Nerden biliyorsun dedim.
Bilmem, dedi.
Sonra diğer tabloya bakıp, Mone’ymiş dedi.
Ya bu dedim.
Zola dedi, arkasını dönmeden…
Bunları kitapta mı okudun, dedim; Zola’yı daha önce masanın üzerinde görmüş olmalıydı.
Okumam yok dedi. Öğrenmedim.
Böyle dehaların olabileceğini okumuştum; bir kitap çıkardım arkalardan altlardan, tozlu bir dilden.
Bunu da okuyamazsın o zaman dedim. Bu sefer döndü, baktı.
Kitabı özetlermiş gibi birkaç cümle söyledi. Tam doğru olmasa da tutarlıydı, bu sefer şaşırmıştım; sanki daha önce şaşırmamıştım.
Tam doğru değildi dedim.
Tam doğru mu, dedi bana şaşkın bakarak.
Anlattığı şey, diye başlayacaktım, kesti:
Yazarının kafasındakini diyorum, gerçek söylemeye çalıştığı şeyi, anlatamadığını yazmış…
Genel kabul edilen bir açıklama değildi yorumu; ama bunu söylemek istemiş olabilirdi yazarı…
Nasıl olabilir ki, dedim.
Söylüyorlar bana, dedi, duyuyorum.
Konuşuyor musun yani kitaplarla…
Tablolarla da dedi, konuşmuyorum. Nasıl konuşabilirim ki, bir şey bilmiyorum ben; söylüyorlar aktarıyorum…
Sustuk. Saçmaydı. Susmam.
Deprem olacak dedi.
Nerden biliyorsun, dedim.
Duyuyorum dedim ya, dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder