Salı, Mayıs 21, 2024

BİR ULYSSES EKSİKTİ

Eco’nun yazısı, eski bazı eleştirmenlerden “saçma” “isabetsiz” alıntılar; bunu sonra söylüyor tabii, onlarla dalga geçtiğini... Dalga geçene katılarak kısır bir iş yapılacağına, dalga geçenle dalga geçmeyi denemek; yeni (daha yeni) bir eleştiri olabilir ama. Çünkü insanlar kendi çağlarının da bir bir geçeceğini hiç düşünmüyorlar! Benim yakaladığım bazı “saçma” “isabetsiz” ipuçları aşağıda:


“Bir Ulysses eksikti

Joice, başka bir deyişle James Joyce'un kaleminden tuhaf bir roman (roman?) çıktı ama İngilizce gibi pek yaygın olmayan bir dilde yazıldığı için fazla okunmadı.

....

okurken, insan kitabın sonunda her şeyin dağıldığını fark ediyor, yazı da, fikirler de ıslanmış barut gibi nemli parçalara dağılıveriyor.

....

Kitabın ilk, zahmetli okumasından sonra, aradan fazla zaman geçmeden hemen söyleyelim, Ulysses bir sanat eseri değil.

...

Joyce romanın uygulamalarında bir tür psikolojik ve sti­listik noktacılık uygulamış ama bir türlü senteze ulaşamamış; bundan dolayı sadece Joyce değil, Proust ve Svevo gibi benzerleri de modası çabuk geçecek olgulardır.

...

Trieste'de yaşayan İrlandalı, sıradan bir şair olan Joyce'un (bir başka çok kötü yazar olan) Svevo'yu keşfeden kişi olması bir rastlantı değildir. Her halükarda Svevo muhtemelen İtalyan yazarlar arasında, zirvesinde Proust'un olduğu o pasif analitik edebiyata en yakın yazar olmalıdır, eğer sanat canlı ve aktif insanların eseriyse; ve bir ressam bir aynadan daha değerliyse, bu, sıradan sanattır.

...

Ama son sayfaya ulaşmayı başa­ranlar, canavarların yaşadığı, çöplerle dolu bir koridordan çıkmış gibi dehşete kapılıyorlar ve mideleri bulanıyor. Joyce, her şeyi boğan bir kül yağmuru gibidir. Romantikler cennetten ko­vulmuş melekler olduğunuzu ummanızı sağlamıştı, ama bu acımasız itirafçı sizi erotik eğilimli ve en berbat ve vahşi büyüye özenen tembel bir hayvan olduğunuza ikna eder. Biraz böbürlenmenize neden olan rüyalarınız, gerçekçi cadılar ayin­lerinden, düşüncelerinizin sefahat alemine katılmak isteyen maddenin hezeyanından başka bir şey değil. Tekrar ediyorum, kaçış yok...

...

Tekrarlarnam gerekirse, Rabelais'deki parçalanma destanla­ra yakışır bir konuyu korkunç, absürd, metafizik bir filme, sentez şeklinde olsa da akıcı, şekilsiz, bağlantısız ve uyumsuz bir maddeye, klasik şiirlerin kahramanları olabilecek gösterişli bir karakter kalabalığını da anormal, kabus ben­zeri, abartılı tiplere dönüştürür. Joyce ise bir insanın sabah uyanışı gibi basit, neredeyse duygusal ve basit psikoloji düzeyindeki bir olaya, atomu, hücreyi, düşüncenin kimyasal bileşimine dayanan olağanüstü hesapları temel alan küçücük öl­çekteki etkiler, bölücü sonuçlar, karanlık, ters yönde korkunç yanılsamalar uygular. Başka bir deyişle biri tamamıyla hayali yapılara dayanarak insanlık-üstü anlamsızlık dünyasına girer, diğeri elinde dernier eri [son çığlık] aklın bisturisi, merceği ve cımbızıyla kendi başına insanlık-altı hayal diya­rında ilerler.

...

Joyce da, tıpkı bir köpek doğurmaya zorlanan bir keçi gibi, ölçüsüz şeyler yaratır.

...

Belli ki Joyce kendini ima ve çağrışım şeytanına teslim etmiş; bir nesir yazı sayfasını gerçek anlamda bir nota sayfasıymış gibi yazmak, geçen yüzyıl sonlarında büyük rağbet gören Wagner modası yoluyla edebiyatta uygulanmaya başlanmış bir saçmalıktır. Joyce, yoğun çağrışımlar üzerine kuru­lu bir kontrpuanla tanınmaz hale getirilmiş Leifmotifleri iç içe örmekle kalmaz, yazısının farklı bölümlerine belli renkler atfetmeye çalışır: bu kısımdaki baskın renk kırmızı olacak, o kısımda yeşil, vs. Bu, Baudelaire'le ürkek bir şekilde başlayıp Rimbaud'nun seslilerin renkleri üzerine yazdığı ünlü soneden sonra dekadan akımın klişesi haline gelen sanatların karışıklığıdır. Renk sınavları, sözel orkestrasyonlar... Oradanda bilindiği gibi gazete parçaları veya şişe altlarıyla yapılmış tablolara geldik.

...

Joyce insanlığını aşağılık hale getirerek kaosa, bulanık rüyalara, bilinçaltına döndü, kendi kötücül iblisi tarafından boğazlandı ve geriye Freud'un yöntemine şiddetle eklenen bir tür psikanalistin uydurma ve kısır cüretkarlıklarından başka bir şey kalmadı. Kalıcı olandan çok geçici olanı yakalama­ya eğilimli, parça parça bir ruhu olan bu İrlandalının yakla­şımı, bir sanatçının daima Yunanlaşmış olan ruhuna nüfuzetmesi gereken uysal açıksözlülükten dolayı değil de bir ayağı fizyolojik dejenerasyonda, diğeri de akıl hastanesinde olan sözde bir entelektüelin küstah pozundan dolayı kadınsı bir yaklaşım. Hiç kimse bütün bunların indirime girmiş bir katalog gibi durduğunu, olsa olsa pornografik dergi satıcılarına yakıştığını ilan etmekten kendini alıkoyamaz. Joyce modern dekadan akımın tipik bir temsilcisi, bizim edebiyatımıza bile bulaşmış cerahatlı bir hücredir.

...

Çağdaş roman gerçekten göletten kanalizasyona düş­mek zorunda mı? Ahlaki yenilenmenin ve ruhsal canlanmanın kaynağı olan İtalya'da, ahlakın, dinin, aile ve toplum duygusunun, erdemin, görevin, güzelliğin, cesaretin, kahra­manlığın ve fedakarlığın -yani Batı uygarlığının- ortadan kalktığı ve Yahudi tahta kurtlarının her şeyi yok ettiği bir yazar olan Joyce mu örnek alınmalı?

...

toplumun çamurlu tabanından tiksindirici figürleri, "in­san" olmayan, aşağılık ve iğrenç bir cinselliğe bulanmış, fiziksel ve ahlaki olarak hastalıklı, miskin varlıkları bulup çıkarmak için alçakça bir ağ dokunuyor. Ve bütün bu anlatıcıların hocaları da Marcel Proust ve James Joyce gibi yabancı isimleri olan, iliklerine kadar Yahudi ve saç köklerine kadar yenilgiyi kabullenmeye hazır olan o patolojik deliler.”

..////


Yazıda bence hiç de isabetsiz olmayan yerler bolca; ama ana fikir belli:

“(...) kaçış yok... biri (Rabelais) tamamıyla hayali yapılara dayanarak insanlık-üstü anlamsızlık dünyasına girer, diğeri (...) kendi başına insanlık-altı hayal diya­rında ilerler. (...) Çağdaş roman gerçekten göletten kanalizasyona düş­mek zorunda mı?”


Not: Eco gibi zeki bir yazarın bunları görmemesi; sadece ima ettiğim konu...

Hiç yorum yok: