Cumartesi, Ocak 05, 2008

Termometres

-Bazen cidden beni sevdiğini düşünüyorum.
-Ben giderek severim, zamanla ya da uzaklaşarak…



-Ne güzel bir yazı yukarıdaki, ama soruyu soranın kafasını daha da karıştırır. Evet veya hayır diye sade bir cevap verseymiş ya.
Evet, cidden seviyorum, hayır, yanlış anlamışsın, gibi ama o zaman böyle esrarlı bir cevap olmazmış tabi.
Neyse, görünce yazıyı güzel buldum, söyleyeyim dedim.

-Sağ ol.
Güzel buldum ama olmamış diyene de ilk defa rastladım:)

-Yani demeye çalışmıştım ki, cevabı veren öyle bir şey söylemiş ki zamanla seni daha çok seveceğim mi demek istiyor, zamanla senden uzaklaşsam da sevmeye devam edeceğim mi demek istiyor, anlamaya olanak yok.
İlk yorumu yapan, bekleyip görecek.

-Cevap veren biri yok orada... Bir de böyle bak bakalım.

-Halbuki yalın bir cevap verseydi de, içi rahatlasaydı ne güzel olurdu.

-Güzel olmazdı öyle... Çünkü hiç olmazdı. Var olmazdı.

-Şöyle düşündüm, ben birine "beni cidden sevdiğini düşünüyorum" deseydim ve diğer cümleyi cevap olarak alsaydım, ben artarak severim mi demek istedi, ben gitsem de severim mi demek istedi, ikisini de mi demek istedi, mahvolurdum.

-“Bazen” i atlamasak aslında.
Sonra da:
Artarak severim diye bir anlam yok ama orada.
Gitsem de severim diye bir anlam da ancak belki var...

-Var: Yağmur giderek çoğalacak cümlesi gibi, ben giderek severim, sevgim birden büyümez, giderek büyür.

-Giderek büyür, giderek çoğalacak ve giderek severim’deki giderekler ilk ikisinde aynı sadece.

-Ben öyle de anlamışım en azından, biz öğrencilerle çalışırken veya velilerle, şöyle bakarız "anlam, benim ne anlattığımı düşündüğümde değil, karşımdakinin ne anladığıyla sınırlıdır"

-Yanlış anlamışsın ama öyle bir anlam yok ki.

-Neyse, ben kendimce farklı anlamışım demek ki.

-Giderek severim ile giderek daha fazla severim aynı şey değil.

-Severim fiil, büyür fiil, severim yerine büyürü koy. Sel giderek büyür. Ben bu cümle gibi anlamıştım.
Demek ki anlamamışım veya farklı anlamışım.

-Büyür fiili olmadan sevmek nasıl büyüyor. “Giderek” tek başına büyüme anlamını verir mi…

-Neyse, bu konu GİDEREK çığırından çıkıyor.

-Yani henüz çıkmadı.

-Ben bu durumu msn'den GİDEREK çözeyim bari.

-Bence blogumda yayınlanacak kadar güzel bir tartışma oldu
İzin verir misin.

-2’de toplantım vardı geç bile kaldım, bye.
Olur.

-Şu çığırından giderek çıkan, ve giderek daha fazla çıkan "anlam, benim ne anlattığımı düşündüğümde değil, karşımdakinin ne anladığıyla sınırlıdır" anlayışının da iyi bir eleştirisi olacak.


Bu konuşma buraya kadar.

Şimdi:

“-Giderek büyür, giderek çoğalacak ve giderek severim’deki giderekler ilk ikisinde aynı sadece.”

Yanlış bir cümle bu benimki, tabii ki. Tam anlatamamışım orada.
Neyse…

Yazıştığım arkadaşın kötü bir niyeti yok tabii, onun sadece acelesi var. Ben de peşini bırakmadığım için biraz hararetleniyor, belki sinirleniyor, bir ölçüde savunmaya geçiyor, ama savunma bile doğru cümlelerle olmalı.

“Ben öyle de anlamışım en azından.” diyor.
“Yanlış anlamışsın ama öyle bir anlam yok ki.” Dememe, yanlışa dikkat çekmeme rağmen
“Neyse, ben kendimce farklı anlamışım demek ki.” diyor.

Ancak sonra “Demek ki anlamamışım veya farklı anlamışım.” diyor.

Yani anlamamış olduğunu ilk defa aklına getiriyor ama aslında hala farklı anladığını düşünüyor.

Ben de böyle durumlarda ısrar etmekten geri durmuyorum asla.

Yazdığınız bir metnin farklı anlamlara çekilmesi hatta sizin bile düşünmediğiniz anlamlara götürülmesi hoş bir şeydir; ama yanlış anlamlara çekilmesi değil.

Tabii, benim metnimin anlamıyla da değil derdim, konuşmanın anlamıyla, konuşmada yakaladığım anlamla derdim.

Buradaki ısrarımın nedeni belli, ama altını çizmek istiyorum:
“Yanlış” ve “farklı”, farklı sözcükler.
“Yanlış anlamışım” yerine “farklı anlamışım” dediğinizde, farklı olmuyor sadece, yanlış oluyor.

Farklı anlayış ve yanlış anlayış arasındaki sınır kalkmamalı, bu ikisi aynı yerde yaşamamalı…

"Anlam, benim ne anlattığımı düşündüğümde değil, karşımdakinin ne anladığıyla sınırlıdır." cümlesiyle arkası desteklenen bir anlayış, belki iletişimdeki belli durumlarda işe yarayabilir ama abartılıp tüm hayata yayıldığında altını kazmaya kadar gidiyor “anlam” denen şeyin.

Böylece “anlam” söylenenden çıkıyor ve -ne derler- topluma mal oluyor!

Mal cidden, tüketilecek bir ürün!

Reklamı yapılabilir ve giderek değerinden kat kat daha değerliymiş gibi gösterilebilir, giderek değerliymiş gibi gösterilir.

Artık anlatılmak isteneni, onu anlama konumunda olan insan, alıyor ve giderek “senin verdiğin anlam değil benim anladığım anlam daha doğrudur” noktasına taşıyor. Anlaması beklenen, mesajın gönderildiği kişi, anlamı sahipleniyor, üstelik yanlış sahiplenmiş olamayacağı konusunda sizinle, mesajın sahibiyle tartışmaya giriyor, aynen yukarıda olduğu gibi. Ve tırnak içindeki cümleyi de koz olarak kullanıyor.

Bu inanç, çağımızın en büyük özelliği (sorunu):
Her şey, ama her şey görecelidir!
O da öyle düşünüyordur!

Hava ona göre soğuksa soğuktur, değilse değildir, termometre de nedir!

Edebiyatın termometresi olmaz, ama olmaz olur mu…


Ucu açık metinler eleştirim, edebiyatın bu konuda her hangi bir koruyuculuk yapmadığı, göreceliliğin, herkesin kendi doğrusu vardır saçma fikrinin, saçmanın, safsatanın yayılmasına engel oluşturmadığı, tam tersi sadece ucu açık metinler edebiyattır, anlam edebiyat için önemli değildir, yazı bir anlam değil tını işidir, ve benzeri takıntılarla kendi içinde bile bu tehlikeyi göremediği üzerinedir…

Edebiyata Tüneyen Haydut adlı dizi metinlerimin (TV dizisi değil), sonucunda varmak istediğim eleştiri, budur.

Böylece belli kalıp cümleleri kullanarak, en iyi niyetle onlara sığınarak, en kötü niyetle de demagoji yaparak ya da safsata salatası ile kafa karıştırarak, düşünmeden konuşuyor, konuşurken düşünüyoruz; yazmak daha kontrollü bir süreç olmasına rağmen düşünmeden konuşma hastalığı ona da bulaşıyor ve artık düşünmeden yazıyor, yazarken düşünüyoruz…


Güzel bir safsata örneği daha var:

İki kardeş annelerinden konuşuyorlar. Anneleri oruçlu, hasta, ayakta durmaması lazım. Onu korumak için, ev yiyecekle dolu olduğundan küçük kardeş “Tatlı yapmasına gerek yok annemin.”diyor.
Abla şöyle yanıtlıyor onu:
-Olunca yiyorsun ama!

“Olunca yiyorsun ama!”

İlk başta ya da kendi başına haklı gibi gözüken bir laf değil mi?

Küçük kardeş, olunca yemese, tatlıyı sevmese, annesini düşündüğünü kesinleyemeyiz, ama tam da olunca yediği, sevdiği için bu durumda annesini düşündüğü kesin. Yani “olunca yiyorsun ama” lafı bir safsata.

Böylece blogumda bir halk hizmeti daha gerçekleştirebilir ve böyle safsataları zaman zaman yazma işine girebilirim.



Tam bu aşamada başka birisi bana yazdı ve…

…..
-Sevdiği zaman giden bir grup vardır bazen yanlıştır sevmek onu o zaman giderler değil mi.
Sevdiği zaman tam olarak ben gitmeyip kalanlardanım modası geçmiş olsa da sen neden gidiyorsun peki sevdiğin zaman?

-Sevdiğim zaman gitmiyorum, sevebilmek için gidiyorum.

-"Ben giderek severim" diyorsun ya ondan öyle düşündüm.

-Evet “giderek severim” diyorum, “severek giderim” demiyorum ki…

-Tamam şimdi daha anlaşılır oldu.

-Ama zaten öyleydi.

-Tamam belki de öyleydi, ben farklı algıladım

-Birisi daha, farklı algıladığını söyledi. Ama farklı değil de yanlış algıladığını zor anlatabildim ona... Tabii şikayetçi değilim, böylece güzel bir farklılık-yanlışlık farkı metni çıktı ortaya.

-Benle uğraşman gerekmedi.


Her uğraştığıma alışsalar.

10 yorum:

Murat Sohtorik dedi ki...

-Git kendini çok sevdirmeden adlı o ünlü romandan farklı bir gitme ya da sevme anlayışınız var o zaman.

-Evet benimki daha çok şu:
Git kendinden
nefret ettirmeden.

Daha yan anlamalı.
Diğer mantıkları da yalanlamalı.

-Hangi diğer mantıklar?

-Sevme korkusuyla ilgili her türlü mantık. Aşkı hastalık olarak gören bilimumu, yalancının mumu.
İnsanoğlunun ne büyük gücünü, en büyük duygusal gücünü hatta, hastalıkla açıklamak!

Şunu tartışmaya varım ama işte: “Aşk bir hastalık değildir, aşık olamamak bir hastalıktır.”
“Aşk öldü nasıl bilirdiniz?” der Mavi Sakal.
Böylece failleri de açık etmiş oluruz.

Necla dedi ki...

Herzaman farklı anlatımları olacak; farklı ifade edilmeye devam edecektir. Aşk her insana göre değişendir ve mutlaka herkesin söyleyecekleri vardır hakkında. "Aşık olamamak bir hastalıktır" bunu ben yorumladığımda, kendini duygularına bırakamayan insan aşık olamaz derim. Bu patolojik bir durum mudur?

Murat Sohtorik dedi ki...

Ben, yaşamın fazla da değişken olmadığını, ama yaşantıların değişken olduğunu, olabileceğini -günümüzde herkes birbirine benzer olmak için yarışsa da, ki belki tüm çağlarda böyleydi- olması gerektiğini düşünüyorum. Aynı mantıkla, yaşanan aşkların farklılık gösterse de Aşkın değişmediğini düşünüyorum. O değişmez Aşka en çok benzeyen, benzemeye çalışan da işte aşkı gerçekten yaşamış olandır, diyorum. Yani aşkınızı farklı yaşadığınızı düşündüğünüzde belki Aşkın içinde yeni bir alan keşfetmiş olduğunuzu. Yoksa yeni bir Aşk keşfetmiş olduğunuzu değil. İnsanlardan farklı yaşadığınızı ama Yaşamdan farklı olmadığınızı...

Her şey birbirine benzer çünkü hepsi Yaşama benzer, bunu en iyi anlatan söz.

Yani Tanrıya isterseniz Allah demeniz, isterseniz Yahova demeniz isterseniz de başka ad vermeniz, yakın olduğunuz bu ya da şu din aracılığıyla inanmanız, ya da onunla doğrudan iletişim kurmanız gibi. Tek bir merkeze değişik açılardan yaklaşmak gibi: Merkez değişmez. Tanrının merkez olması gibi Aşk da Yaşam da bir merkezdir (belki aynı merkezdir, ya da mantıkları aynı farklı merkezler).

Madalyonun iki yüzü gibi, yazı, turadan ne kadar faklıdır, ve ne kadar onunla aynıdır, aynı merkezdendir çünkü. Fransız ihtilalinin o anlaşılmayan kardeşlik ilkesi gibi. Herkes kanun önünde eşittir ama bunun dışında kimse eşit değildir, ama kardeştiler. Kardeşler birbirinden farklıdır ama kardeşler kadar birbirine benzer de bulamazsınız. Taban tabana zıt dediğimizde aynı büyük Tabandan söz ederiz aslında:)

Bunu diyelim ırklara uyarlarsanız, ırkçılık ortadan kalkar.

Ya da postmodernizm mesela. Modern sonrası ne demek? Modern o an yaşanan, en çağcıl olan gibi anlamlara geliyor. O zaman her çağ moderndir, her bir sonraki çağ da postmodern değil yine modernidir, yeni moderndir. Postmodern, o zaman, yanlış, abartılı bir tanımlama oluyor. Kesin yasak gibi örneğin! Yasak kelimesinin içini boşlatılmasına izin veriyoruz ve kesin yasak diyoruz yerine! Modern kelimesini de anlamayıp postmodern diyoruz. Bir sonraki çağ ne olacak? Pasomodern olsun:)

Aşk da öyle. Aşk aşktır, tüm yaşanan aşklar bunun içinde yaşanır ve bunu geliştirmez, büyütmez, değiştirmez, sonrasına ya da ötesine geçmez, onun tanımlanmamış bir bölgesini tanımlar sadece. Yoksa Amerika'yı keşfettim demeniz gibi olur, orada yüzyıllardır oturan yerlilere saygısızlık etmiş olursunuz. Kavramları Koruma Derneği güzel bir metin adı olabilir bu konuda:)

Günümüzdeki "her şey görecedir" mantığını eleştiren metinler olacak zaten şu Edebiyata Tüneyen Haydut metinlerim, oraya gelmek üzereyim.

Bekleyen derviş muradına ermiş, deriz ama buradaki ermek gitmek anlamında değil, ermek anlamında:) (Dur, bunu geliştireyim, her zamanki gibi sağ ol Necla...)

Ha-ha, benim de karmaşık yazma hakkım olsun ama:)

Murat Sohtorik dedi ki...

İngilizceyi yeni öğrenirken, İstanbul için, the biggest city in Turkey, yazmıştım, Türkiye'nin en büyük kenti...

How about Konya? yazmıştı, İngiliz hocam...

O zamandan belliymiş:)

Dünyada ilk bir yere siz gittiğinizde, yani gerçek anlamda keşfettiğinizde dünyayı büyütmüş olmazsınız, dünyanızı büyütmüş olursunuz...

Necla dedi ki...

Ortak noktamız: Bireyin biricikliğini kabul ediyoruz

Aşk ve Yaşam tanımlamalarınız ilginç, sanki onları kavram olarak görmüyorsunuz. Tekrar okuyup yorumlarımı yazacağım.

Necla dedi ki...

Çıkış noktanı anlıyorum. "Herşey Görecedir" yanlış kullanılıyor. Senin de buna karşı yazabilmen harika. Ancak bazı farklı yönlere gidişatın var bence. Kavramlarda farklı bir anlayış söz konusu olabilir. Konuyu daha detaylı yazmaya devam..

Necla dedi ki...

Okuduğum bir yazıdan alıntı yapmak istiyorum..
Zizek der ki: "Gerçekliğe" ilişkin yapılan tanımlama, tanımlayanın ona müdahele edebilme olasılığını da belirler.

Murat Sohtorik dedi ki...

Kuantumun alanına giriyoruz gibi.

Yazılarımın devamında oraya da geliyorum, ama Zizek'in cümlesi için şunu söyleyeyim: Müdahale, gerçekliğe değil, onun tanımına yapılıyor. Yani "gerçeklik görecedir" diye tanımladığınızda, bu tanımınız size sonraki cümlede canınızın istediği gerçekliği kurabilme olanağını sağlar tabii. Peki gerçekliğe müdahale etmiş olur musunuz? Bence hayır.

Tek şekilde gerçekliğe müdahale edebileceğimize inanırım, gerçekliğin ilerleyeceği yönde bir müdahale. Bigelik de zaten bunu bulmuş olmakla sağlanıyor, ve yapmış olmakla. Ki hem gerçekliği değiştirmiş oluyorsunuz hem hiçbir şey yapmamış...

Hah, bak, işte yine kuantum:)

Necla dedi ki...

"Peki gerçekliğe müdahale etmiş olur musunuz? Bence hayır" cümlene takıldım.

Tanımladığından "başka" bir gerçeklik nasıl var olacak? Varsa o da, örneğin benim tanımladığımdır.

Murat Sohtorik dedi ki...

"Müdahale, gerçekliğe değil, onun tanımına yapılıyor." cümlemle birlikte oku.

Düz bir dünya tanımladığında örneğin, dünyanın düz olmayacağı gibi...

Bak ilginç bir örnek vereyim, daha "görece" bir konuda:

Coetzee’deydi sanırım, bir romanından:

Maymunla deney yapılıyor ve muz önce kolay bir yere konuluyor ve maymun gidip onu alıyor. Sonra muzlar yüksek bir yere asılıyor ve altlarına da üst üste konulduğunda muza ulaşılacak kasalar konuyor.

Coetzee'nin roman kişisi maymunun bu yeni durum karşısındaki gecikmesinin şöyle düşünmesine bağlanabileceğini söylüyor: Bu adamlar neden işi zorlaştırıyorlar!

Aklıma gelmesini engelleyemiyorum: Şimdi burada maymun kim?

Zizek'in cümlesine uyarlamaya çalışayım: Maymunun "Gerçekliğine" ilişkin yapılmaya çalışılan tanımlama, tanımlayanın ona müdahele edebilme olasılığını da belirler.

Kesinlikle belirler, ve tam da bu müdahale nedeniyle maymunun gerçeklğini anlayamıyor olabiliriz.