Pazartesi, Nisan 20, 2020

İPUCU

Henüz orta yaşa dayadığı merdiveni çıkıyordu. Kimilerinin asansörle çıktığı için “Hayatının Baharı” olarak adlandırdığı bir mevsimi yaşıyor; ama çocukluğundan ve gençliğinden, hayatının resmini bir sonbahar tablosuna çevirecek kara bulutlar yollanıyordu hep.

İpin ucunu kaçırmaktan korkuyordu. Çok geç olmadan bir şey olmalıydı, bir şey... O şey, neyse, onu bulma umuduyla yaşıyordu.

Bir gün hayallerini kurduğu o şey gerçekleşti: İpucunu buldu...

İpucu, bir ipin ucuydu. Hayatın karmaşık anlamını çözmesini sağlayacak bu ipucu, acılarından tek kurtuluştu ona göre. İpucu, hayatının bundan sonraki yönünü belirleyecekti. O nereye götürürse oraya gidecekti artık. Yaşadığı sonbahar tablosunun karamsarlığını gölgede bırakacak parlak bir çerçeve bulma umudu sardı içini. Belki “Hayatın Baharı”nı artık o da keşfedecekti.

Elinde ipin ucu, ayakta öylece duruyordu. Öncelikle bu mutlu anın tadını çıkarmak istiyordu. Hayallerine ulaştığını düşünüyordu artık. İpin yalnızca ucunu tutuyor olması; hayallerine ipucunu ancak sonuna kadar izlediğinde tam olarak ulaşacak olması, onu fazla düşündürmüyordu açıkçası. Nasılsa bir şekilde yolunu bulurdu. İpucunu bulmuştu ya...

İpi izleyerek yürümeye başladı. Uzun bir yolculuk olacağının henüz farkında değildi...

Önce öylesine yürüdü. Adımlarını büyük bir güvenle atıyordu. Tuhaf bir insanüstülük hissediyordu. Hani birisi size hazırlanmak için çok çaba harcamış olduğunuz önemli bir yarışmayı kazandığınızı çıtlatır. Bunun gizli bilgi olduğunu söyler, henüz kamuoyuna açıklanmamıştır. Bunu ondan duyduğunuzu kimseye söylememenizi ister. Siz artık onu duymuyorsunuzdur zaten. Etrafınızdaki hiç kimseyi görmüyor, hatta yaşamdaki hiçbir varlığı önemsemiyorsunuzdur. Dünya artık sizin etrafınızda dönüyordur. Hatta ve hatta dünya siz olmasanız dönmeyecek gibidir. Ama siz bu sorumluluğunuzun bilincinde var olmuşsunuzdur... Var olmuş ve bir şeyler yapmışsınızdır. Önemli bir şeyler hem de... Vasat insanların beceremeyeceği şeyler.

Kaç insan hayatın anlamını keşfedeceği ipucunu bulmuştur... Kaçı hayatın anlamına erişmeyi başarabilmiştir...

Artık daha dik yürüyordu. Ve tabii daha dikkatliydi. Hayatın anlamı bir anda karşısına çıkabilirdi. Temkinsiz yakalanmamalı, o anda bedenen ve ruhen tam anlamıyla hazır olmalıydı. Sürprizlere karşı da gözünü açmalıydı. Ne de olsa hayattı bu... Karşına ne çıkacağı bilinmezdi. Bütün hamlelerini önceden bilen bir oyuncuyla satranç oynamak gibi bir şeydi yaşamak. Baştan haksızlıktı yani... Ama o emindi; her defasında doğru hamleyi yapıyordu: ipin yolunda, onun doğrultusunda, bir adım... sonra bir adım daha... bir daha... bir daha... Ve böyle sürüp gitti yıllar boyu... Hep umutluydu...

Hayatının kışında, 85 yaşında, hâlâ ipi izleyerek yürüyordu. O kadar yıl, ipin yolunda, aradığı şeyi bulamadan yürümekten, sadece elleri değil, kalbi de çatlaklarla doluydu. Kalbinin tam olarak kırılması için bir şey daha olması gerekti: Vücudunu yıllarca, umutla peşinden sürüklediği ip birdenbire bitti. Yıllar önce bir ucundan yola çıktığı ipin öbür ucu, şu an ellerindeydi.

Hesaplarına göre hayatın anlamını bulmuş olması gerekiyordu. Sanki ağır bir yükü kaldırırken kopmuş gibi gözüken ipin ucuna baktı: Hiçbir şey yoktu... Hayatın anlamı yok muydu..? Hayatın anlamı “hiçbir şey” miydi..? İkisi de aynı şey demekse, hayatını bir hiç için mi harcamıştı...

Bir an kafasını toplamaya çalıştı. Göreceği, anlayacağı, çözeceği bir şeyler varsa, şimdi yapmalıydı bunu, tam şu anda... Tüm yaşamı boyunca bunu bir olasılık olarak düşünmüştü zaten: Hayatın anlamı ona uzun bir süre içerisinde parça parça da görünebilirdi, bir anda da karşısına çıkabilirdi. 85 yıl sonunda -giderek daha az zamanının kaldığını düşünerek yaşarken- artık hayatın anlamının bir anda karşısına çıkacağına daha çok inanmaya başlamıştı. 85 yıl boyunca o bir anı beklemişti. 85 yıl ve bir an... Koca bir 85 yıl ve küçücük bir bir an...

Ya da küçücük bir 85 yıl ve kocaman bir bir an... Ama ne kadar kocaman olursa olsun, onu hâlâ göremiyordu...

Belki de çile çeken Hint Fakirleri gibi çilesini, ipi yaşamı boyunca izleyerek doldurmuştu... Belki ipucu sadece bir kelime oyunuydu... Belki de ipin elindeki bu diğer ucunda başka bir ipucu saklıydı... Evet evet öyle olmalıydı. Başka bir ipucuydu bu ipin ucu...

Bu doğru olsa da, artık yaşlı vücudu, ne yeni bir ipucu bulacak, ne de onun peşinden gidecek durumda değildi. İpucu elinde, yere çöktü. Bütün hayatını yolunda harcadığı ipe baktı.

Yıllar sonra ilk kez bu kadar dikkatle bakıyordu ipe. Ve yıllar sonra ilk kez ipin üzerindeki yazıyı fark etti. Yazının, ipe boylu boyunca yazılmış ve ipin elindeki ucunda bitmiş olduğunu anladı. Son kelimeleri başa doğru okuyarak, yıllar boyunca geldiği yönün tersinde gitmeye başladı bir süre. Arasıra durup okuduklarını kavramaya çalışıyor ama başaramıyordu bunu. Yine de deli gibi takip etti ipi. Bu yeni ipucunu değerlendirmeli, onun yolunda gitmeliydi.

Sonra durdu. Mantıklı düşünmeye çalıştı. İpin üzerine yazılan metin -hayatın anlamının yazılı olduğu metin- baştan okumadıkça, hiçbir şey ifade etmeyecekti. Genç değildi, gençliğine dönemezdi, metni baştan okuyamazdı. Ama yaşının verdiği olgunlukla, gençliğinin aksine, bu defaki ipucunu daha mantıklı değerlendirebilirdi...

Artık hayatın bir anlamı olduğuna inanmıyordu...


(Gençlik Kitabevi Öykü Ödülü ‘97 Mansiyon)

Hiç yorum yok: