Bana her gün yaz diyen eski ama eskimemiş bir dostumu düşünerek yazıyorum bu metni. (Yine de kendimi, şey gibi hissettim, hani bir gün bir tanıdığınızı gazetede köşe yazarı olarak görürsünüz… Ne alakası var yahu bunun yazarlıkla dersiniz… Ama tanıdıkları, yaz yahu sen demişlerdir, çok ısrar etmişlerdir de o yüzden yazıyordur ya…)
Bu bir medya eleştirisiydi, senin üzerinden oldu dostum, ne olur kızma, sağ ol…
Son zamanlarda oluşan, her gün yazma düşüncemi, çok fazla kurmadan, çok fazla kasmadan, kısa kısa da olsa yazma düşüncemi, yazmayı düşündüklerimi yazmadan önce buraya yazma düşüncemi, farkında bile olmadan desteklediğin için…
Hafta sonu Cem Mumcu söyleşisi bir gazetede.
Parantez:
Neredeyse 10 gazete eki okurum hafta sonu. Gazete düzeyinin üstünde yazılara rastlanır çünkü… Çünkü güncel, ama güncele o kadar da batmamış yazılara rastlanır. Yani rastlanırdı… Eskiden...
Parantitez:
Eskiden...
Eskiye özlem duyan bir orta yaşlı mı oldum ben… Siz karar verin, yazdıklarımdan...
21. yüzyılı tahmin etmek benim işim değil diyor bir yazar… İnsan neden yazar olur, bunu yapmayı kafasının bir yerinde düşünmediyse...
Ben çiçek yetiştirmeyi düşünmüyorum, kendi halimde bir saksıyım işte... Evet, içime biraz toprak ekiyorum, ektiriyorum.. Ama o kadar...
Paran(kadar)tez:
Bazen sadece ben büyüyormuşum herkes yerinde sayıyormuş gibi geliyor. Neyse, ukalalığımı (ve dayanaklarını) satır aralarında, üstü kapalı, “edebiyat” metinlerimde yeterince dile getiriyorum… Doğrudan dile getirmeyeyim bu kadar, biraz ben de herkes gibi takiye yapmasını öğreneyim… (Takiye + TDK = Olduğundan farklı görünme)
Para-sentez:
Kötü başlıyor Cem Mumcu, sonra iyi devam ettiğinden, iyi kısımlarından başlayayım, çünkü esas konu kötü kısmı, esas konu sıkı adamların bile nasıl böyle olabildiği, o nedenle önce sıkı adamlığını tespit edelim.
"Terapist oyun bozandır" diyor.
http://www.ucnokta.com/ adresinde yeni yayınladığım metinleri okuyun, PSİ’leri de konu ettiğim (psikolog, psikiyatrist, psikanalist vs), onları biraz küçümsediğim (yine) bir metnim…
Cem Mumcu içimi rahatlatıyor, "oyun bozanız" diyerek, kimselerin hastalarına söylemeye cesaret edemediği şeyleri söylüyorum diyerek. Onları sarstığını söyleyerek.
Güzel de örnekliyor: Uzun zamandır gelmeyen bir hastasına, “Neredesin?” diye sormasına hastasının cevabı: “O kadar çok sorunum vardı ki bir de seninle uğraşamayacaktım."
Paratonertez:
"Bugüne kadar, tüm tanıdıklarımın psikoloğu oldum" demem, hayatımdaki en önemli tespitlerden biridir. Onları hayatlarındaki herkesten fazla tanıdım. Bu, ancak, Cem Mumcu’nun şu yukarıda söylediği şekilde olur. Sevgi budur. ucnokta’daki yazımın devamında alıntılayacağım gibi: “Bir insanı olduğu gibi kabul etmek, olabileceği insandan nefret etmektendir…”
Sonra, Cem Mumcu, ona şaşırtıcı ölçüde iyi davranan bir taksicinin 4 eski sevgilisi tarafından aldatılmış olduğunu tamamen sezgisel şekilde, bildiğini anlatıyor, iyi davranışlı, hizmetkar bir insan olduğu için taksici… Olay, psikolog koltuğunda değil takside gerçekleşiyor. Çok güzel bir hikaye Cem Mumcununki… Okumanız lazım… Bakayım, Hürriyet, 9 Aralık 2007 Pazar. Nette bulursunuz, bulunuyorsa. Böylece şu sıralar yazmayı düşündüğüm bir edebiyat eleştirisine de çanak tuttu, “öykü anlatılmamalıdır” tarzı bir edebiyatçı saplantısı ile ilgili…
Evet, esas duruma gelelim, bu metni o durum için yazmaya oturmuştum.
Paraboltez:
Ben eleştirirken rahatsız edici olabilsem de, ki bu umurumda değil, her insanda insanlığın tüm halleri mevcuttur diyen Montaigne’den hareketle, o insanı, içindeki, mesela, o küçük faşist, o küçük özensiz, o küçük yalancı vs için uyarmaya çalışarak, ona iyilik ettiğimi, o anlamasa bile, düşünmekten başka bir şey … böyle işte…
Paranormaltez:
İşte böyle bir metindir BAP, o an ne hissediliyorsa onun yazıldığı bir metin…
Şöyle bir cümle vardır mesela:
“Off sıkıldım yazmak istemiyorum…”
Sonra 3 sayfa ara verilir.
Sağol ya Dostum…
Adama cümleleri sıkıcı olabilir, yazdığının içine koymalısın adadığını, bunu biliyordum da gösterebildim şimdi. Bir sevgilim vardı, kitabım yayınlanmak üzereyken, onla hiçbir ilgisi yokken, “e artık bana adarsın” demişti…
Sonrası benim için konik, onun için trafik…
Neyse Cem Mumcu’ya gelelim: Evi, arabası, bankada parası olmadığını söylüyor. Zaten neredeyse yarı zamanlı çalışıyormuş, öyle zengin olayım diye de çalışmıyormuş. Güzel…
Bazen korkuyormuş, onun ya da karısının işle ilgili bir sorunu olursa ne olacak diye. Hadi bu da olabilir diyelim…
Ama, sadece 2 ay idare edebilirmiş!!
Bu tuhaf… 2 ay…
Hiç kimse darılmasın, memur falan değilseniz, işinizi bırakınca 2 ay idare edemiyorsanız, hemen bırakın bence o işi boşa çalışıyorsunuz… Ya da bırakmadan biraz mesai yapın, düşünün, ben nerde hata yapıyorum diye…
Ama yanlış anlaşılmasın, diyor Cem Mumcu, yaşam standartlarımız iyi… Tayland’a, oradan bilmem nereye gidebiliyoruz!!!!! (Ünlemler benim…)
Ünlemler benim… Ünlüler sizin… sizin olsun…
Bu da zeki bir adamın aptal cümlesi olarak tarihe geçsin…
Ben kimseyi birey olarak eleştirmem, bir şey olarak eleştirmem.
O kişide, çoğu kişide rastlanan bir durum varsa eleştiririm. Eleştirdiğim İnsandır, o insan değil…
Şu yukarıda anlattığıma benzer 2000’li yılların başlarından bir örnek daha vereyim.
Türkiye’nin en eski reklam ajansı krizden dolayı boşaltılıyor. Ajanstan krizin başlama gününden bir gün önce ayrılmışım, müthiş bir öngörüm olduğundan, atılmaktansa gururla çıkayım dediğimden… Tabii ki değil…
Müthiş bir öngörüm olduğundan, birine “çünkü hayat kısa” dediğimden… senin ajansta keyfin, durumun, pozisyonun iyiydi, neden çıkıyorsun diyen birine…
Biriktirdiğim parayla uzun bir okuma-yazma tatili yapıyorum; her zaman en basit insan zevklerimin başkalarına nasıl lüks geldiğini görüp şaşmışımdır…
Sonraki aylarda hemen herkesin atılışına uzak-yakın tanık oluyorum… Onlardan bir arkadaş, bir grup toplantısında şöyle diyor: “Ya Murat işimden atılsam ne yaparım bilmiyorum birikmiş param yok…”
Üzüldüm diyorum üzülmediğimi belli etmeden, çünkü belli etsem şöyle diyeceğim: Abi ya, sen değil misin 1 sene içinde 3 tane lüks ev değiştiren, yahu sadece taşınma paralarıyla aylarca geçinirdin işsiz, tabi işsiz olmanın bilincinde, ne hata yaptığının bilincinde olarak aylarca…
Çocukken, hafta sonları, boğaz dönüşü, arabadan inerdik evimize girerdik, ellerimizde balık, midye, rastgele küçük alışverişler… Alışveriş merkezleri yoktu, kent dışındaki fabrikalardan giyecek alırdık, arabamız vardı… Bagajı açar taşırdık aldıklarımızı eve… Utanırdık göstermeye, herkes bize bakar gibi gelirdi, bakarlardı da… Hayatımın en paranoyak hatıralarıdır… Paranoyak olmanız, izlenmediğiniz anlamına gelmez...
Anlayamıyorum… Nasıl büyüttünüz gözünüzde halkım, alışveriş yapmasını… Gezmesini… Harcamasını… Bir de bunları göstermesini... Nasıl… Aklım almıyor…
Bir halkın tümü birden “görmemiş” olabilir mi… Bir “sonradan görme” ne kadar sonradan “görmemiş” sayılır, “görmemiş” sıfatını hak eder…
Bari Tayland’da gördüklerinizi anlatın, yediğiniz içtiğiniz sizin olsun…
Daha sert olayım mı, ben gülüyor olabilirim, okuyan herkes gülmesin: Bir bayan dostuma söylemiştim, borcu olan, ailesinden yardım almak istemeyen, ama Taylander hayatından da vazgeçmeyen:
“Büyünce bir kız, kadın çıkar. Büyüyünce bir borç, kız, adın çıkar…”
Pazartesi, Aralık 17, 2007
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
öncelikle yazmaya devam edin..herkes YAZAR'ken siz gerçekten yazmaya devam edin(şimdilerde herkes yazar !!!)
arkadaşlarınızla ilişkilerinizde oyun bozan olduğunuzu ifade etmişsiniz..onları ya da sizin deyiminizle ya da deneyiminizle eleştirdiğim insandır o insan değil derken hiç cesaretinizin kırıldığı umutsuzluğa düştüğünüz ya da düşürdüğünüz oldu mu ?!..
Düştüm umutsuzluğa.
Bu da karşımdakinin en büyük kurtuluşu oldu.
Kendini değiştirmekten, dönüştürmekten kurtuluşu...
Böylece, olduğu gibi kabul ettiğim için sevemediğim bir dolu sevenim oldu...
her insanda insanlığın tüm halleri mevcuttur diyen Montaigne’den yola çıkarak sizde de bu hallerin olabileceğini varsayarsak hiç oyun bozan tarafında değil de diğer tarafta koltuk da olduğunuz yahut olmak istediğiniz zamanlar oldu mu ?!..
Bendeki o "her hal" yoluna konmuş durumdadır...
Zararlar en aza indirilmiş, tehlikeli tavırlar yazıya, cinselliğe, küçümsemeye vs yönlendirilmiş, ya da yalnızken ortaya çıkarılması sağlanmaya çalışılmış vs
Keşke... Keşke bana doğru sorular sorabilecek, kafamın içine girmeye çalışacak birileri olsaydı.
Herkes bunu ister gibi gelebilir ama değil, çok farklı...
Vasat insan, egoizmi nedeniyle kendisiyle ilgilenilmesini ister...
Herkes anlaşılmak ister, ama hatalarımı anla, zaaflarımı gör ve kabul et, ben böyleyim imasıdır bu...
"Körler ve sağırlar birbirini hafifler" cümlesiyle anlatmak istediğim budur...
Ben beni ağırlayacak birini arıyorum...
Yani, ararım, diyeyim, özellikle aramayacak kadar geçtim...
Yaşamdan değil ama insandan da değil, yaşantılardan ve insanlardan...
Yorum Gönder