Perşembe, Nisan 25, 2024

ŞIMARTILAMAYANLAR

*
Şavkar Altınel:

“Oğuz Atay denince aklıma ilk gelen başarısızlık oluyor. Yarattığı kahramanların ‘tutunmak’ konusundaki dillere destan başarısızlığından değil, Atay’ı -ya da daha doğrusu, okuduğum tek yapıtı Tutunamayanlar’ı- sevmeyi başaramamış olmamdan söz ediyorum. Bana göre Tutunamayanlar bir küçük burjuva krizinin, mühendis olmanın, ‘salon salomanje’lerde yaşamanın, ‘bir kadınla iki çocuğun sorumlu saymanlığı’nı yapmanın hikâyesi. Bunda bir sorun yok; bir Flaubert bu malzemeden büyük bir roman çıkarabilirdi. Ama Atay; Flaubert değil, çok etkilendiği belli olan modernistlerden biri de değil, her şeyden önce de ‘kendisi’ değil. Başkahramanına ‘Özben’ soyadını vermiş olabilir, ama içimde romanın arkasında elle tutulabilir bir ‘benlik’ olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok. Daha çok, bunları bir yerlerden duymuş, öğrenmiş, doğru olanın dünyaya böyle bakmak olduğuna karar vermiş gibi. Yusuf Atılgan ya da Tezer Özlü’nün benzer krizlerinden yola çıkarak yazdıklarını otantik bulup severek okuyabilmeme karşılık, Atay gözüme sığ ve yapay görünüyor. Ama suç onda mı, yoksa bende mi?”


Buraya kadar tamam! Yani benim için tabii. Tam düşüncelerimi belki bu eleştiri üzerine gelen eleştirilerle açıklayabilirim:


*
Gürsel Korat:

“Şavkar Altınel’in Oğuz Atay’ı başarısız olarak niteleyen görüşlerine edebiyattan gelen bir itiraz olduğu için dikkatle kulak verdim.”

Halbuki çok iyi hatırlıyorum, Oğuz Atay’ı keşfedilmesinin edebiyat içi bir olay olmadığıyla, kendisini okurun keşfettiğiyle ilgili bir yazı çıkmıştı. Rıza Kıraç yazmıştı.

“Yazar’ın “kendisi” olması, kendi üslubu olmasından başka ne anlama gelebilir? Oysa Altınel’e göre, Oğuz Atay’ın yazdıklarında “yaşanmışlığa” dair bir duygunun olmayışı yazarın “kendisi” olamayışına işaret ediyor. Böyle bir edebiyat görüşü olabilir mi? Bunu kendisine ödüller verilmiş bir şair mi söylüyor?”

Böyle bir hayat görüşü olabilir mi! Şavkar Altınel gibi biri, yaşanmış ya da yaşanmamış olmaktan değil içtenlikle aktarabilmekten bahsediyor olmalı. Ve içten bulmamış... Onu çok iyi anlıyorum, Oğuz Atay türü, tüm insanlık tarihinin % 98’ini oluşturduğu halde, onları anlayamıyorum...

Gürsel Korat şunu kaçırıyor olabilir: Yazarın kendisi olması, kendi üslubu olması ile tamamen çarpıtılabilir... Ne dediğimi biliyor muyum, evet, aktarabildim mi peki; tam tersini de deneyeyim, aynı şey mi yoksa: Üslup kendiliği çarpıtabilir.

Şurada Gürsel Korat eleştirdiği şeyi kendi yapıyor:

“Oğuz Atay’ın iyi yazamadığını Flaubert’i örnek gösterince ve “o iyi yazardı” deyince bu eleştiri mi olur? Flaubert adına niye yargı üretiyorsunuz? Flaubert “Tutunamayanlar’ın malzemesi bende olsa ben daha iyi yazardım” mı dedi de böyle söylüyorsunuz?”

Şurda da kendine karşı çıkıyor:

“Hatta Zola’ya itiraz eden Wilde, bunu büyük bir sertlikle yapmıştır; yine de kimsenin aklına Wilde’ın edepsizlik yaptığı gelmemiştir. Dostoyevski ile Turgenyev hiç anlaşamamıştır, A.Robbe Grillet kendisinden önceki romancılıkla uzlaşmamıştır, hatta şiddetle birbirini eleştiren romancılardan eş zamanlı olarak büyük yazarlar çıkmıştır.”

Şurda da eleştirdiği şeyi kendi yapıyor, kendisi küçümsüyor, önemsiz göstermeye çalışıyor: “Şavkar Altınel’in eleştirisinde ben küçümseme görüyorum. Çünkü onun (...) seçtiği ton, edebiyata ait bir biçim ve yapı itirazını değil, kişisel bir düşmanlığı akla getirmektedir.


*
Altay Öktem:

“Ben Oğuz Atay’ı sevmeseydim, “Oğuz Atay’ı sevmiyorum” deme cesaretini gösteremezdim. Çünkü bu cümleyi kurmak, edebiyatımızın son kırk yıllık gelişimini alaşağı edip yerine nasıl bir edebiyatı hayal ettiğine ait kurgusal bir gelişim çizgisi oluşturmak ve bunun her açıdan daha iyi olacağını kanıtlamak zorunluluğunu da getirir ki, bunu başarabileceğimi sanmam. O yüzden de, sevmesem bile o cümleyi kurmam!”

Altay Öktem kendi yazarlığını mı küçümsüyor? Bunun konumuzla ilgisi var mı?

Şurda sanmadığını söylediği şeyi göremediğine inanamıyorum, yine kendini kattığından mı, acaba ironi mi yapıyor, ki acaba ne:

“Şavkar Altınel’e tepki gösterenlerde Oğuz Atay saplantısı olduğunu ya da günümüzde Atay’a tapınan müritler bulunduğunu sanmıyorum. Günümüz edebiyatını oluşturan en önemli temel taşlarından biri yerinden oynatılmaya çalışılınca, içine düşülecek olan boşluğun korkusuyla paniğe kapıldılar o kadar. Eh ben de edebiyatımızın şu anki durumundan çok memnun olduğumu söyleyemem. Ama kendi yazdıklarım da dâhil olmak üzere, son kırk yılın kafama yıkılmasını da istemem!”


*
Mine Söğüt:

Şavkar Altınel’in yaptığının ne kadar normal olduğunu söylüyor, valla ben öyle sandım:

“Tolstoy, Shakespeare’in oyunlarını ilk okuduğunda büyük bir şaşkınlığa düşer. Yere göğe sığdırılamayan o büyük oyun yazarının dünyasından estetik bir haz duymayı beklerken okudukları karşısında “iğrenir, canı sıkılır, şaşırır”. “Bütün aydın dünyanın mükemmelliğin doruğu olarak gördükleri bu yapıtları beş para etmez, düpedüz berbat bulmakla ben mi bir delice tutum içindeydim, yoksa bütün bu aydın dünyanın Shakespeare’in yapıtlarına yükledikleri önem mi delice bir şeydi” diye sorar. Sonra oyunların hepsine tek tek otopsi yapar ve otopsi raporundan da tümünün çöp olduğu sonucu ortaya çıkar. Virginia Woolf da Joyce’un bir edebiyat kutsalı sayılan Ulysses’ini “sığ” bulur, o müthiş yapıta doğrudan “mide bulandırıcı” der.”


*
Hakan Bıçakçı:

“Tutunamayanlar değil, kendini tutamayanlar…” başlığıyla yazdığı yazıda kastettiği Şavkar Altıner değil:

“Koskoca eleştiri kurumuna, kendisi bir şey olamamışların başarılı insanlara laf atarak dikkat çekmeye çalıştığı bir sataşma operasyonu olarak bakıyoruz. “


*
Toros Öztürk:

(Tanımıyorum... Asla demeyeceğim. İroni idi: Kendisini tanımıyorum diye başlayan yorumlar oluyor ya internette! Sen Atatürk’ü de tanımazdın zamanında...)

Bence özgün olacak yorumumu yapmama olanak tanıyor: birisini öldükten sonra sevmek değil sevmemek önemlidir; çünkü o ölü de artık kendin sevmemeye (eleştirmeye) sağlam bir şekilde başlamıştır, öbür dünyaya ayak uydurduktan sonra:

“Şavkar Altınel’e sarfedilen sözlere en çok Oğuz Atay bozulurdu” başlığıyla:

Oğuz Atay’ı ise daha “peygamber” ilan edilmeden, 1969-72 yıllarında okuyup seven”bir avuç kişiden” biriydim. Ölümünden çok sonra 80’lerin başında “peygamberleştirilen” Atay’ı “sevmeyen ölsün” gibi bir yaklaşımla okuyanların onu sindirerek okumadığını düşünüyorum. Ama bu, Şavkar Altınel’in görüşünü ciddiye almamı engellemez. Hatta Tutunamayanları’ı bir kez daha okumayı ve bir de “beğenmeyen” birinin bakış açısıyla görmeyi denemek isterim.

Şuna ayrı paragraf: “Arkadaşının kızına imzaladığı kitaba “N’olur beni oku, kimse okumuyor da beni” diye yazıp imzalayan Oğuz Atay sağ olsaydı, Şavkar Altınel’e her şeyden önce onu okuduğu için teşekkür ederdi.”

Oğuz Atay biyogafisini okuduğumda (Yıldız Ecevit) biliyordum kimsenin benim gibi düşünmediğini: Şımarık yahu bu adam. Ezikliğinden.

Sen kendini Oğuz Atay’la mı kıyaslıyorsun diyen bir embesile; tenezzül etmem demiştim, ukala sanmıştı. Adam yaşasa bana abi derdi, dedim yine anlamadı. Ne beni okumuştu, ne Oğuz kardeşimi...


*
Tolga Meriç:

“İnsanlar Oğuz Atay hakkında olumsuz düşünüp olumsuz konuşmaya korkar hale gelmişti artık.”

*
Ama hiç kimse Şavkar Altıner’in kendini savunurken söyledikleri düzeyine çıkamıyor; kıskandım:

“Adamın biri marjinallikle ilgili bir kitap yazmış, çok satanlar arasına girmiş.

Fıkrayı iyi anlatmadım galiba; koskoca salonda bir iki kişi dışında gülen yok.

Bir de şöyle deneyeyim: Adamın biri, bazıları başkalarına benzemez, onlar gibi yaşayamaz, narin, hassas ‘tutunamayanlar’ olarak kalır diyen bir kitap yazıyor. Elli bin, yüz bin, yüz elli bin, üç yüz bin, beş yüz bin, bir milyon kişi, “İşte bizim hikâyemiz: Tutamayanlar BİZİZ!” deyip kitabı bağrına basıyor. Ne var ki, ‘Tutanamayanlar’ adlı küçücük bir azınlık oluşturduğuna inanan bu kitle hızla büyümeye devam ederken başka bir adam da çıkıp utana sıkıla, “Ben de galiba sizin o kadar sevdiğiniz o kitaba tutunamıyorum,” diyor ve kıyamet kopuyor. Tutanamayanlar hesapça olmaması gereken tırnaklarını çıkartıp bir ağızdan, “Seni namussuz, seni densiz, seni terbiyesiz, tutunamamak da ne demekmiş? Derhal sen de bizim gibi ol, yoksa haddini bildiririz” diye hırlamaya başlıyor.”

Bence tarihe geçecek olan da bu yorumdur... Atay geleceğe kalmayacaksa sırf bu yorumla bile kalabilir, kalmaması ertelenebilir.

*
Orhan Pamuk:

“Yazarın çok zekice gevezelikleri, bu anlatılarda anlatının kendinden başka hiçbir şeyin gelişmesine izin vermiyor, ne roman kahramanları ne de romanın gerektirdiği hareket. Ben bu romanları okurken şimdi ne olacak diye meraklanmadım hiç; asıl merak ettiğim Oğuz Atay’ın bundan sonra neyi gözleyip gülünçleştireceği idi. Oğuz Atay’ın romanlarında olay ve hareket yok, yalnız her yere yayılan bir et, bir doku var. Kitapları okurken, çalışan, seven, acı çeken insanlarla değil; çalışmayı, acı çekmeyi, sevmeyi düşünen bir bilinçle karşılaşıyorum.”

*
Vüsat O. Bener’in Tutunamayanlar’ın ilk halini okuyup Oğuz Atay’a yaptığı (hatırladığım kadarıyla, o sıralarda üstün bir eser yazıyordum) “vahşi bir tarla gibi” yorumuna kimse değinmiyor.


*
Bir internet sitesinden:

“Oğuz Atay'a yöneltilen eleştirilerden bir tanesi de, romanlarında ayıklama yapmadığı üzerinedir. Verdiği detayların çoğu bir tekrar veya gereksiz cümleler yığını olarak da nitelendirilmektedir kimi zaman. Ama, Tehlikeli Oyunlar'da daha yapay bir anlatım benimseyen Atay, ironik bir dille bu eleştirilere omuz silkmiştir adeta.”

Geçen gün düşünürken (taparken değil) aklıma geldi. Son romanı biyografiydi. Belki de vahşi tarla tarzını biraz, ne derler, şey etmek için. Islah. (Allahı karıştırtmayın.)

“Örneğin, bazı yazarlar, yazı yazabilmek için dağ evlerine çıkarlar. Murathan Mungan son röportajında, kendini damıtmak için inzivaya çekildiğinden bahsediyorer. Ne müthiş bir gaflet bu, oysa ki! Halbuki, yazı yazmak için dağ evine gidilmez, yazmak hissi sizi oraya götürmelidir. “

Birkaç yazarda rastladım; facebook’tan uzaklaşıyorum, kapanacağım diyorlar... Facebook olmasa ben yazamam.

*
“Bir başkaldırı romanı, Tutunamayanlar...”

Şimdi geldik zalimin zırt dediği yere!

Zalim olan ben değil Oğuz Atay’dır. Tutunamayanlar adıyla bir başkaldırı romanı yazılamaz, diyemem. Ama bence olmaz. Gezi’ye çıkıp Çapulcuyuz biz, kabul ediyoruz, diye bir protesto da olmaz, diyemem. Ama bence olmaz. Şımartılamayan adını da o yüzden koydum. Nütopya için Türkiye’nin anti-tutunamayanları denirse... densin, ne yapayım. Ama illa göndermem Oğuz Atay’a olsaydı (398 ayrı gönderme vardır Nütopya’da) adı Şımartılamayan olurdu. Ve bu başlığı kimse atamaz!

Benim iddiam budur.

Hiç yorum yok: