Çarşamba, Nisan 17, 2024

AGORAFOBİ

1.

Birey yok ki zaten, bir Adem var! Ben olsam konuşacak şey bulamayacaktınız!

"Sonsuz sayıda mümkün dünya var ama bu dünyalardan yalnızca bir tane­si gerçekleşiyor, aktüelleşiyor: Adem’in içinde günah işledi­ği dünya. Şimdi Adem’in günah işlediği bir dünya ile Adem’in günah işlemediği bir dünya birarada mümkün değildir. Bu yepyeni bir çelişki formülasyonudur dikkat ederseniz. Çeli­şen iki şey var demiyor. Hem günah işlemiş hem de işleme­miş bir Adem olamayacaktır. Bu çelişiktir. Bireyi yok ede­cektir böyle bir şey."

2.

Din'e, rejime gelmeden, Ulus Baker -zavallı olmasına rağmen- sanatçıları oyar!:

"Şimdi Adem gü­nah işledi, bir dünyada günah işledi, bu dünya Tanrı tarafın­dan seçilmiş olan dünya. Başka bir dünyayı seçemezdi Tanrı çünkü bu “mümkün olan dünyaların en iyisi”ydi.­ Ama bu mümkün olmayan, birarada mümkün olmayan dünyalarımız yine biziz: gerçekleşmeyen düşüncelerimiz sözgelimi, ya da Adem’in günah işlemeye karşı gösterdiği gerçekleşmemiş direnç -günah işledi çünkü - bun­lar Adem’i daha az anlatmazlar. “Adem’i sadece günah işleyen bir varlık olarak düşünmeyeceksiniz,” diyor yani Leibniz bize. “Aynı zamanda, günah işlemeye direnen, direnebi­lecek güçlere ve dünyalara sahip bir varlık olarak düşüneceksiniz.”

Bir in­san ne kadar fazla mümkün olmayan dünyayı kendinde ba­rındırırsa, o kadar güçlü bir varlıktır. Etik çözüm bu. Ama dikkat çekmeye çalıştığım şey bu çözümün zarafeti­dir, sonuçlan değil.

sanat birarada mümkün olamayan dünyaları biraraya getirebiliyordu. Adem’i günah­kâr değil diye sunmak asla dinin işi olamaz. Onlar da başka çözümlerle haklı çıkarmaya çalıştılar Adem’i, nedamet kuramıyla, kurtarma, salvatio mefhumuyla, dinler ve teolojiler bunu kotarmaya çalıştılar, ama estetik, ya da genel olarak sanat bunu çok farklı şekilde yaptı, bambaşka bir dünyaya taşıyabildi böyle bir tartışmayı... Çünkü sanatın bazı aşırılıklarına her zaman göz yumulabilir. Her zaman için söylemiyorum tabii bunu. Çoğu zaman rejimler sanatçıları oyar.

Peki yengeç gibi bir hay­van, suda tümüyle kendi dünyasında, bambaşka davranan ve kendine özgü o yengeç zarafetini taşıyan bir varlık, karada acaba aynı zarafeti taşımıyor mu? Ya da taşımadığını söylediğimiz zaman ne söylemiş oluyoruz? Hiçbir zaman öyle kendi­liğinden güzel olan bir şeyi seviyor değiliz, dikkat ederseniz. Kendisine yakınlık duyduğumuz, sempati duyduğumuz, bi­ze bu izlenimi verecek şeyde, yani kendisiyle dostluk kuracağımız her şeyde, şöyle bir “başka dünyadan”lık, bir tür be­ceriksizlik hali, bir tür tuhaflık olmazsa asla dostluk kurulamaz. “Acıma” demiyorum buna, yani bu tür bir dikkati çekmenin, acıma mekanizmasıyla işlemediği­nin altını çizmek isterim.

Bir yengecin yürüyüşünde ve kuğunun paytak paytak yürümesinde, doğrudan doğruya estetik bir şey vardır. Bir tür hoşlanmayı davet eden bir şey vardır, hafifçe şaşırtan bir yön vardır. Bu yönün ana formülünün “başka bir dünya zarafeti” diye tanımlanabileceğini söylemek isterdim.

Çırpınan balıklan bir dü­şünün, ağdan çekilmiş, atılmış diye balıklar acıma duymaz­sınız kesinlikle. Klasik roman kahramanlannda, bu tür bir beceriksizlik, bir tür afallama hali yok mudur? Güçlü kahramanlardan pek hoşlanmayız, yani güçlü bir kahramanı, sevilebilecek bir varo­luş biçimi içerisinde tasvir etmek herhalde oldukça zor bir haldir. Turgenyev, Babalar ve Ogullar’da niye Bazarov’u öl­dürmek zorunda kalır? Yapacak başka bir şey yoktur. Yok edilmesinden başka çare yoktur. Budala’daki afallama zaten kuraldır. Yani Budala şu demek aslında: sürekli bir afallama.

3.

Zaten sen baştan günahkarsın, ne ahlakiliği ne özgürlüğü! Olası dünyaların en iyisi bunların akılsız ya da ahlaksız olması. En kötüsü ise, hem akılsız hem ahlaksız.

“Çünkü ahlakiliğin ön şartı özgürlüktür. Eğer bir kurala zorla uyuyorsan, senin dışında bir neden seni uyduruyorsa bir kurala, kural önceden verilmişse ve senin içinde yer etmemişse bu kural, başka bir deyişle bu kuralı sen kendin koymamışsan ahlaki bir varlık değilsin, çünkü özgür bir varlık değilsin. Kant’ın, dolayısıyla bütün Aydınlanma düşüncesinin çerçevesi bundan oluşuyor.”

4.

Haklı bir şekilde ama haksız yere psikanalizi de suçluyor: Zaten sen günahkar değil miydin baştan; yaratıcılığı değil sakatlığı sevmiyor muydun, sanatın sakat olanını sanat saymıyor muydun; en başta sen kendi kayboluşunu özlüyor değil misin:

“Freud da bu hatayı sürdürür, libido denen şey hep objelere yatırım terminolojisiyle tartışılır. Yalnızca Freud değil, Lacan’a kadar, belki çoğu takipçisi de böyle ya­par. Bir tür burjuva öznelliği varsayar bu bakış. Arzulara sahip, arzularla mücehhez insana, arzulama gücüyle, libidoyla mücehhez insana “yatırımcı” gözüyle bakmak, “üretici” gözüyle bakmamak demektir. Psikanalizde herhalde en eleşti­rebilir yönlerden birisi, bilinçdışının üretken bir faaliyet değil, bir güç artırımı değil de, arzunun doyumla sürekli olarak yitmek, kaybolmak zorunda olduğu, kendi kayboluşunu özleyen, yerle bir olmayı özleyen, toprağın altına girmeyi öz­leyen ve faaliyet derecesini sıfıra indirmeye yönelik bir çaba olduğunu söylemesi. Psikanalizin tehlikelerinden birisi gibi görebilirsiniz bunu.”

Hiç yorum yok: