Pazar, Nisan 19, 2020

BİR

Hayatımdaki insanlara puan verdim. Ve puanlarına göre önemliden az önemliye doğru sıraladım onları. Sonra onların gözünde kendi puanımı tahmin ettim. Hangi insanı ne kadar önemsiyorum ve onlar tarafından ne kadar önemseniyorum, saptadım. Eşit çıktı. Örneğin, Ahmet'in gözümdeki değeri on üzerinden olsa olsa beş idi. Oysa Ahmet beni çok sever, sık sık arar, tatil planları yapmamız için ikna etmeye çalışırdı. Onun gözündeki değerim en az dokuz olmalıydı. Böylece Ahmet sayesinde lehime bir dört puan kazanmış oluyordum. Oysa Oya söz konusu olduğunda puanlama tamamen aleyhime işliyordu. Oya'yı en az on şiddetinde seviyordum, ona âşıktım. Oysa o bana olsa olsa iki, bilemedin üç verirdi. Böylece Oya bana yedi puan kaybettirmiş oluyordu.

Önem verdiklerime daha az; önemsemediklerime daha fazla ilgi göstersem ne olur diye düşündüm. Daha az önem verdiklerimle arkadaşlığım sağlamlaşır; daha çok ilgi gösterdiklerimle ise zayıflardı herhalde. Çünkü insanlar sevdikleriyle değil de sevildikleriyle arkadaşlıklarını daha sağlam sanıyor. Herkes birilerini sevmeye değil de kendini birilerine sevdirmeye çalışıyor.

"Madem öyle" dedim kendi kendime "hepsine de aynı taktiği uygulayıp önem vermeyeyim, hiç aramayayım.": Arkadaşlıklarım çok sağlamlaştı. Tüm arkadaşlarımın gözbebeğiydim artık. Benim mutlaka arayacağımı düşünenler "Allah Allah, bu çocuk niye aramadı" diye endişeleniyor ve böylece tuzağıma düşmüş oluyorlardı.

Aramamı zaten beklemeyenler de arada bir aramalarım bile kesilince beni kaybetmekten korkup daha çok üzerime düşmeye başladı. Aranan insan olmuştum. Mutluydum. Rol yapmaya, ilgisiz erkeği oynamaya devam ettim. Telefonların ardı arkası kesilmedi, hafta sonu, ondan sonraki hafta içi, ay sonuna kadar olan bütün hafta sonları, içleri, dışları, kenarları, köşeleri, her taraf her taraf öncelerden tutulmuştu. Kapılmıştım. Kapalı gişe oynamak buna deniyordu işte.

Sonra sezonum mu bitti ne, telefonum çalmamaya, biletlerim satılmamaya başlandı. Rolünün hakkını vererek oynasa da, burnu çok havada olduğu için izleyiciye bakmayan bir artist gibi boş salonlara oynamaya başladım: Burnum havadan yere doğru inmeye başladığında, önce, göz ucuyla arka sıralara baktım. Boştu, ilk onlar terk etmişti zaten. Orta sıralar... boştu, onlar da fazla dayanamamıştı bu sevgi sömürücüsüne. Önlere doğru... boştu, üzüle üzüle gitmişlerdi. En ön sıralara bakmadan önce gözlerimi sıkı sıkı kapattım ve açmakla açmamak arasında kararsız kaldım. Açamadım. Arkamı dönerek sahneden uzaklaştım.

Ön sıralar dolu, biliyorum. Ya da en azından yarısı dolu. Birkaç kişi olmalı... Hiç olmazsa bir kişi vardır mutlaka. Eminim o beni terk etmez. Ona her zaman güvenirim.

Oh içim rahatladı. İnsanın güvendiği birinin olması ne güzel... Yarın arayıp, onu sevdiğimi söyleyeceğim.

(KISA ÇÖP'TEN)

Hiç yorum yok: