Cuma, Nisan 26, 2024

CADDEBOSTAN RELOADED



Eşkiya'da Uğur Yücel Şener Şen'i Tarlabaşı'na götürür, şaşkın bırakır. Şener Şen aptal aptal etrafa bakar ama şunu demez, Yavuz Turgul ah: "Tarla nerde?.." Caddebostan'da da: "Bostan nerde?"

Kitaplık'ta yayınlanmıştı bu öyküm, tam da kafamdaki (bu) foto eksik kalmış sanki.

CADDEBOSTAN

Uzun boylu kız, ağabeyinin gölgesinden arasıra başını uzatarak bize kaçamak bakışlar atıp kaçıyor. O bu hareketi çocuksu bir doğallık ve kadınsı bir incelik ve işveyle tekrarladıkça ağabeyinin çatık kaşlı uzak bakışlı suratı, sert hatlı sütun göğüslü vücudu daha bir azametle bir maçoluk simgesi gibi yükseliyor, boyu giderek uzuyor... Diğer tarafta anneleri artık kısalmış boyu, kırışık yüzü ve neredeyse çökmek üzere olan bakımsız kambur bedeniyle eskitilmiş hayatları anlatıyor. Başını upuzun kaldırmasa ya da ondan eğilmesini rica etmese suratını göremeyeceği oğlunun, yanında bir koruyucu, refakatçi olarak durduğu düşüncesi, oğlunun bir zamanlar kocasının durduğu yere dikildiğini hatırladığında, bu dünyadan göçüp gitme zamanını çok geciktirirse saygının belirgin bir saygısızlığa, ihmalin yaşama hakkını ihlale dönüşeceği düşüncesine bırakıyor yerini. Yerine kurulacak yeni yaşamın, köklerini daha derine bırakıp kendini daha yükseklere salacak yeni neslin, oğlunun yanına kendinden daha uygun düşeceği düşüncesinin hüsranını ve hüznünü, öte yandan göreceli doğruluğunun farkında oluşunu başka bir düşünceyle geçiştirmeye çalışıyor; en enteresanından en vasatına, en asilinden en basitine çok çeşitli yaşantılarda sayısız ve benzersiz şekillerde sergilediğinden kendini tekrar ettiği çoğu zaman gözden kaçan ya da görmezden gelinen yaşamın bu değişmez gerçekliğine onu ulaştıran zorunlu deneyim zenginliğiyle ister istemez vardığı bir düşünce bu: Oğlunun da kendisinden sonra gelecek başka bir neslin başka bir üyesinin yanında bir gün uygunsuz düşeceği -kendi şu anki durumuna düşeceği düşüncesi... Haksız da değil. Oğlu uzun zamandır kentin iş merkezlerinde mantar gibi yerden biten, göğü delercesine yükselen, kimin tarafından peydahlandığı bilinmese de daha bakımlı ve aydınlık çehreli yeni bir nesli giderek artan bir sıklıkla ve gıpta tonuyla anlatıyor. Bir şeylere yetişememiş, geç ya da geride kalmış olmak kendisi için artık acısı süzülmüş duygular olsa da, orta yaşa dayadığı merdivenden ne olup bittiğini bile anlamadan çıkıverdiğini her defasında yakınarak söylemesine bakılırsa, oğlu için öyle değil. Eskime duygusuyla henüz barışamayan oğlunun doğup büyüdüğü bu topraklardan sıkıldığını hissediyor. Onun giderek daha fazla kendisininkine benzeyen çaresizliğini anlıyor. Anladığını anlatamıyor ama. Oğluna laf anlatmak onun harcı değil. Kızından daha umutlu. O, toprağına ağabeyinden daha bağlı. Genç olmasından da değil sadece. Küskünlük, kırgınlık gibi özellikleri taşımadığından, asla yakınmadığından. Ekmek elden, su gölden, kendi kendine yetebildiğinden. Doğuştan gelme o her yerde kök salabilme yeteneğinden, budandığı yerden yeniden filiz verebileceğinden. Ağabeyinin gölgesinde kalmayı önemsemezsek, kızı buralarda mutlu geçirecektir hayatını. Hain ellerce tümden kesintiye uğramadıkça uzun yaşayacaktır. Her bahar yeşil elbisesini hışırdatarak dans edecektir rüzgarla böyle. Kentin merkezindeki o eskiye düşman büyüme, hayal bile edemediği o kalabalık buralara ulaşmazsa tabii... Düşünmemeye çalışıyor ama. Yaşlı bedeni en fazla kendi yıkımını kaldırabilir artık...

Hiç yorum yok: