ve Bruckner'le
gelemezsiniz benim yanıma, özellikle de sanatla ve benim sanattan anladığımla
ilgili olarak, dedi. Biri düzyazı bozucu, dedi, müzik bozucu, öteki. Zavallı
Yukarı Avusturya, dedi, gerçekten de büyük dâhilerden ikisini çıkarttığına
inanıyor, oysa yalnızca sınırsız derecede büyütülmüş iki serseri mayın yaratmış,
biri edebiyatçı, biri de besteci.
(...)
Bir kez daha
Stifter'e dönecek olursam, dedi, bugün Stifter'e dayanan çok sayıda yazar var. Bu
yazarlar, yazarlık yaşamı boyunca doğayı kötüye kullanmaktan başka bir şey
yapmamış, kesinlikle bir yazı acemisi olan birine dayanıyorlar. Stifter, mutlak
biçimde doğayı kötüye kullanan bir kişi olarak suçlanmalı, dedi Reger dün.
Yazar olarak, gören bir kişi olmak istedi ve gerçekte yazar olarak bir kördü, dedi
Reger. Stifter'de her şey yapmacık, bir bakire gibi beceriksiz, çekilmez bir taşralı
işaretparmağıdüzyazısı ortaya koydu Stifter, dedi Reger, başkaca bir şey değil.
(...)
Saydığımız, hayranlık duyduğumuz ve sevdiğimizin
büyüklüğünün büyüklük olmadığını ve hiçbir zaman da böylesine bir
büyüklüğün olmadığını, yalnızca büyüklük sandığımızı ve aslında küçüklük,
hatta alçaklık olduğunu hissettiğimiz zaman uğradığımız düş kırıklığı, aldatılmış
birinin yakıcı acısını duymamıza neden olur. Biz bir objeyi gözü kapalı kabul
edip, yıllarca ve onyıllarca, olağandır ki tüm bir yaşam boyu, onu bir kez olsun
sınamadan, hep sayar ve seversek o da tamamen kendiliğinden intikam alır, dedi
Reger. Ben bir kez olsun, diyelim ki otuz yıl ya da yirmi yıl önce, hiç değilse on
beş yıl önce Stifter'ı sınamış olsaydım, bu geç düş kırıklığından kendimi
kurtarmış olurdum. Biz asla şu ya da bu tamamdır ve tüm zamanlar için bu
tamamdır dememeliyiz, tüm sanatçıları durmadan sınamalıyız, çünkü biz sanat
bilgimizi ve sanat zevkimizi kuşkusuz geliştiriyoruz. Stifter'in bir tek mektupları
iyidir, dedi Reger, bunun dışında kalan her şey değersizdir.
(...)
Stifter herkesi
öldüresiye sıkıyor, ama hoş olmayan biçimde şimdi çok moda, dedi Reger. Genel
olarak da duygusallık, ki bu en korkuncu, şimdi çok moda, tıpkı kitsch olan her
şeyin şimdi çok moda olması gibi; yetmişli yılların ortalarından bugüne, seksenli
yılların ortalarına kadar duygusallık ve kitsch çok moda, edebiyatta çok moda,
resimde ve de müzikte. Bugün, seksenli yıllarda yazıldığı gibi duygusal kitsch
hiçbir zaman yazılmadı, hiç bu kadar kitsch ve duygusal resim yapılmadı ve
besteciler kitsch ve duygusallıkta birbirleriyle yarıştılar, tiyatroya gidin bir, orada
bugün toplumu tehdit eden kitsch'ten başka bir şey sunulmuyor, duygusallıktan
başka, tiyatroda vicdansızlık ve vahşilik sunulsa da hepsi yalnızca haince kitsch
bir duygusallık. Sergilere gidin, orada yalnızca en yoğun kitsch ve en çirkin
duygusallık gösterilir. Konser salonlarına gidin hele, orada da yalnızca kitsch ve
duygusallık duyacaksınız. Kitaplar bugün kitsch ve duygusallıkla doldurulmuş,
işte Stifter'i son yıllarda böylesine moda yapan da bu. Stifter bir kitsch ustası,
dedi Reger. Stifter'in herhangi bir sayfasında o kadar çok kitsch var ki, şiire
susamış rahibeler ve hastabakıcılar daha kuşaklar boyu bununla tatmin
edilebilirler, dedi. Gerçekten de Bruckner de yalnızca duygusal ve kitsch, aptal,
anıtsal orkestral bir tiksintiden başka bir şey değil. Bugün yazan genç ve çok
genç yazarlar, çoğunlukla yalnız düşüncesiz ve kafasız bir kitsch yazıyorlar ve
kitaplarında nerdeyse dayanılmaz boyutta dokunaklı bir duygusallık
geliştiriyorlar, bu yüzden Stifter'in onların katında da çok moda oluşu anlaşılır
bir şeydir. Düşüncesiz ve kafasız kitsch'i büyük ve yüksek edebiyata sokan ve
kitsch bir intiharla son bulan Stifter, şimdi çok moda, dedi Reger.”
Salı, Nisan 22, 2025
ÖLÜM ÜLKESİNDE BİR VİSCONTİ
Yaşayan en iyi şairlerden'miş dizeler:
“Sonbahar uzaktan bakmaktı sana/ Sonbahar yeniden ölüm” (Ölüm Ülkesinde Aşk)
“Sonbahar uzaktan bakmaktı sana/ Sonbahar yeniden ölüm” (Ölüm Ülkesinde Aşk)
"Bütün gün beraber oldukları birine akşam / evde mektup yazanlar" (Visconti)
"Savaş bitti, ormanı terkediniz / Siz / Hepiniz" (Bir Şeyler... Bir Şeyler)
"Savaş bitti, ormanı terkediniz / Siz / Hepiniz" (Bir Şeyler... Bir Şeyler)
Pazartesi, Nisan 21, 2025
Pazar, Nisan 20, 2025
ADAMIN TEKİ
ADAMIN TEKİ
Adamın teki yanıma geldi ve dedi ki: N’olur, beyim yok, sizden rica etsem? dedi kadın. Baktım şöyle bir. Genç de sayılmaz pek. İlgilendim ama, buyur bacım, dedim, varsa bir sorun... Yok, dedi, yaşlıca bir bey, yaklaştı, çekingen. Korkmuş tabii zavallı. Hanfendiciğim, dedi, affınıza sığınıyorum, ama daha fazla uzatmasak. Hayır, Allahın herifi, beni buldu muhatap, yanımda bitti, birşeyler geveliyor. Kabadayılığı her halinden belli bir –özür dileyerek onun kullandığı tabiri kullanacağım: Yarma! ‘Heeey’ diye bağırmış uzaktan; ‘uzatmayın’ demiş; pardon ‘lan!’ demiş; ‘gelmiyim oraya.’ O zaten dünden razıymış, peki abi, demiş, emrin olur, demiş. Anlattı anlattı. Tamam tamam, dedim, rica ederim uzatmayın. Olgun insanlarız hepimiz. Öyle değil mi hanfendiciğim? Uzatmaya ne gerek var? Bence de en iyisi bu beyfendi, dedim. Kavga çıkacak yoksa. Sizden ricam, efendi birisiniz belli, uzatmayalım n’olur! Nasıl istersen ablacım, dedim, sen bana bırak. Burdan yak abi! Hayır uzatsak n’olacak? Kavga çıksa n’olacak da... O anda karar verdim, en iyisi bu işi fazla uzatmamak. Olsun, dedim, hiç gerek yok uzatmaya. Kibarlık bizde kalsın. Yoksa daha da uzardı yani...*
*
Öykünün açıklaması:
Öyküyü iç içe geçmiş 4 bölüme ayırabiliriz, 4 katlı bir soğan gibi düşünülebilir. (Ya da iç içe 4 Matruşka)
1.BÖLÜM
Adamın teki yanıma geldi ve dedi ki:(2. BÖLÜM) O anda karar verdim, en iyisi bu işi fazla uzatmamak. Olsun, dedim, hiç gerek yok uzatmaya. Kibarlık bizde kalsın. Yoksa daha da uzardı yani...
(2. BÖLÜM)
N’olur, beyim yok, sizden rica etsem? dedi kadın. Baktım şöyle bir. Genç de sayılmaz pek. İlgilendim ama, buyur bacım, dedim, varsa bir sorun... (3. BÖLÜM) Nasıl istersen ablacım, dedim, sen bana bırak. Burdan yak abi! Hayır uzatsak n’olacak? Kavga çıksa n’olacak da...
(3. BÖLÜM)
Yok, dedi, yaşlıca bir bey, yaklaştı, çekingen. Korkmuş tabii zavallı. Hanfendiciğim, dedi, affınıza sığınıyorum, ama daha fazla uzatmasak.(4. BÖLÜM) Bence de en iyisi bu beyfendi, dedim. Kavga çıkacak yoksa. Sizden ricam, efendi birisiniz belli, uzatmayalım n’olur!
(4. BÖLÜM)
Hayır, Allahın herifi, beni buldu muhatap, yanımda bitti, birşeyler geveliyor. Kabadayılığı her halinden belli bir –özür dileyerek onun kullandığı tabiri kullanacağım: Yarma! ‘Heeey’ diye bağırmış uzaktan; ‘uzatmayın’ demiş; pardon ‘lan!’ demiş; ‘gelmiyim oraya.’ O zaten dünden razıymış, peki abi, demiş, emrin olur, demiş. Anlattı anlattı. Tamam tamam, dedim, rica ederim uzatmayın. Olgun insanlarız hepimiz. Öyle değil mi hanfendiciğim? Uzatmaya ne gerek var?
.........
Yukarıdaki ile birlikte toplam 3 öyküyü Özgür Edebiyat dergisine göndermiştim ve Metin Celal'den bir mail almıştım. İbrahim Yıldırım ile birlikte öyküleri incelemişler. Beni öykülerimden tanıyorlarmış zaten. Öykülerim tabii ki yayınlanabilirmiş ama tapaj hatası varmış!
Diğer iki öykü düz öykülerdi, yani bunda sandıkları gibi tapaj hatası denilebilecek bir "şey" yoktu!
Adamın Teki'ni açıklamasıyla birlikte tekrar gönderdim, ama bir cevap çıkmadı!
Bana yararı şu oldu, öykü dosyamda artık açıklamasıyla birlikte, blogumda yayınladım zaten ama bir kitap olarak çıkacaksa açıklamasıyla yayınlanır; bilmem ne hatası sanacak dikkatsiz okuyucunun dikkatini çekmek şart!
Cortazar falan yapsa el üstünde tutulurdu!
........
Bunu aklıma getiren de şunlar oldu:



Adamın teki yanıma geldi ve dedi ki: N’olur, beyim yok, sizden rica etsem? dedi kadın. Baktım şöyle bir. Genç de sayılmaz pek. İlgilendim ama, buyur bacım, dedim, varsa bir sorun... Yok, dedi, yaşlıca bir bey, yaklaştı, çekingen. Korkmuş tabii zavallı. Hanfendiciğim, dedi, affınıza sığınıyorum, ama daha fazla uzatmasak. Hayır, Allahın herifi, beni buldu muhatap, yanımda bitti, birşeyler geveliyor. Kabadayılığı her halinden belli bir –özür dileyerek onun kullandığı tabiri kullanacağım: Yarma! ‘Heeey’ diye bağırmış uzaktan; ‘uzatmayın’ demiş; pardon ‘lan!’ demiş; ‘gelmiyim oraya.’ O zaten dünden razıymış, peki abi, demiş, emrin olur, demiş. Anlattı anlattı. Tamam tamam, dedim, rica ederim uzatmayın. Olgun insanlarız hepimiz. Öyle değil mi hanfendiciğim? Uzatmaya ne gerek var? Bence de en iyisi bu beyfendi, dedim. Kavga çıkacak yoksa. Sizden ricam, efendi birisiniz belli, uzatmayalım n’olur! Nasıl istersen ablacım, dedim, sen bana bırak. Burdan yak abi! Hayır uzatsak n’olacak? Kavga çıksa n’olacak da... O anda karar verdim, en iyisi bu işi fazla uzatmamak. Olsun, dedim, hiç gerek yok uzatmaya. Kibarlık bizde kalsın. Yoksa daha da uzardı yani...*
*
Öykünün açıklaması:
Öyküyü iç içe geçmiş 4 bölüme ayırabiliriz, 4 katlı bir soğan gibi düşünülebilir. (Ya da iç içe 4 Matruşka)
1.BÖLÜM
Adamın teki yanıma geldi ve dedi ki:(2. BÖLÜM) O anda karar verdim, en iyisi bu işi fazla uzatmamak. Olsun, dedim, hiç gerek yok uzatmaya. Kibarlık bizde kalsın. Yoksa daha da uzardı yani...
(2. BÖLÜM)
N’olur, beyim yok, sizden rica etsem? dedi kadın. Baktım şöyle bir. Genç de sayılmaz pek. İlgilendim ama, buyur bacım, dedim, varsa bir sorun... (3. BÖLÜM) Nasıl istersen ablacım, dedim, sen bana bırak. Burdan yak abi! Hayır uzatsak n’olacak? Kavga çıksa n’olacak da...
(3. BÖLÜM)
Yok, dedi, yaşlıca bir bey, yaklaştı, çekingen. Korkmuş tabii zavallı. Hanfendiciğim, dedi, affınıza sığınıyorum, ama daha fazla uzatmasak.(4. BÖLÜM) Bence de en iyisi bu beyfendi, dedim. Kavga çıkacak yoksa. Sizden ricam, efendi birisiniz belli, uzatmayalım n’olur!
(4. BÖLÜM)
Hayır, Allahın herifi, beni buldu muhatap, yanımda bitti, birşeyler geveliyor. Kabadayılığı her halinden belli bir –özür dileyerek onun kullandığı tabiri kullanacağım: Yarma! ‘Heeey’ diye bağırmış uzaktan; ‘uzatmayın’ demiş; pardon ‘lan!’ demiş; ‘gelmiyim oraya.’ O zaten dünden razıymış, peki abi, demiş, emrin olur, demiş. Anlattı anlattı. Tamam tamam, dedim, rica ederim uzatmayın. Olgun insanlarız hepimiz. Öyle değil mi hanfendiciğim? Uzatmaya ne gerek var?
.........
Yukarıdaki ile birlikte toplam 3 öyküyü Özgür Edebiyat dergisine göndermiştim ve Metin Celal'den bir mail almıştım. İbrahim Yıldırım ile birlikte öyküleri incelemişler. Beni öykülerimden tanıyorlarmış zaten. Öykülerim tabii ki yayınlanabilirmiş ama tapaj hatası varmış!
Diğer iki öykü düz öykülerdi, yani bunda sandıkları gibi tapaj hatası denilebilecek bir "şey" yoktu!
Adamın Teki'ni açıklamasıyla birlikte tekrar gönderdim, ama bir cevap çıkmadı!
Bana yararı şu oldu, öykü dosyamda artık açıklamasıyla birlikte, blogumda yayınladım zaten ama bir kitap olarak çıkacaksa açıklamasıyla yayınlanır; bilmem ne hatası sanacak dikkatsiz okuyucunun dikkatini çekmek şart!
Cortazar falan yapsa el üstünde tutulurdu!
........
Bunu aklıma getiren de şunlar oldu:



Cumartesi, Nisan 19, 2025
Cuma, Nisan 18, 2025
Çarşamba, Nisan 16, 2025
Salı, Nisan 15, 2025
ÇAKAL KAFKA
Niye gerekli söylemiyor Kafka, çakal. Yılanın aracılığı yılan için gerekliydi. Bize ne. Demek: Çakal'ın ayartıcılığı yılan için gerekliydi.
Bunların kökü insanı ayartabilir, ama insan olamaz.
Bunların kökü insanı ayartabilir, ama insan olamaz.
Pazartesi, Nisan 14, 2025
KAHVALTI YEMEK
GEÇEMEDİ ÇILGINLIK BENİ


*
Işınlanmayı keşfetmiş adam ile
onu yanında asla görmek istemeyen sevgilisi
çok yakın dakikalarda göçtüler öbür dünyaya.

*
10'ca mı! 23 falan mı yani. 100 bile değil mi?
Milce göz yaşı. Nasıl?
Hem milyonlarca, hem millerce; eleştiri gelirse de alakası yok ben onca götümden uydurdum dersin...

*
Harik
Haik-u
Benc

*
Harika
Haiku
Bince

*
Let Hiç go

*
Benim öykümde de şu vardır, kahraman der ki, ben önce doğayım bunlar çok saçmalıyorlar. Tanrı der ki kimse seni benim kadar sevemez... Bırak salak yolunda gitsin her şey.
(E, ben de acı çekiyorum.
E,beni silerim.)

*
Güz akşamı ya
Vapuru yalnız bırakır
Kızkulesi
....
Arada da Uz
Aklaşın bir azcık
Haiku'dan dan

*
Geçemedi çılgınlık beni

Pazar, Nisan 13, 2025
Cumartesi, Nisan 12, 2025
RIMBAUD & AUSCHWITZ .
Harika!
Bence de
Rimbaud & Auschwitz
Birarada & Benzer
anılmalılar .
.....
“Rimbaud’dan sonra ne yazılabilir? sorusu şimdiye kadar akıllardan çıkmış değildir. Cehennemde Bir Mevsim ve İlluminations’dan sonra şiir yazılabilir miydi? Bu soruyu, bir sonraki yüzyılın şairleri yanıtlayamadı.”
Bence de
Rimbaud & Auschwitz
Birarada & Benzer
anılmalılar .
.....
“Rimbaud’dan sonra ne yazılabilir? sorusu şimdiye kadar akıllardan çıkmış değildir. Cehennemde Bir Mevsim ve İlluminations’dan sonra şiir yazılabilir miydi? Bu soruyu, bir sonraki yüzyılın şairleri yanıtlayamadı.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)