“Kökeni: Köklerinde kötü bir şey var. James Joyce' da gençliğinden kalma nefret duyguları var, ruhsal bir yaralanma. Doğduğu kent Dublin'in nefret ettiği insanları yaralamış olmalı onu. Nefret ettiği öğretmenleri, nefret ettiği kilise papazları ve başkaları da. Çünkü bu çok zeki insanın yazdığı her şey Dublin'e karşı hınç dolu, sanki doğup büyüdüğü o kentten intikam alıyor. Bin beş yüz sayfa içinde candanlık, fedakarlık, iyilik, dostluk içeren on sayfa bulamazsınız. Baştan sonra alaycı, pervasız ve fırtınalarla dolu bir öfke, kızgınlık, müthiş bir hızla geçip giden, kişiyi hem coşturan, hem de sersemleten bir heyecan ve sinirlilik... Burada bir insan sadece haykırarak, alaycı sözler sarf ederek, sırıtarak boşalmıyor, tüm hıncını vücudunun dışına taşırıyor, içindeki duyguları ürperten bir şiddetle sanki kusuyor. Çok akıllı kimi göz boyamalar bile yazarın, sarsıntılar ve titreşimlerle dolu, coşkunun öfkeyle köpürdüğü, aşırı duygularla dolu bu eseri dünyaya kusmuş olduğunu gizleyemiyor.”
“Sanat: Mimari değil, resimsel de. Onun sanatı, sadece kelimelerle anlattıklarında. Burada James Joyce tam bir sihirbaz, dilin bir Mezzofanti'si! Sanırım on ya da on iki yabancı dil konuşuyor, ana dilinden de çok yeni sözdizimleri alıyor, yazdıkları birbirinden değişik kelimelerle kaynaşıyor. Baştan sona bütün bir kelimeler klavyesini başarıyla kullanıyor. Zor ve doğaötesi kavramlardan, ağzı bozuk sarhoş bir kadının sözlerine kadar. Sözlük sayfalarını makineli tüfek gibi yukarıdan aşağı aralıksız sıralıyor, cümle sanatının tüm trapezlerinde başarıyla dengesini buluyor ve kitabın son bölümünde yanılmıyorsam tam altmış sayfalık bir cümle kurmayı beceriyor, tıpkı bin beş yüz sayfada tek bir günü anlattığı gibi. Bundan sonraki kitabıyla da o günün gecesini anlatacakmış. Orkestrasında bütün lisanların sesli ve sessiz aletlerini, bütün bilimlerin teknik terimlerini, bütün argoları ve lehçeleri bir araya getiriyor. Bu dahi cambaz bir uçtan öteki uca hızla uçuyor, birbirine çarpan kılıçlar arasında dans ediyor ve şekilsizliğin uçurumlarını atlayarak geçiyor. Sadece kullandığı dil, bu insanın olağanüstü bir yeteneğe sahip olduğunu kanıtlamaya yetiyor. Yeni İngiliz edebiyatı tarihinde James Joyce özel bir bölümü oluşturur, ancak o bu bölümün hem başlangıcı, hem de sonudur.”
“Sonuç: Tepe üstü edebiyata düşmüş bir ay taşı, mükemmel bir olay, sadece bu insana özgü bir olağanüstülük, kafasının dikine giden bireyin, kendi bildiğini okuyan bir dehanın yiğitçe bir denemesi. O ne bir Homer, ne de bir Dostoyevski. Joyce'u herhangi bir edebiyatçıyla kıyaslamayı denemek bile gereksiz. Değişik özellikleriyle o kendinden önceki hiçbir yazara benzemediği, yaşayanlarla da ortak yanları olmadığı için gelecekte Joyce'un benzeri başka bir yazar edebiyat tarihinde yer almayacaktır. Göktaşı gibi bir insan, bilinmeyen güçlerle dolu o. Ortaçağ büyücülerinin yazdıklarını andıran şeyleri, günümüzün edebiyat ilkelerini metafizik anlamsız sözlerle bir araya getirmekle yapıyor. Öyle bir eser ki, yaratıcılığı dünyasal konulardan çok kullandığı dilde. Ve her şeye karşın eşsiz bir eser, çok özel ve olağanüstü bir kitap, çevresine uymadan sapkın bir kaya gibi hep kalıcı olmayı sürdürecek. Bu çok özgün, üstün yaratıcılık karşısında saygı duymak gerekir. Evet, saygı, James Joyce'a saygı!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder