Pazartesi, Ekim 23, 2023

KESER DÖNER SARTRE DÖNER

Şunu bir kontrol eder misiniz; kaçınızın elenmesi gerekiyor... Ad istemiyorum sayı verin yeter...


koltuğunun bir köşesine “Sartre! Lafı fazla uzatma!” şeklindeki ikaz notu
.....
...çeşitli kahramanlar arasında, kimi za­man Pardaiilan, kimi zaman da Michel Strogoff oluyordu. Zaman geçti, kahramanlar değişti; fakat değişmeyen bir şey vardı. Sartre sıradışı bir yetenek, bir deha sahi­biydi. Yazacak, “başyapıtlar üretecek, ölümsüz olacaktı. Henri IV lisesinde, sonra da Ecole Normale'de öğrenci iken okumaları da değişmişti. Artık listesini daha çok klasikler, romantikler ve “başyapıtlar” oluşturuyordu: Corneille, Goethe, Schiller, Byron, Hugo vb. Tabii bir de filozof modelleri vardı. Sonunda, en zirvede, Shakespeare ve Hegel üzerinde karar kıldı. Edebiyatın yeni Shakespeare’ı, felsefenin de Hegel’i olacaktı. Büyük bir düş kı­rıklığı içinde ne Shakespeare ne de Hegel olabileceğini anlayana kadar...
.....
Sartre’ın “deliliği” buradaydı. Dedesi ve annesinin etkisiyle genç yaşta dinsel kutsallıktan uzaklaşmış, onun yerine yazınsal kutsallığı koy­muştu. (...) Zaten Allah’a ihtiyacı da vardı. (...) ...boşlukta da kalamazdı; kendisine yeni bir “iman” lazımdı. Böylece bir “mutlağın yerini ağır ağır başka bir “mutlak” alacaktı. Bu da ancak dil ve edebiyat olabilirdi. “Dünyayı dil aracılığıyla keşfettiği için, uzun süre dili de dünya olarak kabul etmişti”. Yeni imanı, yeni “Kutsal”ı edebiyattı!
.....
Herkes hüzünlüydü ve filozof Gilles Deleuze elindeki kağıttan, kırık bir sesle topluluğa şu satırları okuyordu: “Beni dürten neden aslında çok basit. Ümit ediyorum ki bazıları için sadece onu söylemem yetecek. Bu, tecessüstür; her halde biraz inatla sarf edilmeye değecek olan tek tecessüs şekli: Öğrenilmesi uygun görülen şeyleri özümlemek için değil, kendinden kopmak için sarf edilen teces­süs. Bilme hırsı, şu ya da bu şekilde ve mümkün olduğu kadar, bilen insanın yoldan çıkmasını değil de sadece bazı bilgilerin edinilmesini sağlasaydı neye yarardı?”
......
Ölümünün yirminci yıldönümü vesilesiyle yazdığı yazıda bir Fransız felsefeci, Foucault’yu çok övmekle beraber, “sürüyle kavram yaratan, sonra onlan hiç sıkılmadan terk eden ve derhal yenilerini yaratan” bir düşünür olarak sunuyordu.
.....
Hiçbir düşünce sistemi, ne kadar parlak bir beynin ürünü olursa olsun, kişisel araç ve icatlarla, ex nihilo yaratılamaz. Herkes kendi çağının ürünüdür ve çağını aşacak kavram ve kuramları bile ancak o çağın kazanımları içinde oluştu­rur ve geliştirir.
.....
Gerçekten de Althusser’in “bütün büyük filozof­lar gibi” babası olmamıştı ve kendisine bir baba bulma aldatmacası içinde devamlı olarak da “babanın babası” rolünü oynamıştı. İşte felsefe burada imdadına yetişiyordu. ..... Genç filozof, Marx’la ilgili ilk okumalannda da düşünürün “felsefe filozofun kendisiyle ilişkisidir” fikrini not etmişti. Evet felsefe tek başına, kendiliğinden bir önem taşımıyordu.
.....
Hümanizm bir ideolojiydi; çünkü teorik bir açıklama temeli oluşturmayan soyut bir “insan” kavramından hareket ediyordu.
....
Oysa Marx “analiz yöntemim insandan hareket etmiyor; belli bir dönemden hareket ediyor” diyordu ve teorisini bir toplumsal formasyonu oluş­turan üretim ilişkilerinden hareket ederek kurmuştu. Soyut insan ya da özne (homo oeconomicus, moralis, juridi-cust politicus) ideolojik bir tasavvurdu; gerçek insan ise üretim ilişkilerinin dayanağı olarak ortaya çıkıyordu.

Hiç yorum yok: